28 Nisan 2015 Salı

Dürüst ve adil sadece ALLAH’tır!



Düşünce ve davranışların dürüst ve adil olabilmesi için mutlak bir akla, mutlak bir iradeye veya mutlak bir yaptırım gücüne sahip olunma zorunluluğu vardır. Etki altında kalabilen her nefis, zaaflarından ötürü dürüst ve adil olamaz. 

Peygamberler dâhil yaratılan her insanın hata ve yanlıştan münezzeh olamaması ve Allah’ın sebatkâr kılmaması durumunda nefse meyledilebileceklerini ayetlerle sabit kılmıştır.

Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. O zaman, hiç şüphesiz hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” İsra 74-75 
  
Yaratılan hiçbir kulun masumiyeti söz konusu değildir. Çünkü nefsi arzu ve istekler, masumiyeti yok eden zaaflardır.

Bir insan istemediği bir şeyi yapıp sonradan nefret ederek pişman olabiliyor ve keşkelerle hayıflanabiliyor ise, nefsin güdümünde olmasındandır. Yoksa hiçbir nefis yoktur ki, kendine zarar veren, eleme götüren ve hüsrana sürükleyen hiçbir işin içinde olmasın ve elleriyle kendini mahvı perişan etmesin!

Yaratıcıyı değil nefsini rehber edinmiş bir insanın dürüst ve adil olabilmesi mümkün değildir. Çünkü nefis, yalnızca kendi iyiliği için çalışıp doyması akabinde yahut zarar gelebilir kaygısından dolayı kalan artığını başkalarına bir lütufmuş gibi verir. Dolayısıyla hiçbir insan temiz olmayıp, temize çıkabilmesi de Allah’ın dileğine bağlıdır.

“Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.” Nisa 49

İnsanın dürüst ve adilliği kendinden değil de hep başkalarından beklemesi, nasıl nefsinin esaretinde olduğuna apaçık bir kanıttır. Ancak bilmez ki, kendi dürüst ve adil olunca başkalarını umursamayacağını ve hiç kimsenin kendisine zarar veremeyeceğini!

İlk tanıdığım kimselere karşı önyargısız davranıp dürüst ve adil olduklarını telakki etmem, başta ailem olmak üzere yakınlarımın tepkisine yol açar. Oysa derim ki, Allah’a güveniyorum onlara değil; “ben doğru ve adil olduktan sonra art niyetli sapan bir kimsenin zarar verebilmesi mümkün değildir.” Velev ki bir zararı dokunmuşsa, onu da şer değil hayır bellerim! 

Dürüstlük ve adaletten verilebilecek zerrecik bir taviz, tıpkı gözle görülemeyen mikrobun dev bir vücudu ele geçirip kemirmesinden farksızdır. Nasıl ki tedavi edilmeyen bir hastalık tüm bedeni kaplayıp ölümüne yol açıyor ise, batılla inşa edilen bir düzene de şeytan musallat olur; dolayısıyla dürüst ve adil tek bir insan bulunamaz.

Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst ve adil bir kimsenin yapabileceği tek yorum; kul olduğu kabulüyle asıl hesap verilecek olan merciin Allah olduğu, her yapılan işten Allah’ın haberdar olduğu, insandan değil Allah’tan sakınılma endişesidir.

Nefislerin azarak tanrılaştığı bir dünyada suçların sağanak haline dönüşmesi, olması gereken mutlak bir sonuçtur. Kimin suçlu veya masum, kimin dürüst veya yalancı, kimin adil yahut zalim, kimin dost ya da düşman olduğu sözle bilinememekte; kalplerde saklı olanlar sonuçlar akabinde ortaya çıkmaktadır. Yapılan hiçbir şey silinemez; politikacılar yahut iktidarlar çıkarları doğrultusunda uzlaşma adına geçmişte yapılanları unutmaya veya silmeye kalkışırlar ama hiçte öyle olmaz. Yanardağların sönmüş olması nasıl yanılgıya neden olup her an patlayarak kızgın lâvlar fışkırtıyor ise, köz halinde kalplerde saklanan duygularda patlamaya hazırdır. Nefsin ağır bastığı tüm beraberlikler çatlamaya ve yıkılmaya mahkûm olduğundan, çok daha vahim sonuçları da katlayarak beraberinde getirebilmektedir.

İlişkilerin müspet yönde ilerleyerek dostluğa dönüşmesi veya bozularak düşmanlığa neden olmasını sağlayan sebepler, insan akliyatı ve iradesiyle meydana gelen gelişmeler değildir. Nefsin egemen olduğu dostluk ve beraberliklere asla güvenmemeli ve çıkarsal aldatıcılığına asla kapılmamalıdır. Çünkü bu tür ilişkilerde dürüstlük ve adalet değil, çıkar ön plandadır! Vahiysel kurallarla batıl kuralların inandırıcılığı, kalıcılığı, etki ve tepkisi, ateş ile su gibidir! Mükâfat beklediğin veya sığındığın güç, sonuçları etkileyen ve dönüşümü sağlayan mutlak egemen bir güç olmalıdır ki, umutların yeşerebilsin ve olaylar lehine dönüşebilsin.

Yeryüzünde vuku bulan hiçbir şeyin gizli kalmayacağı bilinciyle saklamak istenilen şeyin fani yahut ebedi âlemde bir gün mutlaka ortaya çıkabileceği hesap edilmelidir. Çünkü beşer, herhangi bir şeyi gizleme özgürlüğüne ve iradesine sahip değildir. Bu sebeple beşeri değil yaratıcıyı muhatap alan insan, dürüst ve adil olur. Lakin nefsi düşünce düzeyinde böyle bir insanın bulunabilmesi imkânsızlaştığından, Allah’tan başka dürüst ve adil yoktur.  

İnsan, nefsinden ötürü haindir, yalancıdır, nankördür ve aldatıcıdır. Sözüyle etrafına parıltılar saçar, davranışlarıyla da lavlar fışkırtır. Ne zaman ki insan, söze değil amele odaklanır, işte o zaman hak ettiği müspet kaderi yaşar!

“Genelde insanlığın kaderi, hak ettiği olacaktır.” Einstein

“Allah'a güven. Vekil olarak Allah yeter.” Ahzab 3  

Kahrolası insan! Ne inkârcıdır (haindir)!”  Abese 17

“Şüphesiz insan, Rabbine karşı pek nankördür (yalancıdır).” Adiyat 6

“De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51

Hiç yorum yok: