Nedir
insana hayatiyet kazandıran “Ruh”? Düşünce ve duyguları beden mi üretiyor? Eğer
canlı, ruhla varlık kazanıyor ve hayatiyet elde ediyorsa; ruhu beden mi kontrol
ediyor, yoksa ruh mu bedeni? Bedenin görülemeyen ve dokunulamayan ruhu kontrol veya idare
edebilme kudreti olabilir mi?
Ruhsuz
bir beden yahut madde, fiziki hiçbir anlam ifade etmediği halde, neden ruhun
genetik yapısı ve DNA’sı incelenemiyor, programsal bilgileri çözülemiyor; dolayısıyla
geleceği ve ne yapacağı keşfedilemiyor? Neden akıl, sahip olduğu bilgi ve
zekâsı ile davranışları kontrol edemiyor? Neden bir kısmı çok bilgiliyken sapkın,
cani, yoksul veya hakir; bir kısmı ümmiyken dürüst, erdemli, zengin veya
iktidar olabiliyor?
Etkileşmeyi
doğuran sebepler her ne kadar fiziksel özellik taşısa da, onları olgunlaştıran
ve güden faktörün ruh olduğu, cisimlerin enerjisiz hareket edemeyeceği temel
kural ilkesinden dolayı muhakkaktır. Bedene hayatiyet ve işlev kazandıran ruh; bedeni,
maddeyi ve tabiatı da canlandırarak şekillendirmekte ve yaşamı kolaylaştıran
bilimin üremesine etken olmaktadır. Her türlü bilgi ve olay mutlak iradenin
dürtüsüyle oluşmakta ve sonrakileri etkileyerek bir bütünlük içinde gelişmesini
sürdürmektedir.
Ruh
olmadan hiçbir aklın, bilginin, düşüncenin, duyu ve duyguların oluşamayacağı ve
biyolojik organların fonksiyonel bir faaliyet gösteremeyeceği tartışılmaması dahi
gereken somut bir gerçektir. Eğer insana hayatiyet verip yöneten ve yönlendiren
akıl yahut beyin ise, neden ruh vücuttan ayrılınca uyku veya ölüm
gerçekleşiyor, keşif ve olaylar rastgele, tesadüf veya içgüdüsel tanımlamalarla
bilinçsiz bir gelişimin mutlak etkisinden bahsediliyor? Dolayısıyla dahiler,
bilinçsizliklerinden dolayı mı farklılıkları meydana getiriyorlar? Ayrıca Etkin
Akıl olmadan, insan aklı olabilir mi?
Ruh
fikrinin maddî evren veya dünya fikri olduğu iddiası, anlaşılmaz bir çelişkidir.
Çünkü ruh, Yaratıcı’nın özünden kaynaklanan, ilişkiyi sağlayan, maddeye
hayatiyet, bilgi ve eylem kazandıran “olmazsa olmaz” enerjisel bir varlıktır.
Seküleristlerin tanrı olarak kabul ettiği akıl, soyut olmasından dolayı Allah’ı
çağrıştırdığı gerekçesiyle sonradan beyin olarak bilimsel literatürde yerini
almış, böylece vahiy ve ruhsal yolla edinilen ve kadersel inanç konusu olan
bilgiye zıt düşen tabii bilgiyi belirtmek için kullanılmaktadır.
Unutulmamalıdır
ki, her şey "ilk"e bağlı fonksiyon gösterdiğinden, sonradan hiçbir şey
ne kendiliğinden ne de iradece türememekte, gelişmemekte, etkileşmemekte ve
evrimleşmemektedir. Eylemsel bilgiler, her ne kadar vahiysel, sezgisel,
zihinsel veya diğer araçlarla elde edilen birer öğeler ve fiziği meydana
getiren tetikleyici donatılar ise de, öncesinde ruhlarda varolan ekinsel
olgulardır. Bilim ve teknolojinin üremesine ve evrenin hareketine neden olan
her türlü araç, gereç ve sebepler; fizik için gerekli olan görsel veya göksel
mazeretlerdir.
İnsan
olsun hayvan olsun; yapabildikleri, ulaşabildikleri ve sahip olabildikleri şeylerin
hangi sebeplere ve oluşumlara bağlı geliştiği önyargısız bir gözlemlemeyle
irdelendiğinde, ruhsal gerçek kavranabilecek; bedenin, organların ve maddenin
sadece mazeret olduğu anlaşılabilecektir.
İnsanoğlunun
yaratıcının kulluğunu kabul etmemek maksadıyla bilim adına yaptığı temel yanlış,
ruhun madde ve beden üzerindeki hâkimiyetini ısrarla reddetmesidir. Beyni ve ürettiği
iddia edilen aklı, yaratıcı bir güçmüş gibi algılayarak ruhtan soyutlayan
pozitif bilim, duyguların da kendine özgü bir önsezi olduğu hezeyanıyla inanılmaz
bir paradoks yaşamaktadır. Onun için duygusal davranışlar aşağılanarak mantık ve
irade yüceltilmekte, böylece hatasız, güçlü ve egemen olunabileceği düşünülmektedir.
Tüm
zamanların en büyük bilim adamı olarak nitelendirilen Isaac Newton’un evrene
bakış açısı; “Güneş
sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı
ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu
değil, her şeyini yöneten Allah’tır.”
Odun
ile beden arasındaki fark nedir bilir misiniz; birinin ruhsuz diğerinin ruhlu
olmasıdır. Ancak odun, odun olmadan ağaç iken nasıl canlı ise ki o canlılığı kazandıran
yine ruhtur; böylece insanı da insan yapan beden değil ruhtur.
Alan
Turing, yazılım ile donanım arasındaki farkı tanımlarken, "beden-ruh"
ayırımından faydalanmıştır. Çoğu bilgisayar kullanıcısı da aynı biçimde düşünür,
çünkü "ölü" bir maddeyi yahut bedeni fiziksel yapaya kavuşturarak
canlandıran canlının kontrol edici mutlak güç fikri, hemen kavranabilecek bir
kanıttır. Meselâ, televizyon reklâmlarında fısıldayan cezp edici sesler ile
ekranda görünen fiziki bedenler arasındaki fark nedir?
Ruhun
iradesel bir müdahaleye karşı etkilenme olasılığı imkânsızdır. Çünkü ruh, Allah’ın
mutlak bilgisinde, denetiminde ve idaresindedir. Ne zaman ki bilim, bedene hayatiyet
kazandıracak ruhu yaratır; o zaman denetimi ve idareyi ele geçirip Allah’ın
mutlak egemenliğine son verir.
Bilim
adamlarının, tıpkı politikacılar gibi yaratıcı kimliklerini muhafaza edebilmek
adına çözmeyi başaramadıkları ruh yerine maddeye yani bedene yoğunlaşmaları,
bilimin fiziksel niteliğine aykırıdır. Ruhu göremeyen, dokunamayan ve içeriğini
bilemeyen bir bilim, ruhla ilgili teoriler ve analizler gerçekleştirebiliyor
ise, o bilimin nasıl yalan ve aldatmaca olduğu da tartışılmazdır.
Ruhun
görevini maddeye ve fiziğe adapte ederek içlek deneyler ve gözlemsel metotlarla
bilimsel nitelikli çözümler sunmak, aleni bir aldatmaca ve falcılıktır. Yaratıcı’nın
varlık ve insan üstündeki malûm hâkimiyetini acze uğratabilmek ve egemen bir
güç oldukları varsayımını kuvvetlendirebilmek adına ne kadar gayret sarf
etseler de, hiçbir sonuca ulaşamadıkları alenidir. Şüphe yok ki bu çabalar,
kadersel kurgunun nefsi sürümüdür.
Ki,
aldatıcılıkta politikacılarla yarışan bilim adamları, bilinçli ve kabul
edilebilir davranışları beyin gücüne, bilinçsiz ve anormal davranışları ise
doğuştan ve doğal olarak süregelen ruh bozukluğuna yorumlayarak müthiş bir
çelişki batağında debelenmektedirler. Peki, neye ve kime göre bilinçli veya
bilinçsiz düşünce ve davranışlar meşrulaştırılıyor? Oysa ruhu ve ruhsal olan
her şeyi reddeden pozitif bilim, içinden çıkamadığı çözümsüzlüğü ruhsal
bozukluk olarak aşamaya çalışır. Zaten ruhu da, sadece şiir, hastalık ve
bozuklukta dillendirip inkârlarını ve başarısızlıklarını örtbas etmeye
kalkışırlar. Hâlbuki ne hasta ne de bozuk bir ruh vardır; yalnızca her insana
göre programlanmış şeytani ya da rahmani, diğer bir ifadeyle hak ya da batıl ruhlar
vardır.
Bilinmesi gereken gerçek;
düşünen, hisseden, kavrayan, gören, duyan, hareket ettiren, canlandıran iman
yahut inkâr eden sadece ruhtur; geri kalan başta beden ve madde olmak üzere her
şey boştur. Unutulmamalıdır ki, her şeyi bilen, gören, gözeten ve hükmeden yaratıcı Allah; bedensel, maddesel ya da
fiziksel değil ruhsaldır.
Dolayısıyla
ruh olmayınca aklın, duyuların, duyguların, organların ve fiziğin herhangi bir
işlevi yoktur. Öyle olmuş olsaydı, bilim insan yaratır, farklılıkları ortadan
kaldırır ve ölümsüzlüğü mukim kılardı.
"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen
onun için secdeye kapanın!" Hicr 29
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.
Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” İsra
85
“Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir.
Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az
şükrediyorsunuz!” Secde 9
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder