20 Mayıs 2015 Çarşamba

Şeytan da vaatlerde bulunmuştu…



İlk insan Âdem’i cennetten kovdurarak cız çıplak dünyaya mahkûm kıldırtan şeytan; aklını karıştırdığı Âdem’e ne vaatte bulunmuştu?

“Derken şeytan onun aklını karıştırıp "Ey Âdem! dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?"” Ta-Ha 120

Peki, şeytanın vaadine inanan Âdem, sonu gelmez bir saltanata mı yoksa hor ve hakirliğe mi kavuşmuştu?

Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine asi olup yolunu şaşırdı.” Ta-Ha 121

İnsan için aydınlatıcı deliller Âdem’in yaratılışıyla birlikte apaçık ortadayken, hâlâ ezeli düşmanı şeytana güvenmekteki ısrar ve inadı, şüphesiz nefsini doyurabilme hırsından başka bir şey değildir. Oysa nefsini ne kadar beslese de baş edemeyeceği idraki içinde olmayan insan, sonunda şeytanın kölesi olmaktan sakınamayarak elebaşı dostlarının vaatlerine inanıp ümitlenmekte, dolayısıyla yaşamlarını cehenneme dönüştürmektedirler.

Oysa beterin daha beteri olduğu gerçeğini düşünmek yahut hesap etmekten asla yana olmayan insan, kendi kendini aldatan mahlûk yaftasıyla aşağılanmıştır.  

Şeytanın elebaşı dostları olan politikacıların sağanak halindeki vaatlerine inanabilen toplumlar, ancak hak ettiklerine kavuşmaktadırlar. Sanki mutlak bir iradeye ve kudrete sahiplermiş gibi öyle kesin sözler vermektedirler ki, adeta Âdem’i cennetten indiren şeytanla yarışmaktadırlar.

Basit bir muhakeme dahi nasıl şeytan misali yalancı olduklarını ve art niyet taşıdıklarını ortaya koysalar da gözleri, kulakları ve kalpleri mühürlenmiş yığınlar kavramama acziyeti içindedirler.

Hâlbuki vaatte bulunanın da kendi gibi yaratılmış bir insan olduğunu; akılları denetleyebilecek etkin bir akla ve duyguları kontrol altına alabilecek etkin bir ruha sahip olmadığını; kalplerde saklananları bilemeyeceğini; çıkabilecek menfi olaylar üzerinde etkileşim sağlayıp bertaraf edemeyeceğini; olası musibetleri durduramayacağını; sözün mutlak karşılığının sadece iktidar olacağı ülke ile yeterli olmayıp tüm kâinata hükmetme zorunluluğu taşıdığını, Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin Karayipler de fırtınaları tetikleyebildiği dahi sorgulanmamaktadır.  

Mutlak vaat, mutlak güç gerektirir; mutlak güçte mutlak irade; mutlak irade de her şeyi gözeten, bilen, duyan ve etkisi altından bulunduran yaratıcı bir tanrı olmayı zorunlu kılar. "Türkiye'yi cennete çevireceğim; açlığı, yoksulluğu, fakir fukaralığı bitireceğim; barışı getirip savaşlara son vereceğim; her türlü olumsuzluğu gidereceğim” gibi vaatlerde bulunmaya cüret edebilen bir politikacı, şeytan gibi aldatıcı değil de nedir?  

Şeytanı şeytan yapan özellik nedir bilir misiniz; yaygara çıkarıp akılları karıştırmaktır. Yaygara çıkarıp akılları karıştırıcı vaatlerle heva ve hevesleri peşinde dörtnala koşan politikacıların ne halkla ne insanlıkla ne de ülke menfaatleriyle ilgili zerre bir kaygıları vardır. Onlar için varsa yoksa tanrılaştırdıkları benlikleridir. Onlarsız ülke bir cehennem, halk sağılan parya, vatan işgal altında, herkes hırsız bir kendileri dürüst, ekonomik ve sosyal sorunlar onlarsız çözülemez, milletin kalkınıp huzur ve güvene kavuşabilmesi söz konusu değil, kendilerine oy vermeyen insanlar mazoşist, başkaları hain ve düşman kendileri namuslu ve dost…

Sokaktaki insan söz verip vaatte bulunarak birinden bir şey alsa dolandırıcılıkla yargılanıp yaptırıma çarptırılır değil mi? Ne var ki, politikacılar böylesi bir müeyyideden muaftırlar. Asıl yalancı, dolandırıcı, hilekâr ve sahtekâr kendileri olmalarına ve verdikleri sözleri yerine getirmemelerine rağmen cezalandırılmamalarının sebebi seküler hukuktur.

Vaatleriyle yalancılıkları ve dolandırıcılıkları aşikâr olanlara kulak vererek destekleyenlerde onlar gibidirler. Çünkü onlar da yağmadan bir pay kapabilme uğruna bile bile aldatıcılıkta tüm hünerlerini sergileyebilmekte ve kendilerine güvenenleri iğfal ederek zillete ve ızdıraplara sürüklemektedirler.   

Yaratıcısı ve sahip olduklarını veren Allah’ına nankör olanın kendi gibi kul olana nankörlük yapmaması mümkün değildir. Dolayısıyla yaratıcısı Allah’a asi olanın hilkatteki eşine merhametli ve adaletli davranabilmesi imkânsızdır.
  
Düşmanıma dahi haksızlık yapılmış olsa adalet adına savunmam, Rabbimin bir hükmüdür. Her ne kadar Ak Partili olmasam ve ALLAH’ın hükümleri gereği seküler rejimi meşrulaştıracak oy kullanmayacak olsam da, Ak Parti’ye karşı ittifak kurmuş tüm partileri haçlılardan farksız buluyor; din, namus, vatan ve millet düşmanı addediyorum. Şeytan misali yaygara çıkarak akılları karıştıran muhalif lider ve partiler, Türkiye’nin apaçık hasmıdırlar. Oysa muhalefet yıkıcı, yakıcı ve kışkırtıcı değil, milleti lehine yapıcı, barışçı ve eksiklikleri giderici bir siyaset yapmalıdır ki, vatan ve millet, düşmanları sevindirici bir kaosa gitmesin! Ama dâhili düşmanlar harici düşmanlardan o kadar daha şedit ki, Türkiye’yi ortadan kaldırabilmek için savaş vermektedirler.  

Milletin yarıdan fazlasının 12 yıldır iktidara taşıdığı Ak Parti’yi ülkeyi batırmış, işgal etmiş, yağmalamış, hazineyi boşaltmış, halkı açlığa mahkûm etmiş, hırsızlık yapmış, namusu ve ahlakı ortadan kaldırmış,  ekonomik ve sosyal çöküntüye uğratmış, hiç kimsede dayanma gücü bırakmamış, haksızlık ve adaletsizlikte sınır tanımamış, ülkenin itibarını dibe vurdurmuş, krizler doğurmuş ve iflas ettirmiş gibi hayasızca ve düşmanca saldırıların amacı nedir biliyor musunuz; yıllardır iktidara gelemeyenlerin açlık ve susuzlukları, milletin maneviyata doğru kilitlenmeleridir.

Ulan, madem Ak Parti’ye oy verenler aptal da siz akıllısınız; hepiniz iktidara geldiğiniz halde neden tekrar seçilemediniz ve aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi erken seçimlere giderek iktidarları terk ettiniz? Eğer Ak Parti, iddialarda bulunduğunuz gibi kötülerin en kötüsü, ülkeyi hortumlamış, uluslararası itibar ve güvenini yitirmiş, sözünün hiçbir etkisi kalmamış ve ülkeye hiçbir hizmet yapmamış ise, oy veren millet mazoşist midir ki, Ak Parti’den vazgeçmeyip sizlere güvenmiyor? Sizleri bir kere deneyip iktidara taşıması akabinde pişman olup bir daha yüzünüze bakmayan millet, aynı millet değil midir? Milletin desteği olmadan Ak Parti iktidar olamayacağına göre; yoksa düşman, hain ve hırsızlıkla suçladığınız millet midir?

Dolayısıyla insanoğlunun Hz. Âdem ile başlayan yaratılma sürecinde başlayan şeytanın aldatması günümüz çağında da devam etmekte; insansı iblisler, cinsi şeytandan geri kalmayarak azgın nefisleri uğruna yaşadıkları vatanlarını geçmiş milletlerde olduğu gibi tarih sayfalarına gömmeye çalışmaktadırlar.

Ey arkadaş! Hiçbir nefis yoktur ki, her şeye sahip olmak istemesin; hatta dünyaya sahip olup elde edebilecek bir şey bulamayınca inanılmaz sapıklıklara ve bunalıma girip intihar dahi etmeye kalkışmasın. Çünkü nefis doymak bilmez bir açlıktadır. Türkiye’de en yoksulun yerinde olabilmek için dünyada milyonların olduğunu unutmamalıyız. Nefislerimizin aşırı arzu ve ihtiraslarından dolayı ne kadar sömürücü, yalancı, dolandırıcı ve aldatıcı var ise, kendimize musallat ediyor; sonrada aldatıldık diyerek beterin daha beterini yaşamaya müstahak oluyoruz. Sizlere fütursuzca vaatlerde bulunup cennet sözü verenlerin bir saniye sonrası için dahi hayatta kalabilecek garantileri yok iken; nasıl umutlanıp güvenebilirsiniz?

Bir gün Makedonya Kralı İskender, Asya seferinden dönerken, yolu üzerindeki bir yarımadada mola vermiş. Kasaba halkı yoksul olmasına rağmen öyle akıllı, zeki ve bilgiliymiş ki, İskender’i çok etkileyip hayranlığını ve takdirini kazanmışlar. İskender sadece asker değil, aynı zamanda bilge bir filozoftu. İskender, onlara; “dileyin benden ne dilersiniz” diye sormuş. İnsanlar, İskender’in yüzüne bakarak; “ya İskender! Sen bize ne verebilirsin ki?” cevapları üzerine, İskender de; “ben, dünyaya hükmeden ve önümde diz çöktüren büyük imparatorum. Dilediğiniz her şeyi verebilecek güç ve kudrete sahip yegâne hükümdarım” diyerek, tanrısal bir böbürlenmeyle üstünlük ve azametini sergilemiş. Böylesi güçlü bir çalım karşısında o yoksul halk; “Peki, senden üç şey isteyeceğiz, bunlardan birini bile vermen, bize ziyadesiyle yeterlidir” diyerek, isteklerini sıralamışlar. “Ya büyük kral! Bize ölümsüzlük verebilir misin?” diye sorduklarında, İskender;”Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin ölümüne engel olamazken, sizi nasıl ölümsüzleştirebilirim?” İkincisi; Ey dünyayı titreten kudret sahibi hükümdar! Bize süresi belli bir yaşam garantisi verebilir misin?” diye talepte bulunduklarında, İskender hiddetlenerek; ”Ben bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum, size nasıl verebilirim?” Peki, son isteğimiz; “Yaşamamız boyunca hiç hasta olmayıp, sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?” diye sorduklarında, İskender hiddetlenerek; “Bunlar nasıl istekler ki hiç yapmaya kudretim olmayan şeyleri benden talep ediyorsunuz” acziyeti karşısında insanlar; “Öyleyse ya İskender! Madem bunları bize verebilecek gücün yoktu, neden bize ‘dileyin benden ne dilersiniz, dünyaya hükmedip boyun eğdiren, her şeye gücü yeten ve dileklere karşılık veren’ bir tanrı olarak tanımlıyorsun? Eğer bize vermeyi düşündüğün altın, yiyecek, giyim, ilaç veya benzeri geçici şeyler ise, her halükarda onları zaten temin edebiliyoruz. Ecelimiz gelmeyip hayatta kaldığımız sürece, gerekli olan zaruri ihtiyaçları bir şekilde bulabiliyoruz. Konforlu barınak ve rahat döşekler ise, ruh vücuttan ayrılıp uykuya daldığımızda nerede yattığımızı anlamıyoruz. Canımızın güvenliği ise, siz kendi canınızı koruyamayıp ölebildiğinize göre, bizim canımızı nasıl muhafaza edeceksiniz?” İskender, duyduğu gerçekler karşısında, sanki savaşta mağlup olup esir düşmüş bir komutanın haleti ruhiyesi içinde gerçekte bir “hiç” olduğunu anlamanın ezikliğiyle, boynu bükük bir şekilde oradan ayrılmış.

Şimdi inandığınız o sefil politikacılara sorun; ey yalancı, İskender dahi neredeyse dünyayı fethedebilmek için sayısız zaferler kazanmış bir bilge olmasına rağmen yoksul bir kasaba topluluğunun bile isteklerini gerçekleştirememişken, konuşmaktan öte hiçbir meziyetiniz olmayan siz, “bana ne verebilirsin ki, yapacağım, edeceğim, sözüm söz” vaatlerinde bulunabiliyorsun?

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.” En’am 112

“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Yasin 62 
  
“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (güvendikleriniz) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!” Hac 73

Hiç yorum yok: