Çevrelerine uymak için kendilerini yontan
insanların nasıl tükenip gittikleri İslami kesimde daha aşikâr anlaşılmaktadır.
Politikacılık ve
reklamcığın yarı doğrulardan tam yalanlar üretme sanatları olması misali vahiy
de, yorumlarla özden çıkarılıp nefislere peşkeş çekilmek suretiyle bid’at ve
hurafelerle bozulmuş, İslam ile ateizmin siyasi terminolojisi olan laiklik bir
potada harmanlatılarak özgürlük adına Müslüman millete giydirilebilmiştir.
Türban yahut
başörtüsü diye anılan örtünün inanç merkezli tartışılmaması gereken meşruiyetine
kıyılmış, din karşıtı laik rejimin baskı ve şiddetiyle Müslümanlara vurulan
zincir dolaylı taktiklerle gevşetilmeye çalışılsa da ortadan kaldırılamamıştır.
Kamuda kılık ve
kıyafet özgürlüğü gerekçesiyle girişilen kampanyalar fevkalade yanlıştır. Neden
dini ya da inanç özgürlüğü başlığı altında değil de kılık ve kıyafet özgürlüğü
ile manipüle edildiği, laikliğin ezeli din karşıtlığını ve amacını kanıtlamaktadır.
Allah’ın verdiği
bir özgürlüğün ve hükmettiği bir emrin beşerden talep edilmesi, o beşeri gücü
tanrılaştırmaktır. Ki, o beşeri güç, Allah’a ve ayetlerine savaş açmış ise hak istenmez,
doğrudan alınır. Tartışılması dahi küfrü doğurur!
Sözde
Müslümanların özsel imansızlıkları düşmanları cesaretlendirmiş, ak örtünün karaya
dönüşmesine fırsat tanınarak kamudan dışlanıp hor ve hakir kalmasına neden
olmuştur. Dolayısıyla türbana pranga vuranlar, asıl türbanı yahut başörtüyü savunanlardır.
Dini bir ibadeti
Allah’a dayanarak müdafaa edip direnç gösteremeyen münafık önderler, kahredici
nefsi çıkarları adına şapka, peruk v.s gibi saç örtüleri yahut aç-kapa
alaylarına fetva verip ayetleri nasıl eğip bükerek az bir bedele peşkeş
çektiklerini ortaya koymakta, böylece Allah’ın emrini düşmanın emrinden aşağı
görmelerinin zilletinden sorun çözülememektedir.
Kendini Allah’a,
hak ve adalete adamış İzzet Kıraç adlı bir müminin, bir bayan avukatın taktığı
türban yüzünden Gümüşhane Barosundan atılmasıyla Baro Başkanı Ali Günday’ı
öldürmesi, Maide Süresi 33. Ayetine istinaden her ne kadar meşru ise de,
kendisini savunacak Müslüman bir avukatı bulamamanın rezaletini hala
hissetmekteyim. Ne acıdır ki, en azılı teröristleri yüzlerce avukat savunmada
yarışırken, Allah için cihada kalkmış bir müminin vekâletini üstlenebilecek bir
avukatı, ancak talep ettiği fahiş ücretini peşin ödemem üzerine bulabilmiş
olmam, Türkiye’deki Müslüman gerçeğini de ortaya çıkarmıştı. Ogün İzzet Kırac’ı
katillikle yaftalayıp Ali Günday’a sahip çıkan türbanlılar ve türban
savunucuları, hangi yüzle türbana özgürlük talep etmektedirler? Pardon, türbana
yahut başörtüsüne değil kılık-kıyafet özgürlüğüne vurgu yaparak hak iddiasında
bulunmaları, Allah ve İslam nezdinde hiçbir değer taşımamaktadır.
Şükürler olsun
ki, karşımdaki güç ne olursa olsun asla boyun eğmedim, Allah’ın hükümlerine dil
uzattırmamak adına tehdit ve şantajlarına karşı yılmadım.
Verdiğim röportajdan
dolayı yargılandığım mahkemede savunmamı ayetle yaptığım sırada, ağır ceza hâkiminin,
“burada ayet okuyamazsın” uyarısı üzerine, “ben Müslüman’ım ve dinen sakıncası
olamayan her yerde ayet okurum” açıklamam akabinde, hâkimin tutuklamayla tehdidi
karşısında, “Allah dilemezse tutuklayamazsın” yanıtım, Allah dilemediğinden mahkemeye
tutuklama fırsatı vermemişti. Allah’ın tutuklamasını önemsemeyip mahkemenin
tutuklamasından korkanlar, iman etmiş sayılabilirler mi?
Yahut eğitim
adına Allah emrini hiçe sayarak örtülerini açanlar, peruk, şapka gibi
arayışlara girenler; eğitimlerinden fayda elde edebilir veya iman etmiş
sayılabilirler mi? Ya da rızık endişesi taşıyarak çalıştıkları kuruluşlarda
örtülerinden ve diğer ibadetlerinden taviz verenler Müslüman sayılabilir mi?
Allah’ın farz
kıldığı hükümleri baskı yahut şiddetle yasaklayan devlet değil baban veya
kardeşin dahi olsa, savaşmak kaçınılmazdır. Tanrı kim ise, onun sözü geçerlidir…
Bu sebeple iman
etmiş her mümin, yalvarıp yakaracağına ölümüne mücadele etmiş olsa, Allah ona
hakkını teslim ettirir. Önce adalet! Adaletin yerini bulabilmesi için ola ki çıkabilecek
kıyametten korkulmamalı, hiçbir gerekçe azgına hesap sormayı engellememelidir.
Her türbanlı kız
öğrenci gibi benimde kızım üniversiteye gitmiş, aynı anda hem kimya mühendisliğini
hem de kimya fakültesini bitirerek double yapmıştı. Ne üniversite yönetimi ne
de öğretim görevlileri kızımın türbanına müdahale edebilecek cesareti
gösterebilmişti. Kalkışanı uyarmış, uyarımın ciddiye alınmaması akabinde
şiddete başvuracağımın altını çizmiştim. Allah yasalarına muhalefet eden batıl herhangi
bir yasanın indimde zerre kadar bağlayıcılığı ve değeri yoktur. Dolayısıyla iman
etmiş her ebeveyn azgın barbarlara karşı hak ettikleri mücadeleyi vermiş
olsalardı; değil türban, hiçbir ibadet yasak konusu olamazdı.
Fransız düşünür Montesquien’un
ifade ettiği gibi; “Birtek kişiye
yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir” idrakine
sahip olmayan rejim ve güdümündeki yığınlar, kendilerini yok etme üzerine
ellerinden gelen fitneyi işlemekten geri durmamakta, sebep-sonuç ilişkisini
muhakeme edemeyerek şeytani ideolojileri uğruna kasıp kavurmaktadırlar.
Hak ve adaletin egemenliği için bugüne kadar yapılan binlerce savaşta
verilen milyonlarca canın muhteviyatı kavranabilseydi, azgını ne akıl ne mantık
ne merhamet ne de hoşgörünün durduramadığı anlaşılırdı. Bu sebepledir ki Allah,
yüzlerce ayetinde azgına karşı savaşı emretmiş, ancak zor ve meşakkatli cesur bir
mücadele sonucu haklara kavuşulabileceğini buyurmuştur.
Yoksa “ya beni okula almıyorlar, çalıştırmıyorlar, kamuda fırsat vermiyorlar,
oraya sokmuyorlar, aşağılıyorlar” pespayeliğiyle örtüler açılmayıp şapka ve
peruk benzeri maymunluklarla taviz verilmeyerek dik durulabilinseydi, bir avuç
lanetlinin gücü ne kadar şiddetli olsa da savrulacaklarına şüphe yoktur.
İnsanlığı yahut düzeni değiştirmeyi düşünenin önce kendisini değiştirmeyi
düşünmemesi ne kadar abes ise, sözde Müslümanların taptığı Allah’a değil de hilkatteki
eşlerinden korkup itaat edebilmesi o kadar absürttür.
Allah’a iman ettiği deklare eden mümine laik yasalar dayatılamaz, kısıtlamalar
ve yasaklar getirilemez, kamu adına sınırlar konulamaz, dini ve ibadeti
hürriyetleri elinden alınamaz. Bu apaçık bir savaş nedenidir.
Ülkesi için canını veren ve vermeye aday bir vatandaşı ve yakınlarını inançsal
örtüsünden dolayı dışlayarak etrafına duvarlar örmek suretiyle yasaklara mahkûm
kılan bir güçle savaşılmayacak da ne yapılacak?
Allah’a karşı her Müslüman, önce kendinden sonra toplumdan sorumludur.
Dolayısıyla her Müslüman, inancından ötürü kendisine konan yasaklara karşı
savaşmalı, batıldan yardım dilenerek dinini ve insanlığını aşağılatmamalıdır.
İslam, nasıl Allah iradesine kayıtsız-şartsız bir bağlılık ise; iman
etmiş müminlikte o yolda şehit ya da gazi olma mükâfatına ulaşmaktır. Aksi
takdirde münafık olduklarını tescil ederler.
Nasıl ki mide
ülserine yenilenlerin neden olmayıp, ülserin sizi yiyenlerden oluşması misali
Müslümanlar da, kendilerini yedirtmelerinden ülsere kapılmışlar, böylece
ruhlarındaki müzmin yaralar erozyona uğrayarak vahyi sindirememelerine sebep
olmuştur.
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde
(hak)
düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki
rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder