11 Mayıs 2015 Pazartesi

Hayat bedende değil ruhtadır!



Nedir insana hayatiyet kazandıran “Ruh”? Düşünce ve duyguları beden mi üretiyor? Eğer canlı, ruhla varlık kazanıyor ve hayatiyet elde ediyorsa; ruhu beden mi kontrol ediyor, yoksa ruh mu bedeni? Bedenin görülemeyen ve dokunulamayan ruhu kontrol veya idare edebilme kudreti olabilir mi?

Ruhsuz bir beden yahut madde, fiziki hiçbir anlam ifade etmediği halde, neden ruhun genetik yapısı ve DNA’sı incelenemiyor, programsal bilgileri çözülemiyor; dolayısıyla geleceği ve ne yapacağı keşfedilemiyor? Neden akıl, sahip olduğu bilgi ve zekâsı ile davranışları kontrol edemiyor? Neden bir kısmı çok bilgiliyken sapkın, cani, yoksul veya hakir; bir kısmı ümmiyken dürüst, erdemli, zengin veya iktidar olabiliyor?

Etkileşmeyi doğuran sebepler her ne kadar fiziksel özellik taşısa da, onları olgunlaştıran ve güden faktörün ruh olduğu, cisimlerin enerjisiz hareket edemeyeceği temel kural ilkesinden dolayı muhakkaktır. Bedene hayatiyet ve işlev kazandıran ruh; bedeni, maddeyi ve tabiatı da canlandırarak şekillendirmekte ve yaşamı kolaylaştıran bilimin üremesine etken olmaktadır. Her türlü bilgi ve olay mutlak iradenin dürtüsüyle oluşmakta ve sonrakileri etkileyerek bir bütünlük içinde gelişmesini sürdürmektedir.

Ruh olmadan hiçbir aklın, bilginin, düşüncenin, duyu ve duyguların oluşamayacağı ve biyolojik organların fonksiyonel bir faaliyet gösteremeyeceği tartışılmaması dahi gereken somut bir gerçektir. Eğer insana hayatiyet verip yöneten ve yönlendiren akıl yahut beyin ise, neden ruh vücuttan ayrılınca uyku veya ölüm gerçekleşiyor, keşif ve olaylar rastgele, tesadüf veya içgüdüsel tanımlamalarla bilinçsiz bir gelişimin mutlak etkisinden bahsediliyor? Dolayısıyla dahiler, bilinçsizliklerinden dolayı mı farklılıkları meydana getiriyorlar? Ayrıca Etkin Akıl olmadan, insan aklı olabilir mi?

Ruh fikrinin maddî evren veya dünya fikri olduğu iddiası, anlaşılmaz bir çelişkidir. Çünkü ruh, Yaratıcı’nın özünden kaynaklanan, ilişkiyi sağlayan, maddeye hayatiyet, bilgi ve eylem kazandıran “olmazsa olmaz” enerjisel bir varlıktır. Seküleristlerin tanrı olarak kabul ettiği akıl, soyut olmasından dolayı Allah’ı çağrıştırdığı gerekçesiyle sonradan beyin olarak bilimsel literatürde yerini almış, böylece vahiy ve ruhsal yolla edinilen ve kadersel inanç konusu olan bilgiye zıt düşen tabii bilgiyi belirtmek için kullanılmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, her şey "ilk"e bağlı fonksiyon gösterdiğinden, sonradan hiçbir şey ne kendiliğinden ne de iradece türememekte, gelişmemekte, etkileşmemekte ve evrimleşmemektedir. Eylemsel bilgiler, her ne kadar vahiysel, sezgisel, zihinsel veya diğer araçlarla elde edilen birer öğeler ve fiziği meydana getiren tetikleyici donatılar ise de, öncesinde ruhlarda varolan ekinsel olgulardır. Bilim ve teknolojinin üremesine ve evrenin hareketine neden olan her türlü araç, gereç ve sebepler; fizik için gerekli olan görsel veya göksel mazeretlerdir.

İnsan olsun hayvan olsun; yapabildikleri, ulaşabildikleri ve sahip olabildikleri şeylerin hangi sebeplere ve oluşumlara bağlı geliştiği önyargısız bir gözlemlemeyle irdelendiğinde, ruhsal gerçek kavranabilecek; bedenin, organların ve maddenin sadece mazeret olduğu anlaşılabilecektir.

İnsanoğlunun yaratıcının kulluğunu kabul etmemek maksadıyla bilim adına yaptığı temel yanlış, ruhun madde ve beden üzerindeki hâkimiyetini ısrarla reddetmesidir. Beyni ve ürettiği iddia edilen aklı, yaratıcı bir güçmüş gibi algılayarak ruhtan soyutlayan pozitif bilim, duyguların da kendine özgü bir önsezi olduğu hezeyanıyla inanılmaz bir paradoks yaşamaktadır. Onun için duygusal davranışlar aşağılanarak mantık ve irade yüceltilmekte, böylece hatasız, güçlü ve egemen olunabileceği düşünülmektedir.

Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak nitelendirilen Isaac Newton’un evrene bakış açısı; “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil, her şeyini yöneten Allah’tır.”

Odun ile beden arasındaki fark nedir bilir misiniz; birinin ruhsuz diğerinin ruhlu olmasıdır. Ancak odun, odun olmadan ağaç iken nasıl canlı ise ki o canlılığı kazandıran yine ruhtur; böylece insanı da insan yapan beden değil ruhtur.

Alan Turing, yazılım ile donanım arasındaki farkı tanımlarken, "beden-ruh" ayırımından faydalanmıştır. Çoğu bilgisayar kullanıcısı da aynı biçimde düşünür, çünkü "ölü" bir maddeyi yahut bedeni fiziksel yapaya kavuşturarak canlandıran canlının kontrol edici mutlak güç fikri, hemen kavranabilecek bir kanıttır. Meselâ, televizyon reklâmlarında fısıldayan cezp edici sesler ile ekranda görünen fiziki bedenler arasındaki fark nedir?

Ruhun iradesel bir müdahaleye karşı etkilenme olasılığı imkânsızdır. Çünkü ruh, Allah’ın mutlak bilgisinde, denetiminde ve idaresindedir. Ne zaman ki bilim, bedene hayatiyet kazandıracak ruhu yaratır; o zaman denetimi ve idareyi ele geçirip Allah’ın mutlak egemenliğine son verir.

Bilim adamlarının, tıpkı politikacılar gibi yaratıcı kimliklerini muhafaza edebilmek adına çözmeyi başaramadıkları ruh yerine maddeye yani bedene yoğunlaşmaları, bilimin fiziksel niteliğine aykırıdır. Ruhu göremeyen, dokunamayan ve içeriğini bilemeyen bir bilim, ruhla ilgili teoriler ve analizler gerçekleştirebiliyor ise, o bilimin nasıl yalan ve aldatmaca olduğu da tartışılmazdır.

Ruhun görevini maddeye ve fiziğe adapte ederek içlek deneyler ve gözlemsel metotlarla bilimsel nitelikli çözümler sunmak, aleni bir aldatmaca ve falcılıktır. Yaratıcı’nın varlık ve insan üstündeki malûm hâkimiyetini acze uğratabilmek ve egemen bir güç oldukları varsayımını kuvvetlendirebilmek adına ne kadar gayret sarf etseler de, hiçbir sonuca ulaşamadıkları alenidir. Şüphe yok ki bu çabalar, kadersel kurgunun nefsi sürümüdür.  

Ki, aldatıcılıkta politikacılarla yarışan bilim adamları, bilinçli ve kabul edilebilir davranışları beyin gücüne, bilinçsiz ve anormal davranışları ise doğuştan ve doğal olarak süregelen ruh bozukluğuna yorumlayarak müthiş bir çelişki batağında debelenmektedirler. Peki, neye ve kime göre bilinçli veya bilinçsiz düşünce ve davranışlar meşrulaştırılıyor? Oysa ruhu ve ruhsal olan her şeyi reddeden pozitif bilim, içinden çıkamadığı çözümsüzlüğü ruhsal bozukluk olarak aşamaya çalışır. Zaten ruhu da, sadece şiir, hastalık ve bozuklukta dillendirip inkârlarını ve başarısızlıklarını örtbas etmeye kalkışırlar. Hâlbuki ne hasta ne de bozuk bir ruh vardır; yalnızca her insana göre programlanmış şeytani ya da rahmani, diğer bir ifadeyle hak ya da batıl ruhlar vardır.

Bilinmesi gereken gerçek; düşünen, hisseden, kavrayan, gören, duyan, hareket ettiren, canlandıran iman yahut inkâr eden sadece ruhtur; geri kalan başta beden ve madde olmak üzere her şey boştur. Unutulmamalıdır ki, her şeyi bilen, gören, gözeten ve hükmeden yaratıcı Allah; bedensel, maddesel ya da fiziksel değil ruhsaldır.

Dolayısıyla ruh olmayınca aklın, duyuların, duyguların, organların ve fiziğin herhangi bir işlevi yoktur. Öyle olmuş olsaydı, bilim insan yaratır, farklılıkları ortadan kaldırır ve ölümsüzlüğü mukim kılardı.

"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!" Hicr 29

“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” İsra 85

“Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” Secde 9

Hiç yorum yok: