İyilik
ve adaletin egemenliği için vazgeçilemez bir yaptırım ise, direnmenin maksadı
nedir?
Benliğini galebe çaldırmış şeytan ve
adımlarını takip eden insanların; nefislerini hapsederek doğruya, hakka ve
adalete yönetebilmek mümkün müdür?
Eğer mümkün ise; neden Allah, kötüye karşı
şiddet ve cezayı şart koşmuştur? Bu durumda Allah, yarattığı insanın düşmanı
mıdır? Bir bilgiye göre saptırılmış insanların ıslah olabilmelerinin
imkânsızlığını buyuran Allah, yalan mı söylemektedir? İnsanların iyi yahut
kötüdeki etkileşimlerini iradesi altında bulunduran Allah mı, yoksa insan
mıdır?
İyi ile kötü insanı, insan hakları
çerçevesinde müsavileştiren hümanist düşünce; insanoğlunun hayrına mı, yoksa
şerrine mi odaklıdır?
Şeytan, hümanizm adına nefisleri azdırarak
bilumum kötülükleri temsil ediyor ise, insanlığa faydalı olabilmesi olası
mıdır?
Aklın;
doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıran bağımsız bir güç olduğu teorisiyle sözde
insanı egemenleştiren özgür irade savı; neden iyi de değil de kötüde yarışıp şeytanlıkta
sınır tanımamaktadır? Temel, iyi ile kötü esası üzerine atılmış olduğundan, iyi
de kötüde gereğini yapmakla mükelleftirler. Ancak kötüler, yaptıkları
canavarlık, haksızlık ve adaletsizlikleri nefsi mazeretleri doğrultusunda iyi
ve dosdoğru telakki etmelerinden neyin iyi, neyin kötü olduğu karmaşası,
nefislerin gücü nispetinde meşruiyet kazanmaktadır.
Bir düzende kötü ile yanlış, iyi ile doğru nefislerin eline
terk edilmiş ise; o düzende hakkın ve adaletin sağlanabilmesi mümkün olmadığı
gibi, vicdandan da söz edebilmek imkânsızdır.
Kötüye
ve suça karşı verilen her taviz, sadece o toplumu değil, tüm insaniyetin sonunu
getirecek tetiklemeyi yapar. Gerekçesi ne olursa olsun şiddete karşı şiddet,
suça karşı ceza uygulamayan iktidarlar, şeytanın batağından ve şeytan
dostlarının esaretinden kurtulamamaktadırlar.
Savaştan
ve ceza uygulamaktan sakınan devletler, milletine ve insanlık âlemine güç ve
izzet kazandıramaz, huzur ve güveni sağlayamazlar. Savaşa hayır diyenler;
şeytanın yani kötülüğün ardına düşmüş korkak, hain ve nankör yaratıklardır.
Nefislerin
hüküm sürdüğü bir dünyada kendilerini hakka ve adalete adamayarak mücadele
etmeyenlere ‘iyi’ diyebilmek söz konusu değildir.
İnsanlığın var olma amacı; kötüye karşı
mücadele ve iyiliği egemen kılmak değil de nedir?
“Cesaret insanı Zafere,
Kararsızlık tehlikeye, Korkaklık ise ölüme götürür.” Yavuz Sultan Selim
Toplumları
tutsak kılan korkaklıklarıdır. Umutlarını barbar güçlere bağlamış toplumlar,
içinde bulundukları esaretten ve felaketlerden cesaretleriyle değil, sözde politik
mantıklarla kurtarmaya çalışırlar. Oysa cesaretin mantıktan çok daha etkin olduğu
aleniyken, başa gelebilecek bela korkusuyla şerefsizliğe razı olanlar,
imansızlıklarını da kanıtlarlar.
Dünyaya
hükmetmiş Müslüman bir millet olarak zaferlerimizi cesaretle Allah’a dayanarak
elde ettiğimizi hatırlayabilirsek; ne ABD ne AB ne de NATO’ya ihtiyaç duymayıp
her türlü müşkülatın altından kalkabileceğimiz tarihsel ve imansal bir
delildir. Hak ve adalet uğruna girişilen savaş kayıp değil bilakis ekonomik
açıdan da bir kazançtır. Çünkü nefsi bir çıkar gütmeksizin Allah adına yapılan
savaşlar, o toplumu ihya eder. Eğer rızkın ve zenginliğin Allah tarafından
verildiğine inanılıyorsa! Geçmişteki referansımızdan dolayı ayakta kaldığımız
ve haçlıların saldırılarından korunduğumuz unutulmamalıdır. Bu kadar
teslimiyetçi ve ayakçı politikalarımıza rağmen silinememiş olmamızın nedeni, atalarımızın
bıraktığı mirastandır.
Milletimiz
her ne kadar imansal cesaretlerini koruyor ise de, vekil olarak seçtiğimiz politikacıların
korkaklıklarından bedel ödemekte, tarihimizdeki şahlanışımızı gerçekleştiremeyerek
bir kere ölmektense cehennem misali bin kere ölmekteyiz.
Suriye’den
atılan top sonrası yöre halkın haykırarak, “Artık yeter!
Bırakın savaşalım. Bin canımız olsa binini de çekinmeden feda ederiz” açıklamaları,
millet ile politikacıların arasındaki farkı ortaya koymuş, cesur ve imanlı
milletimizin geçmişinden hiçbir şey yitirmediğini ancak kendilerine fiyat
etiketi koymuş politikacıların nasıl bu milleri çer çöp haline getirdiği ortaya
çıkmıştır.
Sesleri
gür çıkan insan müsveddesi korkak yığınların ulumalarına kulak verildiğinden,
batıl güçlerden ve artıklarından medet uman pespaye politikacı ve gazeteciler, cesaretiyle
namlı Müslüman Türk milletini dünyada rezil rüsva etmişlerdir. Köpekler misali
havlamaktan dahi çekinen politikacıların idare ettiği bir toplumun başı dik
olabilir mi?
Barış, adalet ve insanlık
adına kötüye karşı yapılacak savaşı felaket görenden daha alçak ve şerefsiz kim
olabilir?
CHP’nin
terörist BDP ile aynı safta yer alarak tezkereye karşı muhalefet etmeleri, millet
düşmanlığının bir kanıtıdır. Güya gençlerimizi düşünerek çıkacak savaşta
ölebileceklerinden endişe duyma gerekçeleri, kanla sulanmış bu vatan
topraklarında yaşamalarını haram kılmaktadır. Ayrıca öylesine yıkıcı bir fitne
de sokmaktadırlar ki, savaşta ölecek olanların masum Anadolu gençleri olacağı,
cephelerde ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan ne vekil ne de zengin çocuklarının
çarpışmayacaklarını iddia ederek, vatanın bütünlüğünü tehlikeye sokma
ihanetinden de kaçınmamışlardır.
Oysa
gerçekten bu cesur ve imanlı milletin fertleri olmuş olsalardı, hiçbir vatan
evladının hesap yapma arayışlarına kalkışmadan canlarını seve seve değerleri
uğruna feda etmekten kaçınmayacaklarını bilirlerdi. Ama PKK’lı teröristlerin
katliamlarına pekâlâ sevinmekten de geri durmazlar. Bu vatan ve milletin iktidarını CHP’ye emanet etmekle şeytana emanet
etmenin bir farkı var mıdır?
Neymiş
efendim; Türkiye ile Suriye’yi karşı karşıya getirip savaşa sokmak için tahrik
amaçlı saldırılara karşı soğukkanlı ve temkinli davranmak gerekliymiş,
Türkiye’nin başını derde sokmamalı ve sıkıntıya düşürmemeliymiş, Türkiye savaşa
girmemeliymiş gibi korkakların sığındıkları argümanlar, Türkiye’yi güçlü,
bağımsız ve caydırıcı kılabilir mi? Hem
güçlü ve bağımsız bir devletim diyeceksin, hem de kötüye karşı savaşmaktan
korkacaksın!
“Cesurun ayakları dayanmak, korkakların ayakları kaçmak için yaratılmıştır.” Hz.
Ali (r.a)
Şeytanı
takip eden kötüler kadar, iyilik ve adaletin taraftarları da aynı cesaret ve
kararlılıkta hakkın yanında yer almış olsalardı, kötülüğün nebze kadar zararı
hissedilmezdi. Ama savaş ve öldürülmekten kaçınanlar, dilsiz şeytanların ta
kendileridirler. “Bilmediğimiz
şeyler bizi felakete sürüklemez. Bizi felakete sürükleyen şeyler, gayet iyi
bildiğimizi sandığımız, fakat öyle olmayan şeylerdir.” Samuel Johnson
İnsanlar, yaşadıkları onca tecrübeye karşın akılları olduğu halde
muhakemeden yoksun olmalarını ve duyguları bulunduğu halde vicdan
taşımamalarını saptırılmışlıklarına yorumluyorum. Sürekli barıştan ve
mutluluktan söz eder ama bedelini ödemeye yanaşmazlar. Savaşsız bir barış,
sıkıntısız bir mutluluk elde edilebilir mi?
Savaşı bir ölüm ve felaket görürler ancak binlerce musibetin etraflarını
çevirip çok daha beter uğrayacakları fecaatleri hiç hesaba katmazlar. Sanki
ölüm ve felaket, sadece savaşla sahipleniliyor! Güçleri yetiyorsa ölümü ve
felaket getiren diğer musibetleri de engellesinler de, korkaklıkları değer
kazansın!
Oysa
musibetin, hilkatteki insanın insan olabilmesi için hakiki
bir mihenk taşı olduğunu idrak edebilseler isyan değil sabreder, hatta beterin
daha beteri olduğu muhakemesiyle şükrederler.
Kötüyle
savaşmayacak, suçluya ceza vermeyeceksin; sonra da barış, iyilik ve adaletten yana
olduğunu iddia edeceksin. Bedeli ödenmeden elde edilen kazanç gayrimeşru
olduğuna göre; gayrimeşru bir barışın, iyiliğin ve adaletin mukim kılınabilmesi
mümkün müdür?
Mal kaybeden
bir şey kaybetmiştir;
Şerefini
kaybeden birçok şey kaybetmiştir;
Cesaretini
kaybeden de her şeyini kaybetmiştir… Goethe
1 yorum:
merhaba güzel abim şehit usma için vermiş olduğun taziye ilan beni burya getirdi.Suriye ile ilgili yazını da beğendim. selamtle
Yorum Gönder