Bir kimse; ne
kadar bilgili, inançlı, tecrübeli ve zeki olsa da gerçekle bütünleşemez.
Çağdaşlık
manipülasyonuyla kozmetik ürünlere odaklanmış bir nefsin kişilik karmaşasını tatmin
edebilme imkânsızlığı yüzünden huzur ve mutluluğa kavusulamamakta, bitmek
tükenmez arzular yasamı cehenneme çevirmektedir.
tükenmez arzular yasamı cehenneme çevirmektedir.
Tanzanya’ya
bağlı Zanzibar Adasına yaptığım bir haftalık ziyaret, nefsi azdıran yapay
gösterişten arınmış toplumların nasıl sabırlı ve mutlu olabildiklerini öylesine
kanıtlamıştı ki, sorunların madde de değil maneviyatta olduğu alenen açığa
çıkmıştı.
Eşimle birlikte
kaldığım Melia Hotel’deki bir gecelik fiyatına 1 ay çalışan insanların güler
yüzleri ve mutlulukları insanlığımdan utanmama, çağdaşlık diye nitelendirilen ihtiyaç
fazlası gelişim ve zenginliğin mutluluk değil sıkıntı getirdiğini daha da pekiştirmişti.
Nüfusunun % 99’u
Müslüman olan Zanzibar Halkının neredeyse tamamı aylık 60-70 Dolar yahut daha
az bir gelirle geçindikleri halde isyan etmeyip yahut kötü yollara sapmayıp
şükretmeleri, bastan çıkarıcı marka, kıskançlık, haset ve fitnelerden uzak
kalmalarındandır. Dinleri İslam’ın asıl hayatın ahiret, dünyanın da bir
eğlence, oyuncak ve oyundan ibaret gösteriş yeri olduğu gerçeğini kalplerine
nakşettirmesindendir.
Ayrıca
Zanzibar, tüm dünyayı içine çeken turizmde iddialı ve Türkiye’den hatta Dubai’den
farksız muhteşemlikte otellerle çevrili olup, tabiat güzelliğinin bir benzerine
rastlanamayacak eşsizlikte ve cennetin dünyadaki yansımasıdır. Belki sömürücü
AVM’lere, markalara, meydan okuyucu mahpushanesi siteleri göremezsiniz ama
doğal güzelliğiyle özdeşleşmiş yapılarını hayranlıkla takdir eder, göç etmeye
dahi kalkışabilirsiniz.
Yaklaşık 120 ülke
dolaşmama rağmen Zanzibar’dan etkilenme nedenimin "insan"
olduğu gerçeği malumunuzdur. İçinde insan olmayan bir ülke, hayranlık uyandırır
veya mutluluk getirebilir mi? İmaj doğursa da, tıpkı ilişki anındaki tatmin
misali geçici bir keyif verir.
Dolayısıyla gösterişsel
güç ve zenginliğin mutluluk değil ruhu fakirleştiren bir bela olduğu tartışılmazdır.
İnsanoğlu, ne zaman ihtiyaç fazlası arzuların esiri olmuş, o
zaman sıkıntı ve musibetleri davet etmiştir.
zaman sıkıntı ve musibetleri davet etmiştir.
Eşimin örtüsünden
dolayı Türkiye’de uğradığı tacizlerin aksine karsılaştığı saygınlık yerel halkın
yanı sıra otelde kalan onlarca Batılı kadın ve erkekçe de takdir edilmiş,
maalesef
ülkem vatandaşlarının dost ya da insan değil, düşman ve yaratık olduklarını ortaya koymuştur. O kadar sıcağa karşın namahrem erkeklerle yüzme havuzuna veya plajda denize girmemesi inancındaki samimiyetine gıpta ettirmişti. Dış görünüşümden ne olduğum meçhul bir görüntü sergilediğimden, eşim sebebiyle itibar kazandığımı da belirtmek isterim.
ülkem vatandaşlarının dost ya da insan değil, düşman ve yaratık olduklarını ortaya koymuştur. O kadar sıcağa karşın namahrem erkeklerle yüzme havuzuna veya plajda denize girmemesi inancındaki samimiyetine gıpta ettirmişti. Dış görünüşümden ne olduğum meçhul bir görüntü sergilediğimden, eşim sebebiyle itibar kazandığımı da belirtmek isterim.
Ne acıdır ki kendi
vatanında karşılaşmadığı alakayı yabancı ülkelerde bulması, sözü medeni özü hayvandan
da daha aşağı bir avuç laik ve Kemalist’in insaniyet taşımamalarındandır. Dünyanın
hiçbir yerinde Türkiye’deki gibi İslam’a ve Müslümanlara şiddetle hasım bir güruhla
karsılaşmak mümkün değildir.
Çağdaşlık
uğruna en üstün iyiliği ve insanlığı, hor görülmesi gereken şan, şöhret,
gösteriş ve zenginlikte gören insan müsveddeleri, erdemlik ve faziletten
tamamen soyutlanmış olmalarından kendi düşünce ve davranışında olmayanları
ilkellikle aşağılarlar.
Uygarlığın
doğuşu olarak bilinen Helenistik döneminde krallar, nasıl debdebeye ve heybete önem vererek,
toplumların huzursuzluk ve sorunlarını kamufle amacıyla gözlerini boyamak ve
etkileyebilmek için mimarlık alanında yenilikler yapmak suretiyle aldatma
yolunu seçmişler ise, günümüzde de aynı taktik uygulanmakta, böylece çağdaşlık
adı verilen ruhsuz beden misali materyalist bir dünya oluşturularak insanlık
biçilmektedir.
İktidarları
altındaki insanları kalıcı bir mutluluğa, huzura ve güvene götüremeyenlerin yaşamda
yaptırımı olmayan görsellik hilesiyle yapaylıkta aşırıya giderek gösteriş,
lükslük ve konforla ihtişama ve azamete kalkışmaları, insanı insan yapan
değerlerin katledilmesine neden olmuştur.
Ogün, nasıl ki devrin filozofu Diogenes öğlen vakti eline bir fener
alarak pespayeleşmiş Atina sokaklarında “Bir
adam arıyorum” diye dolaşmışsa, bugünde dünyada erdem ve fazilete önem
veren bir adam bulabilmek imkânsız hale gelmiştir. Kendini nefsi istek ve duygulardan uzak
tutamayarak nefsinin kölesi olanların adam olabilmeleri mümkün müdür?
Bu sebeple asıl özgürlük, nefse köle olmamaktır.
En
üstün meziyetin erdemlik ve fazilet olduğunu idrak etmiş olanlar, nefsin kışkırttığı
benliksel arzu, şehvet, ihtiras ve duygulardan arındırılmış olmalarındandır.
Bir saniye
sonrası meçhul yaşamını gerçekle özdeşleştiremeyerek, dünya hayatının bir yalan
ve aldatmadan ibaret görsel bir şov olduğu hakikatiyle şanı, şöhreti, iktidarı
ve servetiyle kendini ayrıcalıklı ve üstün zannedenin akli olabilmesi söz
konusu mudur?
Adı Ali Ağaoğlu
olan bir rezil, herhangi bir musibette yıkılarak ya da yanarak binlerce insanın
topyekûn katline yol açacak binalarının satımı için, bir çağ açıp bir çağ
kapatan Hz. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fetih tarihini alçakça kullanıp,
o muhteşem tarihi nasıl istismar ettiğini reklamlarda öğrendim. Acaba daire
satacağı insanlara huzur, mutluluk ve güven verici bir tanrı mı ki, hadsiz
abartılarına o muhteşem tarihide katarak aldatmada sınır tanımıyor?
Dairelerinden satın alacak insanlara ölümsüzlük verebiliyor mu? Yaşam garantisi
sunabiliyor mu? Dairelerinde oturdukları müddetçe her türlü elem ve kederden
sakınma güvencesi sağlayabiliyor mu? Dairelerini satın alanlara yaşam boyunca
hiç hasta olmayacaklarını taahhüt edebiliyor mu? Öyleyse dağları yaratmışçasına
neyiyle böbürleniyor?
İşte
görselliğin, sömürünün ve aldatmanın bayraktarlarından biri olan bu rezil,
tıpkı uygarlığın başlangıcı sayılan Helenistik döneminin kralları gibi yaptığı
büyük binalara mozaikler, mermerler, sütunlar, şatafatlı aksesuar ve süsler
giydirerek, muhakeme yetisi olmayan yığınları kandırmaktadır. Politikacılar da
aynı argümanlarla toplumları deşmiyorlar mı?
Gerçekte çağdaş
olarak övünülen ve insanların etkilenmesine neden olan illüzyonsu makyaj,
sihirbazların göz boyamalarından ya da dolandırıcıların iknalarından
farksızdır. Dolayısıyla nefislerini dizginleyemeyenlerin düştükleri tuzakta
huzur ve mutluluk bulabilmeleri mümkün müdür?
İlk insan Hz. Âdem’in
yaratılmasında düalist ne ise, bugünde, gelecekte de aynıdır. Ebedi bir yaşam,
sağlık, huzur, güven, mutluluk ve her türlü kötülük ve beladan arınmış bir
hayat sunamayanların yalanlarına kulak verenler, küçülen etekler karşısında
salyaları akan sapkınlar gibidir.
Olumsuzlukları
tamamen ortadan kaldırıp yaşam sürecince engelleyerek ruhta yani psikolojide
yahut kaderde devrim yapamayanları iktidar sanıp alkışlayandan daha ahmak kim
olabilir? Süsü, markayı, modayı ve görselliği yaşamın vazgeçilmezi yapandan
daha akılsız kim olabilir? Sağlık, huzur ve mutluluğa parayla ulaşılabileceğini
umut edenden daha budala kim olabilir? Çağdaşlığı erdemliğe tercih edenden daha
aptal kim olabilir? Ruha değil bedene odaklanandan daha ölü kim olabilir?
Yaratıcı yerine yaratığa inanıp güvenenden daha sapık kim olabilir?
“Bir dileğin var mı?” diye sorana; “Var, gölge
etme başka ihsan istemem!” denilebildiği sürece, insanın yaratıktan
öte hiçbir güç ve iradesi bulunmadığı bilinciyle gerçeğe kavuşularak, sabra ve
mutluluğa giden yol aydınlanacaktır.
“Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma. Yedi iklim benim deyu güvenme. Uyan ey
gözlerim gafletten uyan! Uyan uykusu çok gözlerim uyan. “ Sultan
III. Murat
“Her
nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.” Müddesir 38
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder