İlk
insan Âdem’i cennetten kovdurarak cız çıplak dünyaya mahkûm kıldırtan şeytan; aklını
karıştırdığı Âdem’e ne vaatte bulunmuştu?
“Derken
şeytan onun aklını karıştırıp "Ey Âdem! dedi, sana ebedilik ağacını ve
sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?"” Ta-Ha 120
Peki, şeytanın
vaadine inanan Âdem, sonu gelmez bir saltanata mı yoksa hor ve hakirliğe mi
kavuşmuştu?
“Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri
göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu
suretle) Âdem Rabbine asi olup yolunu
şaşırdı.” Ta-Ha 121
İnsan için aydınlatıcı deliller Âdem’in
yaratılışıyla birlikte apaçık ortadayken, hâlâ ezeli düşmanı şeytana güvenmekteki
ısrar ve inadı, şüphesiz nefsini doyurabilme hırsından başka bir şey değildir.
Oysa nefsini ne kadar beslese de baş edemeyeceği idraki içinde olmayan insan,
sonunda şeytanın kölesi olmaktan sakınamayarak elebaşı dostlarının vaatlerine inanıp
ümitlenmekte, dolayısıyla yaşamlarını cehenneme dönüştürmektedirler.
Oysa beterin daha beteri olduğu gerçeğini
düşünmek yahut hesap etmekten asla yana olmayan insan, kendi kendini aldatan mahlûk
yaftasıyla aşağılanmıştır.
Şeytanın elebaşı dostları olan
politikacıların sağanak halindeki vaatlerine inanabilen toplumlar, ancak hak
ettiklerine kavuşmaktadırlar. Sanki mutlak bir iradeye ve kudrete sahiplermiş
gibi öyle kesin sözler vermektedirler ki, adeta Âdem’i cennetten indiren
şeytanla yarışmaktadırlar.
Basit bir muhakeme dahi nasıl şeytan misali
yalancı olduklarını ve art niyet taşıdıklarını ortaya koysalar da gözleri,
kulakları ve kalpleri mühürlenmiş yığınlar kavramama acziyeti içindedirler.
Hâlbuki vaatte bulunanın da kendi gibi
yaratılmış bir insan olduğunu; akılları denetleyebilecek etkin bir akla ve
duyguları kontrol altına alabilecek etkin bir ruha sahip olmadığını; kalplerde
saklananları bilemeyeceğini; çıkabilecek menfi olaylar üzerinde etkileşim sağlayıp
bertaraf edemeyeceğini; olası musibetleri durduramayacağını; sözün mutlak
karşılığının sadece iktidar olacağı ülke ile yeterli olmayıp tüm kâinata
hükmetme zorunluluğu taşıdığını, Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin Karayipler de
fırtınaları tetikleyebildiği dahi sorgulanmamaktadır.
Mutlak vaat, mutlak güç gerektirir; mutlak güçte
mutlak irade; mutlak irade de her şeyi gözeten, bilen, duyan ve etkisi altından
bulunduran yaratıcı bir tanrı olmayı zorunlu kılar. "Türkiye'yi cennete
çevireceğim; açlığı, yoksulluğu, fakir fukaralığı bitireceğim; barışı getirip
savaşlara son vereceğim; her türlü olumsuzluğu gidereceğim” gibi vaatlerde bulunmaya cüret edebilen bir
politikacı, şeytan gibi aldatıcı değil de nedir?
Şeytanı şeytan yapan özellik nedir bilir
misiniz; yaygara çıkarıp akılları karıştırmaktır. Yaygara çıkarıp akılları
karıştırıcı vaatlerle heva ve hevesleri peşinde dörtnala koşan politikacıların
ne halkla ne insanlıkla ne de ülke menfaatleriyle ilgili zerre bir kaygıları
vardır. Onlar için varsa yoksa tanrılaştırdıkları benlikleridir. Onlarsız ülke
bir cehennem, halk sağılan parya, vatan işgal altında, herkes hırsız bir
kendileri dürüst, ekonomik ve sosyal sorunlar onlarsız çözülemez, milletin kalkınıp
huzur ve güvene kavuşabilmesi söz konusu değil, kendilerine oy vermeyen
insanlar mazoşist, başkaları hain ve düşman kendileri namuslu ve dost…
Sokaktaki insan söz verip vaatte bulunarak birinden
bir şey alsa dolandırıcılıkla yargılanıp yaptırıma çarptırılır değil mi? Ne var
ki, politikacılar böylesi bir müeyyideden muaftırlar. Asıl yalancı,
dolandırıcı, hilekâr ve sahtekâr kendileri olmalarına ve verdikleri sözleri
yerine getirmemelerine rağmen cezalandırılmamalarının sebebi seküler hukuktur.
Vaatleriyle yalancılıkları ve
dolandırıcılıkları aşikâr olanlara kulak vererek destekleyenlerde onlar
gibidirler. Çünkü onlar da yağmadan bir pay kapabilme uğruna bile bile
aldatıcılıkta tüm hünerlerini sergileyebilmekte ve kendilerine güvenenleri iğfal
ederek zillete ve ızdıraplara sürüklemektedirler.
Yaratıcısı ve sahip olduklarını veren Allah’ına
nankör olanın kendi gibi kul olana nankörlük yapmaması mümkün değildir.
Dolayısıyla yaratıcısı Allah’a asi olanın hilkatteki eşine merhametli ve
adaletli davranabilmesi imkânsızdır.
Düşmanıma dahi haksızlık yapılmış olsa
adalet adına savunmam, Rabbimin bir hükmüdür. Her ne kadar Ak Partili olmasam
ve ALLAH’ın hükümleri gereği seküler rejimi meşrulaştıracak oy kullanmayacak
olsam da, Ak Parti’ye karşı ittifak kurmuş tüm partileri haçlılardan farksız
buluyor; din, namus, vatan ve millet düşmanı addediyorum. Şeytan misali yaygara
çıkarak akılları karıştıran muhalif lider ve partiler, Türkiye’nin apaçık
hasmıdırlar. Oysa muhalefet yıkıcı, yakıcı ve kışkırtıcı değil, milleti lehine
yapıcı, barışçı ve eksiklikleri giderici bir siyaset yapmalıdır ki, vatan ve
millet, düşmanları sevindirici bir kaosa gitmesin! Ama dâhili düşmanlar harici
düşmanlardan o kadar daha şedit ki, Türkiye’yi ortadan kaldırabilmek için savaş
vermektedirler.
Milletin yarıdan fazlasının 12 yıldır
iktidara taşıdığı Ak Parti’yi ülkeyi batırmış, işgal etmiş, yağmalamış,
hazineyi boşaltmış, halkı açlığa mahkûm etmiş, hırsızlık yapmış, namusu ve
ahlakı ortadan kaldırmış, ekonomik ve
sosyal çöküntüye uğratmış, hiç kimsede dayanma gücü bırakmamış, haksızlık ve
adaletsizlikte sınır tanımamış, ülkenin itibarını dibe vurdurmuş, krizler
doğurmuş ve iflas ettirmiş gibi hayasızca ve düşmanca saldırıların amacı nedir biliyor
musunuz; yıllardır iktidara gelemeyenlerin açlık ve susuzlukları, milletin
maneviyata doğru kilitlenmeleridir.
Ulan, madem Ak Parti’ye oy verenler aptal
da siz akıllısınız; hepiniz iktidara geldiğiniz halde neden tekrar seçilemediniz
ve aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi erken seçimlere giderek iktidarları
terk ettiniz? Eğer Ak Parti, iddialarda bulunduğunuz gibi kötülerin en kötüsü,
ülkeyi hortumlamış, uluslararası itibar ve güvenini yitirmiş, sözünün hiçbir
etkisi kalmamış ve ülkeye hiçbir hizmet yapmamış ise, oy veren millet mazoşist
midir ki, Ak Parti’den vazgeçmeyip sizlere güvenmiyor? Sizleri bir kere deneyip
iktidara taşıması akabinde pişman olup bir daha yüzünüze bakmayan millet, aynı
millet değil midir? Milletin desteği olmadan Ak Parti iktidar olamayacağına
göre; yoksa düşman, hain ve hırsızlıkla suçladığınız millet midir?
Dolayısıyla insanoğlunun Hz. Âdem ile
başlayan yaratılma sürecinde başlayan şeytanın aldatması günümüz çağında da
devam etmekte; insansı iblisler, cinsi şeytandan geri kalmayarak azgın
nefisleri uğruna yaşadıkları vatanlarını geçmiş milletlerde olduğu gibi tarih
sayfalarına gömmeye çalışmaktadırlar.
Ey arkadaş! Hiçbir nefis yoktur ki, her
şeye sahip olmak istemesin; hatta dünyaya sahip olup elde edebilecek bir şey
bulamayınca inanılmaz sapıklıklara ve bunalıma girip intihar dahi etmeye
kalkışmasın. Çünkü nefis doymak bilmez bir açlıktadır. Türkiye’de en yoksulun
yerinde olabilmek için dünyada milyonların olduğunu unutmamalıyız.
Nefislerimizin aşırı arzu ve ihtiraslarından dolayı ne kadar sömürücü, yalancı,
dolandırıcı ve aldatıcı var ise, kendimize musallat ediyor; sonrada aldatıldık
diyerek beterin daha beterini yaşamaya müstahak oluyoruz. Sizlere fütursuzca
vaatlerde bulunup cennet sözü verenlerin bir saniye sonrası için dahi hayatta kalabilecek
garantileri yok iken; nasıl umutlanıp güvenebilirsiniz?
Bir gün Makedonya Kralı İskender, Asya seferinden
dönerken, yolu üzerindeki bir yarımadada mola vermiş. Kasaba halkı yoksul
olmasına rağmen öyle akıllı, zeki ve bilgiliymiş ki, İskender’i çok etkileyip
hayranlığını ve takdirini kazanmışlar. İskender sadece asker değil, aynı
zamanda bilge bir filozoftu. İskender, onlara; “dileyin benden ne dilersiniz”
diye sormuş. İnsanlar, İskender’in yüzüne bakarak; “ya İskender! Sen bize
ne verebilirsin ki?” cevapları
üzerine, İskender de; “ben, dünyaya hükmeden ve önümde diz çöktüren büyük imparatorum.
Dilediğiniz her şeyi verebilecek güç ve kudrete sahip yegâne hükümdarım”
diyerek, tanrısal bir böbürlenmeyle üstünlük ve azametini sergilemiş. Böylesi
güçlü bir çalım karşısında o yoksul halk; “Peki, senden üç şey isteyeceğiz,
bunlardan birini bile vermen, bize ziyadesiyle yeterlidir” diyerek,
isteklerini sıralamışlar. “Ya büyük kral! Bize ölümsüzlük verebilir misin?”
diye sorduklarında, İskender;”Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin ölümüne engel
olamazken, sizi nasıl ölümsüzleştirebilirim?” İkincisi; “Ey
dünyayı titreten kudret sahibi hükümdar! Bize süresi belli bir yaşam garantisi
verebilir misin?” diye talepte bulunduklarında, İskender
hiddetlenerek; ”Ben bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum, size nasıl
verebilirim?” Peki, son isteğimiz; “Yaşamamız boyunca hiç
hasta olmayıp, sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?” diye
sorduklarında, İskender
hiddetlenerek; “Bunlar nasıl istekler ki hiç yapmaya kudretim olmayan
şeyleri benden talep ediyorsunuz” acziyeti karşısında
insanlar; “Öyleyse
ya İskender! Madem bunları bize verebilecek gücün yoktu, neden bize ‘dileyin
benden ne dilersiniz, dünyaya hükmedip boyun eğdiren, her şeye gücü yeten ve
dileklere karşılık veren’ bir tanrı olarak tanımlıyorsun? Eğer
bize vermeyi düşündüğün altın, yiyecek, giyim, ilaç veya benzeri geçici şeyler
ise, her halükarda onları zaten temin edebiliyoruz. Ecelimiz gelmeyip hayatta
kaldığımız sürece, gerekli olan zaruri ihtiyaçları bir şekilde bulabiliyoruz.
Konforlu barınak ve rahat döşekler ise, ruh vücuttan ayrılıp uykuya
daldığımızda nerede yattığımızı anlamıyoruz. Canımızın güvenliği ise, siz kendi
canınızı koruyamayıp ölebildiğinize göre, bizim canımızı nasıl muhafaza
edeceksiniz?” İskender, duyduğu gerçekler karşısında,
sanki savaşta mağlup olup esir düşmüş bir komutanın haleti ruhiyesi içinde
gerçekte bir “hiç”
olduğunu anlamanın ezikliğiyle, boynu bükük bir şekilde oradan ayrılmış.
Şimdi inandığınız o sefil politikacılara
sorun; ey yalancı, İskender dahi neredeyse dünyayı fethedebilmek için sayısız
zaferler kazanmış bir bilge olmasına rağmen yoksul bir kasaba topluluğunun bile
isteklerini gerçekleştirememişken, konuşmaktan öte hiçbir meziyetiniz olmayan
siz, “bana ne verebilirsin ki,
yapacağım, edeceğim, sözüm söz” vaatlerinde bulunabiliyorsun?
“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman
kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.
Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle
başbaşa bırak.” En’am 112
“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl
erdiremiyor musunuz?” Yasin 62
“Ey insanlar! (Size)
bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (güvendikleriniz) bunun için bir araya gelseler bile bir
sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de
alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!” Hac 73
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder