Ancak İslam gereği Allah iradesi ve hükümlerine kayıtsız-şartsız teslim olup, Allah'ın lütuf ve ikram vererek doğru yola kavuşturdukları müstesna!
İşte
insanoğlu, gerçekle bütünleşemediğinden ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri gücü
elinde bulunduranlara gıpta ederek önlerinde boyun eğer, maharet akıl ve iradelerindeymiş
gibi arşa yerleştirilirler.
Aslında geçmiş, düşünebilenler için apaçık
bir ayna olmasına rağmen, nefisleri o gerçeği kavramalarına izin vermemektedir.
Dolayısıyla idollerini farkında olmadan Allah’tan daha çok anarak ve yaptırım
güçleri olduklarına güvenerek iplerine sarılırlar. Bu sebeple insanlar kör ve
sağır olmalı ki, çağdaşlık adı verilen aynalara ve atılan gazellere itibar
edebilmektedirler.
Oysa
derinliklere götüren yolların kokusunu alamamalarından ve zihinlerini meşgul
edip asıl önemli şeyden uzaklaştıran diğer her şeyi göz ardı edebildiklerinden
ne kadar kanıta da şahit olsalar, yine
de idrak edememektedirler.
Demek
ki akıl, teoride öngörüldüğü gibi muhakeme yetisi de sağlamamaktadır. Şöyle ki:
Hakkında
birçok şifreler ve gizemler üretilen Leonardo da Vinci, çok kısa olan okul
hayatında okuma, yazma ve işlem yapmayı öğrendikten sonra okulu bırakmış ve 14
yaşında bir heykeltıraşın yanında çırak olarak çalışmaya başlamıştı. Akademik
bir eğitim almamasına rağmen, Da Vinci’nin kadersel dehalığı pozitivist
kuralları paçavraya çevirerek, hem parlamasına, hem de belirgin yetenekler
şeklinde gelişerek onu hiç düşünmediği ve tahmin etmediği çeşitli alanlara
yöneltmişti. Böylelikle Da Vinci, ruhsal programı gereği deha basamağına
kolayca yükselmiş bir ressam, aynı zamanda büyük bir heykeltıraş, şair, keşifler
gerçekleştiren bilim adamı, ünlü bir mimar ve hatta müzisyen olarak da
parlayarak üne kavuşmuştu.
Geçmişteki
her seçilmiş insan gibi, onunda şöhreti çeşitli rivayetlerle kehanetleştirilip artarak
devam etmişti. Fakat Da Vinci, iş edindiği ve büyük bir başarı ile yürüttüğü
sanatına, hayatının önemli bir amacı olarak sarılmamış ve hiç ehemmiyet
vermemişti. Neredeyse yaptığı resimlerinin büyük çoğunluğunu yarıda bırakarak
tamamlamamıştır. Ayrıca bilimsel konular üzerine yoğunlaşarak matematik, fizik,
kimya, anatomi, hidroteknik ve astronomi ile uğraşması ve bu konularda üstün
yetenek göstermesi, bilim ve düşünce adamlarını hayrete düşürmüştü.
Da
Vinci, özde sanatkâr olmasına rağmen, sürekli yeni bilimsel araştırmalara
meyletti ve yeni teknikler peşinde koştu. Bundan başka, askerlikle ve inşaatla ilgili
işlerde de çok usta ve bilgili biri olduğunu kanıtlamıştı. Toplar dökmüş, top
mermileri yapmış, kanallar açmış, bataklıklar kurutmuştu. Ve nihayet günün
birinde, Milano valisi Sfortza tarafından sarayın ses sanatçısı ve şairi olarak
saray hizmetine alınmıştı. Bu görevde bulunduğu sırada, daha önce yazmadan ve hiçbir
hazırlık yapmadan şaşılacak kadar güzel şiirler söylemesi, bu şiirlere çok
uygun güzel besteler yapması, şiirlerini, bizzat kendisinin buluşu ve yapısı
olan bir müzik aleti ile çalarak bir opera sanatçısının ustalığı ile dile
getirmesi, akılları donduruyor ve herkesi şaşırtıyordu. Eğer kaderce
bilgilendirilen ruhun, mutlak iradece nasıl programlandığı gerçeği
kestirebilinmiş olsaydı, şaşılacak ve gıpta edilecek hiçbir şeyin de olmayacağı
da anlaşılabilecekti.
Daha
çocukken, çok farklı bir teknik olan ve o dönemde hiç bilinmeyen yağlı boya ile
resim yapmayı kendi kendine öğrenmiş, adı, Florensa’nın ünlü ressamlarının yer
aldığı “Kırmızı Kitap”’ta yer almıştı. 1478’de yaptığı basit bir resimde,
kendini yansıtan bir genç, bir melek ve de mekanik parçalar çizerek, bilim alanında
yapacağı çalışmaların ilk işaretini vermişti.
Da
Vinci’nin ünlü resmi Mona Lisa dâhil günümüzde muhafaza edilen hiçbir resmi
orijinal değildir, değişik zamanlarda zarar görmelerinden birçok ciddi
tadilâtlardan geçirilmişlerdir. Buna rağmen tablolar özenle korunabilmekte ve
paha biçilememektedir. Bisikletin ilk
taslağını çizenin Da Vinci olduğunu biliyor muydunuz?
Da
Vinci gibi kehanetleştirilmiş bir kader mahkûmunun dehalığı sonrası bir anda
değişime uğrayarak hayatının son yıllarına doğru serserice dolaşmaya başlaması,
her şeyden ve herkesten kaçıp kurtulmak istemesi, ün, şöhret, övgü ve itibardan
nefret etmesi, her şeyi bilirken ve inanılmaz başarılarla ağızları açık bırakırken
hiçbir şey bilemez ve başaramaz hale dönüşü, bambaşka bir gelişme ve ibret alınması
gereken mutlak bir dersti.
Da
Vinci, Kral I.Francis’in kendisine tahsis ettiği Codex kalesinde yapayalnız
yaşarken önce felç geçirmiş ve iki yıl sonra da adı bilinmeyen bir hastalıktan
ölerek, geriye akılcı teorileri altüst eden müthiş bir yaşam biyografisi bırakmıştı.
Sözde
yaratıcı akla ve iradeye odaklattırılan büyük bilimsel keşiflerin ve hükmeden
iktidarlığın ardında yatan öyküler göz ardı edilir. Dünyada gelişmelere neden
olan buluşların, ani beyin fırtınaları sonucu doğduğu iddia edilir. Hâlbuki her
şey, Mutlak
İrade’nin
"o kitap"ta ki düzeneğine göre gerçekleşmekte; dehayken hiçliğe,
hiçken iktidara dönüşen sürecin altında yatan gerçek kavranamamaktadır.
Dünyayı
titreten Adolf Hitler, küçük bir kasabada doğdu ve yoksul bir ailenin sıradan
gümrük memuru olan çocuğuydu. Herkesin geçim sıkıntısı çektiği ve işsizliğin
hüküm sürdüğü o dönem, babasını endişeye sevk ediyor ve Hitler’in geleceğini
garantileyebilmesi adına memur olmasını isteyerek baskı uyguluyordu. Ancak
kaderinin hakkında ne yazdığını bilemiyor ve gelecekte dünyaya hükmeden bir
lider olacağını gerçekleşmesi mümkün olamayacak bir hayal zannediyordu.
Ancak
Hitler, babasına ısrarla karşı çıkıyor ve ressam olmak istiyordu. Karşılıklı
inatlaşmaları büyük tartışmalara neden oluyordu. Ayrıca, Hitler, okuldaki
derslerinde de çok başarısızdı, sadece ressam olma hevesiyle ileride işine
yarayacağı derslere ilgi duyuyordu. Ne var ki Yaratıcı, her ikisinin, endişe
içinde gelecekle ilgili düşlerinde canlandırdıkları meslekleri değil, dünyayı
sallayacak ve dünya savaşlarını çıkartacak bir lider olmasına karar vermişti.
Öncesinden hakkında yazılmış kader, dilek ve eğitime göre şekillenmiyordu.
On
üç yaşında babasını kaybedip yetim kalmasının ardından, çok ağır bir hastalığa
yakalanarak okula ara vermek zorunda kalan Hitler, çocuk yaşta annesini de
kaybetmesinden sonra eline geçen çok az bir yetim maaşıyla geçinemeyeceğini düşünerek
Viyana’ya gitti. Güzel Sanatlar Akademisine girebilmek için girdiği sınavda
yüzde yüz başarı beklediği sırada kaybettiğini öğrenince yıkıldı. Kaderin kendisine
biçtiği görevi bilememenin hüsranlığıyla yeteneksiz olabileceğini kabul
edemiyordu. Üstelik liseyi de bitirmemişti.
Viyana’da
acı dolu günler geçirdi, amelelik, boyacılık gibi işlerle karnını zor
doyuruyordu. Hakkında yazılmış olan kader, onu öylesine yükseltti ve yeryüzünde
hüküm sürdürdü ki, iradesel ne bir akıl, ne bir düşünce, ne bir beşeri yardım,
ne dilek, ne de bir eğitimin zerre kadar değeri olmadığını kanıtladı.
Okulsuz,
kariyersiz, güçsüz, kimsesiz, yetim ve yoksul bir çocuğun dünyaya diz
çöktürmesi, kimin mutlak iradesiydi?
Bilgisi,
yeteneği, ünü ve şöhreti sınırları aşan Da Vinci’nin dışlanmışlığa ve
yalnızlığa itilmesi kimin iradesiydi?
Artık kader mahkûmu olmadığını iddia ederek
özgürlüğü ve etkileşimi savunanlar, ne diyecekler? İnsanoğlunun asla özgür
olmadığı, Allah izin vermedikçe dileklerini ve umutlarını gerçekleştiremeyeceği,
dolayısıyla başıboş olmadıkları; “İnsan, kendisinin başıboş
bırakılacağını mı sanır!“ Kıyame Süresi 36.
Ayetle sabittir.
Her
insan, kaderini yaşadığından dünya nimetleri açısından özde birbirlerine karşı
ne güçlü ne de zayıftırlar. Sadece Allah tarafından biçilen görevleri yapmakta,
kiminin kimine karşı derece üstünlüğü akıl ve iradelerinde değil, Allah öyle
dilediği içindir. Bu sebeple insan olmalarından peygamberlerin dahi kendi
başlarına yaptırım gücü bulunmamaktadır.
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım.
Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan
mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6
“De ki:
Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De
ki: Gerçekten Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse
de bulamam.”
Cin 21-22
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size
verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün
kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan
merhamet edendir.” Enam 165
“Rabbinin rahmetini onlar mı
paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz
paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle
üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”
Zuhruf 32
Öyleyse herhangi bir beşerin geçici ve emanetsi
gücünden etkilenerek fayda vereceği mi sanılıyor? Fayda beklerken neden zarara
uğranılıyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder