İmanı olmayandır!
İsrafın Allah
tarafından haram kılınmasının esas maksadı, şeytanı temsil eden benliğin böbürlenmesini,
kibirlenmesini, gururlanmasını ve nefsini üstün görmesini tetikleyen
görselliğin debdebe için kullanılması ve fani dünya için süslenilip ahiretin
önemsizleştirilmesidir.
Uygarlığın doğuşu
olarak nitelendirilen Helenistik dönem, görünüş ve aldatmaların ilk merkezidir.
İnsanın temel oluşumunda, ruhunda, fıtratında, karşılaştığı musibetlerde, rızkında,
ölümünde, kaderinde ve yaşam sürecinde ilerleme kaydedemeyen krallar, debdebeye
önem vererek; insanların gözlerini boyamak, etkilemek ve güçlerini pekiştirebilmek
için, öncelikle mimarlık alanında yenilikler yaptılar. Bu şekilde büyük binalar
yapılmaya başlandı ve şehirciliğe önem verilerek nefisler etkilenip benlikler
okşandı. Ululuk ve egemenlik duygusu uyandırabilmek amacıyla süslemeye aşırı
önem verildi.
Gösteriş, lüks ve konfor merakıyla mekânlar değiştirildi; mozaikler,
mermer sütunlar, süslü mobilyalar ve biblo gibi eşyalar kullanılmaya başlandı.
Ancak her şey; tıpkı bakımlı, nadide ve şehvetsel vücutların leşe dönüşmesi
misali çeşitli felaketlerle yerle bir oldu ve tanrısal gösterişler kısa sürdü.
Krallar, mutlak bir
güçte olduklarını kanıtlayabilmek adına ihtişama, azamete ve gösterişe olağanüstü
önem verip insanları etkilemeye çalıştılar. Bu gösterişin namı ve gücü, o gün
nasıl bir uygarlık idiyse, bugün de aynıdır. Değişen sadece aksesuar, süs,
materyal ve makyajın cinsi, tasarımı ve teknolojik boyasıdır. İşte güç,
ilerleme ve çağdaş olarak övünülen ve insanların etkilenmesine çalışılan olgu,
gerçekte kalıcılığı olmayan illüzyonlardır. Maddeyi işlersin ama yoktan
varedemezsen mutlak olamazsın.
Mümkün olan bir şey,
başlı başına bir şeyi yoktan var edemez. Çünkü o, kendinin malik olmadığı bir
şeyi kendi dışındaki şeylere verme imkânına sahip değildir. Nasıl ki, sıfırdan
pozitif bir sayı türetmek mümkün değilse, mümkün olmayan bir şeyden de yeni bir şey
meydana getirmek mümkün değildir. Bunun için muhakkak harici bir sebebe ihtiyaç
vardır ve ancak o sebeple etlenip varlık kazanabilir. Bu harici sebep
kendiliğinden mevcut değilse, elbette bir başkasına ihtiyaç duyacaktır. Ve bu
sebepler zinciri neticede bütün sebeplerin ana sebebi durumunda olan bir sebebin
varlığını zaruri kılacaktır. Dolayısıyla aracı sebepleri etkin ve yaratıcı bir
güç olarak addetmek, insanoğlunun düştüğü en korkunç yanlış ve tuzaktır.
Makedonya kralı İskender,
çıktığı seferden geri dönerken yolu üzerinde bir kasabadan geçiyordu. Halk,
İskender ve ordusunu ihtişamla karşılayıp övgü dolu sözlerle tazimde
bulunuyorlardı. Bu sırada İskender’in gözü, üstü başı yırtık bir pejmürdeye
takıldı ve o, ne İskender’i ne de ordusunu umursamıyor, alaylı ve acınası
ifadelerle izliyordu. Bunun üzerine İskender, atını duvarın dibine çömelmiş olan
pejmürdeye sürdü ve dedi ki; “sen kimsin
ki, dünyanın kralı bana ve orduma saygı göstermiyor ve yokmuşuz gibi bir tavır
sergiliyorsun?” Pejmürde, istifini
bozmadan başını kaldırarak İskender’e doğru; “Ya İskender! Senin gibi burada bir kral ve
benim gibi de herkesin itip kaktığı ve artıklarla beslenen bir pejmürde vardı. Zaman
geldi ikisi de öldü. Kralın cenaze töreni, yaşamındaki gibi günlerce süren
muhteşem törenlerle altından yapılmış bir mezara gömülürken, benim gibi sefil
pejmürdede hayvanmış gibi bir çukura atılmak suretiyle üstü kapatıldı. Merakımı
yenemeyerek bir gece ikisinin de mezarını açıp, mezardaki hallerini öğrenmek
istedim. Mezarlarını açtığımda hangisinin kral hangisinin pejmürde olduğunu
tanıyamadım.”
Çok süs ve debdebe,
gerçeği gizlemek amaçlıdır. Oysa insana şah damarından daha yakın olan, ne düşündüğünü,
hissettiğini, yaptığını ve kalbinde sakladıklarını bilip gören Allah’tan
gerçeği saklayabilmek mümkün değil ise, hilkatteki eşinden gerçeği saklaman ya
da açığa vurman ne fayda yahut zarar temin eder? Sonuçta faydayı da zararı da
sağlayan yaratıcı Allah olduğuna göre; hakkındaki takdir edilmişi, önem verdiğin
süs ve debdebeyle aşabilecek misin?
Dolayısıyla kul,
kendini başka bir kula beğendirebilmek ve övgüsünü kazanabilmek için servetler
harcamak suretiyle kula kulluk yapmaya çalışır ama yaratıcısı ALLAH’ın
kendisini beğenip beğenmemesini umursamaz.
“(Ey Muhammed!) Onların malları ve
çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında
onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını
istiyor.” Tevbe 55
“Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu,
kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir
rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine
zulmediyorlar.” Al-i İmran 117
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder