Düşünce
ve davranışların dürüst ve adil olabilmesi için mutlak bir akla, mutlak bir iradeye veya mutlak bir yaptırım gücüne sahip olunma
zorunluluğu vardır. Etki altında kalabilen her nefis, zaaflarından ötürü dürüst
ve adil olamaz.
Peygamberler dâhil yaratılan her insanın
hata ve yanlıştan münezzeh olamaması ve Allah’ın sebatkâr kılmaması durumunda
nefse meyledilebileceklerini ayetlerle sabit kılmıştır.
“Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık
meyledecektin. O zaman, hiç şüphesiz hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat
tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” İsra 74-75
Yaratılan hiçbir kulun masumiyeti söz
konusu değildir. Çünkü nefsi arzu ve istekler, masumiyeti yok eden zaaflardır.
Bir insan istemediği bir şeyi yapıp
sonradan nefret ederek pişman olabiliyor ve keşkelerle hayıflanabiliyor ise, nefsin
güdümünde olmasındandır. Yoksa hiçbir nefis yoktur ki, kendine zarar veren,
eleme götüren ve hüsrana sürükleyen hiçbir işin içinde olmasın ve elleriyle
kendini mahvı perişan etmesin!
Yaratıcıyı değil nefsini rehber edinmiş bir
insanın dürüst ve adil olabilmesi mümkün değildir. Çünkü nefis, yalnızca kendi
iyiliği için çalışıp doyması akabinde yahut zarar gelebilir kaygısından dolayı kalan
artığını başkalarına bir lütufmuş gibi verir. Dolayısıyla hiçbir insan temiz olmayıp,
temize çıkabilmesi de Allah’ın dileğine bağlıdır.
“Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin!
Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık
görmez.” Nisa 49
İnsanın dürüst ve adilliği kendinden değil
de hep başkalarından beklemesi, nasıl nefsinin esaretinde olduğuna apaçık bir
kanıttır. Ancak bilmez ki, kendi dürüst ve adil olunca başkalarını
umursamayacağını ve hiç kimsenin kendisine zarar veremeyeceğini!
İlk tanıdığım kimselere karşı önyargısız
davranıp dürüst ve adil olduklarını telakki etmem, başta ailem olmak üzere
yakınlarımın tepkisine yol açar. Oysa derim ki, Allah’a güveniyorum onlara
değil; “ben doğru ve adil olduktan sonra art niyetli sapan bir kimsenin zarar
verebilmesi mümkün değildir.” Velev ki bir zararı dokunmuşsa, onu da şer değil
hayır bellerim!
Dürüstlük
ve adaletten verilebilecek zerrecik bir taviz, tıpkı gözle görülemeyen mikrobun
dev bir vücudu ele geçirip kemirmesinden farksızdır. Nasıl ki tedavi edilmeyen
bir hastalık tüm bedeni kaplayıp ölümüne yol açıyor ise, batılla inşa edilen
bir düzene de şeytan musallat olur; dolayısıyla dürüst ve adil tek bir insan
bulunamaz.
Bugün
sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst ve adil bir kimsenin yapabileceği tek
yorum; kul olduğu kabulüyle asıl hesap verilecek olan merciin Allah olduğu, her
yapılan işten Allah’ın haberdar olduğu, insandan değil Allah’tan sakınılma
endişesidir.
Nefislerin
azarak tanrılaştığı bir dünyada suçların sağanak haline dönüşmesi, olması gereken
mutlak bir sonuçtur. Kimin suçlu veya masum, kimin dürüst veya yalancı, kimin
adil yahut zalim, kimin dost ya da düşman olduğu sözle bilinememekte; kalplerde
saklı olanlar sonuçlar akabinde ortaya çıkmaktadır. Yapılan hiçbir şey
silinemez; politikacılar yahut iktidarlar çıkarları doğrultusunda uzlaşma adına
geçmişte yapılanları unutmaya veya silmeye kalkışırlar ama hiçte öyle olmaz. Yanardağların
sönmüş olması nasıl yanılgıya neden olup her an patlayarak kızgın lâvlar fışkırtıyor
ise, köz halinde kalplerde saklanan duygularda patlamaya hazırdır. Nefsin ağır
bastığı tüm beraberlikler çatlamaya ve yıkılmaya mahkûm olduğundan, çok daha
vahim sonuçları da katlayarak beraberinde getirebilmektedir.
İlişkilerin
müspet yönde ilerleyerek dostluğa dönüşmesi veya bozularak düşmanlığa neden
olmasını sağlayan sebepler, insan akliyatı ve iradesiyle meydana gelen
gelişmeler değildir. Nefsin egemen olduğu dostluk ve beraberliklere asla güvenmemeli
ve çıkarsal aldatıcılığına asla kapılmamalıdır. Çünkü bu tür ilişkilerde
dürüstlük ve adalet değil, çıkar ön plandadır! Vahiysel kurallarla batıl
kuralların inandırıcılığı, kalıcılığı, etki ve tepkisi, ateş ile su gibidir!
Mükâfat beklediğin veya sığındığın güç, sonuçları etkileyen ve dönüşümü sağlayan
mutlak egemen bir güç olmalıdır ki, umutların yeşerebilsin ve olaylar lehine
dönüşebilsin.
Yeryüzünde
vuku bulan hiçbir şeyin gizli kalmayacağı bilinciyle saklamak istenilen şeyin
fani yahut ebedi âlemde bir gün mutlaka ortaya çıkabileceği hesap edilmelidir.
Çünkü beşer, herhangi bir şeyi gizleme özgürlüğüne ve iradesine sahip değildir.
Bu sebeple beşeri değil yaratıcıyı muhatap alan insan, dürüst ve adil olur.
Lakin nefsi düşünce düzeyinde böyle bir insanın bulunabilmesi imkânsızlaştığından,
Allah’tan başka dürüst ve adil yoktur.
İnsan,
nefsinden ötürü haindir, yalancıdır, nankördür ve aldatıcıdır. Sözüyle etrafına
parıltılar saçar, davranışlarıyla da lavlar fışkırtır. Ne zaman ki insan, söze
değil amele odaklanır, işte o zaman hak ettiği müspet kaderi yaşar!
“Genelde insanlığın kaderi, hak
ettiği olacaktır.” Einstein
“Allah'a güven. Vekil olarak Allah yeter.” Ahzab 3
“Kahrolası insan! Ne inkârcıdır (haindir)!” Abese
17
“Şüphesiz insan, Rabbine karşı pek nankördür
(yalancıdır).” Adiyat 6
“De ki: Allah'ın bizim için yazdığından
başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız
Allah'a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder