Dolayısıyla beden nasıl çürüyerek cüruf halini alıyorsa, siyasette yozlaştırılarak politika haline
geliyor.
Sözde yaratıcı Allah’a ve dinine lütfedercesine tanıdıkları kutsallık
payesiyle siyaset ve dünya işlerini vahiyden öyle hileyle dışlamışlar ki, gökyüzünde
Allah’ı, yeryüzünde de beşeri egemen kılarak, kendilerini yeryüzü tanrısı
yapmışlardır. Lakin düştükleri ikilem çukurunda debelenmekten sakınamamışlar;
başarılarını iradelerine, başarısızlıklarını da doğa yahut Allah’a yükleyerek acizliklerini
ikrar etmekten de kaçınamamışlardır.
Oysa Allah, yarattığı kâinat, dünya ve tüm canlılar için hükümler koymuş,
cin ve insan dışında her şey zatına boyun eğdiği halde onlar, “ben” diyerek asi
olmuşlardır.
Dini siyasetten ayırmanın amacı, Allah’a olan kulluğu doğrudan reddetmektir;
diğer bir ifadeyle Allah’ın karşısında “ben” de varım demektir. Yani Allah’a
karşı açılan bir egemenlik savaşıdır.
Ruhsuz bir bedenin ölümünü engelleyemeyerek yenilmeleri gibi dinsiz bir
siyasette de düzen tutturamayak çerçöp olduklarını istemeseler de kabul
ediyorlar ama nefislerinin ısrar ve inatlarından Allah’ın mutlak hükümranlığına
teslim olmamak için cambazlıkta sınır tanımıyorlar.
Dini vicdana, aklı da siyasete bağlama manipülasyonunda toplumları ikna
eden seküler merkezli tüm düşünceler, gerek
vicdan gerekse aklı birbirinden bağımsız etkin güçler olarak tanımlayarak,
aklı, kişinin özgür iradesiyle özdeşleştirmişlerdir. Hâlbuki akıl ve vicdan,
ruhun direktifinde etkileşim gösterdiklerinden yanlış ve doğrunun ne olduğunu
bildirici kalp ve zihinden üreyen kuvvetlerdir. Neden kalpten üreyen
bilgiler ruhun öz malı olabiliyor da, zihinden üreyenler bedenin iradesinden
kaynaklanıyor sorusunun sorgulanmaması yanlışı meşrulaştırmıştır. Eğer beden,
beyin veya diğer organlar akıl ve irade için mutlak bir güç ise, neden ruhun bedenden ayrılmasıyla akıl muhafaza
edilemiyor? Her ne kadar akıl ya da mantık ön plana çıkarılmaya ve sürekli
duygu ya da vicdana karşı üstün getirilmeye çalışılsa da, aklı ve kalbi güden
ruhtur. Dolayısıyla vicdanı ruhla bütünleştirip de aklı ayrı tutmak mümkün
değildir.
Yaratıcın “Etkin Ruh”u, nasıl kâinata ve bedenlere hayatiyet kazandıran
ruhları güdüyor ise, Etkin Akıl ya da Etkin Duygu da, kulsal akıl ve duygulara
hükmediyor. Bu sebeple ne akıl ne düşünce ne duygu ne de irade; iddia edildiği
gibi özgür ve mutlak değil, Yaratıcının etkisi ve yönlendirmesi altındadır.
Hiçbir teorinin bu gerçeği değiştiremediği yaşamsal kanıtlarla ortadadır.
İnsan aklı ve duyguların özü; bilmek ve hissetmek ise de, insan her zaman
biliyor ve hissediyor yahut bildiğini veya hissettiğini yapıyor demek değildir.
Dolayısıyla insanın bilebilmeye veya hissetmeye yetili olması, mümkün olmaktan
öte iradesel hiçbir şey ifade etmemekte ve yaptırımı bulunmamaktadır.
İşte gerçek ile yalanı ortaya koyan doğrular denizi, din ve siyaset
ayırımıyla ilgili öne sürülen düzmeceleri kanıtlamakta, böylece din ile
siyasetin birbirlerine zıt ve düşman değil bir bütün olduğunu ispatlamaktadır.
Diyeceksiniz ki, ruh ile bedeni ayrı ve bağımsız kuvvetler hatta ruhu tamamen
reddedip bedeni mutlak kılmaya çalışan düşünce, neden din ile siyaseti savaştırmasın?
Peki, sürekli tartışılan, itiraz
edilen, dayatılan ve savaşılan din ve siyasetin anlamını biliyor muyuz?
Din;
itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip
boyun eğmek, ilkelere, kurallara ve prensiplere kayıtsız bağlılık, kanun, ceza
ve millettir. Din, her ne kadar tanrısal ve kutsal bir terimmiş gibi algılansa
da, gerçekte sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri yasaların bütünüdür. Hukuksal,
siyasal ve idaresel her anlayış ve sistem, bir dindir.
Siyaset;
devlet yönetmedir. İnsanlar arasında hak ve adaleti, huzur ve güveni, asayiş ve
düzeni sağlayan; etnik ve dini, ekonomik ve sosyal yapısı ne olursa olsun hiç
kimseyi kayırmayıp birbirinden ayrıcalıklı ve üstün tutmayarak ceza ve mükâfatta
eşit muamelede taviz vermeyen ve idaresi altındaki toplumun bağlı olduğu düşünce
temeline göre yasalar yapandır. Yani siyaset, kısacası yaşamın bütünü, gıdası,
suyu ve nefesidir.
Şimdi
kendimize bir soralım; dini siyasetten ayırabilmek mümkün müdür? Din kutsal da,
siyaset kutsal değil midir? Siyasetin amacı insanlığa hizmet olduğuna göre; siyaseti
kutsal bulmayan bir düşünce şeytani değil midir?
Ancak siyaset gibi ulvi bir devlet ve millet yönetimini nefse
odaklatarak materyalistleştirip dinden kopararak politiğe dönüştürmeleri, neden
din ile siyaseti düşman kıldıklarına açık bir yanıttır.
Dolayısıyla dinsiz siyaset tamamen
batıldır, nefsidir, şeytanidir! Yaratıcı Allah’ın değil nefsin egemenliğini
talep edenlerin şer için yarıştıkları düzende hayra ulaşabilmek imkânsızdır. Bu
sebeple siyasetin değil politikanın at başı olduğu âlemde riyakârlık, hilekârlık,
yalancılık, sömürücülük, aldatıcılık, sahtekârlık, şirk, haksızlık ve
adaletsizlikler meşrulaşmıştır.
Egemenlik ya Allah’ındır ya da beşerindir. Gökyüzünde
Allah, yeryüzünde beşer gibi bir taht paylaşımı ancak iblislerin bir
hezeyanıdır. Dinsiz yani Allahsız bir siyaset olamaz; sadece insanın egemen
olmaya çalıştığı yeryüzünde, aldatıcılığın merkezi politika var olabilir. Eğer
ruhsuz bir beden hayatiyet kazanamıyorsa, dinsiz bir siyasette hayatiyet
kazanamaz!
Ey
Müslüman!
Dinsiz siyaseti savunan her kimse biliniz ki, o, şeytanın sözcüsü hatta ta
kendisidir. Ondan kötülükten başka hiçbir gelmez; neden mi; çünkü o, rabbin
Allah’a karşı egemenlik yarışına girerek savaş açmış bir zalim ve Allah’ın
lanetine uğramış bir yalancıdır. Oysa sen, Allah’a iman ederek yardım ve
desteğine muhtaç bir itikattasın. Bu durumda Allah’ın düşmanını dost edinerek
ve destek vererek aleyhine delil vermenin getireceği felaketinde farkındasındır.
Unutma ki, dünyada her neye sahip olmak istiyorsan, verebilecek Mutlak İrade
yalnızca Allah’tır! Dolayısıyla aldatıcılardan medet umarak, içinde az bir süre
kalacağın dünyanı harap etmekle kalmayıp, ebedi ahiret hayatını da
mahvedeceksin!
“(İnsanlar) kendi aralarında (din
ve devlet) işlerinin birliğini bozdular.
Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.”
Enbiya 93
“Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya
ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” Bakara 170
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder