Ne zamanki vicdanı ve heyecanı sönmüş kaşarlılardan kurtulur; o zaman hak, adalet, cesaret ve erdemlikle bütünleşmiş siyasetçilere ve topluma kavuşulur.
İnanç ve imandan yoksun seküler rejim egoist politikacı ve bürokratlar üretmekte, makamlarına göre kendilerini merkez edinen fırsatçılara imtiyazsı hüviyetler kazandırarak, halkı talan ettirmektedir.
Özgürlük, bireyselcilik, eşit hak ve paylaşım manipülasyonuyla başvurulan demokrasi düşüncesi; ayırımcılığa, sömürücülüğe, yolsuzluğa, hırsızlığa ve ihanete meşruiyet kazandırmış, yaratıcıya kulluk ve teslim olma yerine insana boyun eğmeyi akılcılık ve ilericilik dayatmıştır.
Sıkıntılarının giderilebileceği umuduyla güvendikleri vekil ve hükümetlerini seçebilmek için yarışan insanlar, ne gariptir ki her defasında lanet okumaktan ve pişmanlık duymaktan vazgeçmemiş, uğradıkları hayal kırıklıklarını, baştan çıkarıcı rejime değil vekillerine bağlama yanlışından sıyrılamamışlardır. Benliklere galebe çaldıran rejimin, öncesinde dürüst ve merhametlileri dahi nasıl azdırarak yoldan çıkarabildiği muhakemesini yapabilselerdi, sorunun nerede olduğunu da kestirebilirlerdi.
Rejimin sağladığı payelerle şımararak kendini seçen halkla aralarına sınır koyan vekil ve liderlerin öncesi ve sonrası kıyaslanıldığında, nasıl bir dönüşüme uğradıkları, toplumsal adalet için taşıdıkları heyecan ve çabaları sadece nefislerine yönelttiklerini anlayamayacak bir ahmak bile yoktur. Ancak menfaat havuzundan yararlanan, kazandığı kimlikle ayrıcalığa ulaştığını ve ileride kendisine de bir makam sağlanabileceği etiketiyle bekleyen bedellilerin destekleri, yanlışın sürmesine neden olmuştur.
Halkın milli, manevi, ekonomik, hak, adalet ve bütünlüğü lehine olabilecek hiçbir kararda anlaşamayan lider ve partilerin, maaşlarına yapılacak zam konusunda yekvücut ittifak kurmaları; insanın, keşke düşmanlarca işgale uğrasaydık da seçtiğimiz vekillerce böylesi bir ihanetle karşılaşmasaydık serzenişini doğurmaktadır.
25 yıl öncesinden tanıdığım ve erdemli çıkışlarına destek verip arkadaşlığımı sürdürdüğüm söz konusu sömürü yasasının mimarı TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, “bu kadar mı” dedirtecek değişimine her ne kadar şaşırsam da, rejimin kendisini nasıl tüketip bitirerek çerçöp etmek suretiyle merhamet ve adaletten uzaklaştırıp oportüniste dönüştürmesini, olması gereken sonuca bağlıyor, dolayısıyla kendisine ancak rahmet diliyorum.
Sayın Çiçek, her düşünce, ideoloji ve parti tarafından sevgi, saygı ve güven duyulduğuyla övünmekteydi. Allah ve Resulünden bile üstün olan bu meziyetini, taktığı maskelerle sağladığı deşifre oldu. Öyle ya! Allah, tüm kâinatı yaratıp rızık ve yaşam verdiği halde inkâr edilebiliyor, inanılamıyor, yok sayılabiliyor, buyrukları önemsenmeyip alaya alınabiliyor, savaş açılabiliyor, hakarete uğrayabiliyor ama Cemil Çiçek, her kesim politikacıca sevilip güvenebiliniyor ise; Allah ve Resulünden daha üstün olan ikna gücünün sebebi de anlaşılmaktadır.
İki yıl vekillik yapmış olanları bile astronomik rakamlarla emekliye kavuşturan TBMM’ni ve partileri, vicdanı ve muhakemesi olan insanlar değil de zihin ve kalpleri mühürlü yaratıklar mı yönetmiyor? Dört yıl vekillik yapanlarla ancak yaşlanınca emekliye kavuşanların vatandaşlık temelinde ne farklar var? Acaba TBBM üyeliği bir tanrısallık makamı mıdır? Neden vekillere yapılan yüzde 100’lük zamlar halka reva görülmüyor? Yoksa halk zengin de vekiller mi yoksul?
“Neden Oy Kullanmıyorum” adlı kitabımda; seçimlerin hilesel bir oyun, seçmenlerin kütükten farksız yığınlar, vekillerin halkın değil kendileri ve partilerinin çıkarlarını gözeten sömürücüler olduğunun altını çizmiş, aday babam dahi olsa insanlık şerefi ve adalet adına asla oy kullanmayacağımı vurgulayarak, milletimizi uyarmaya çalışmıştım. Ki, ne kadar haklı olduğum bir kez daha kanıtlanmış, gece yarısı ittifakla çıkardıkları yasa ile nasıl vicdansız, onursuz, acımasız ve sömürgeci oldukları ispatlanmıştır.
Düşünebiliyor musunuz; monarşi yönetimlerinde dahi şahit olunamayacak her türlü itibara, saygınlığa, sağlık ve ekonomik imkânlara, dokunulmazlığa, sosyal, siyasi ve yargılanmama ayrıcalığına, hesap sorma güçlerine, VIP olanaklara, yasa yapıcılıklarına, büroları, sekreterleri, danışmanları, şoförleri, otomobilleri gibi imtiyazlıklarına ve ellerindeki binbir türlü fırsatlarına rağmen; Çiçek’in ifadesiyle, güya yaşam koşullarının ağırlığı, özlük haklarıyla ilgili bağımsız yasalarının bulunmaması, kamu görevlilerinden daha az devlet imkânına sahip olmaları gibi akıl almaz mazeretler gerekçe gösterilip, maaş ve emekliliğe ilişkin düzenlenmeye ihtiyaç duyulduğu bahanesi, sadece milletimize değil, insanlığa yapılmış bir nankörlük, bir hainlik ve bir açgözlülüktür. Sanki vekiller, sokaktan toplanmış tinerciler misali hiçbir özlük hakkına sahip değillermiş...
Sözde dünya parlamentoları dikkate alınarak yaptıkları sömürüyü savunan Çiçek, o parlamentoda ki ülke insanların gelir seviyelerini ortaya koymaksızın milleti aptallıkla aşağılaması da apayrı bir suçtur.
Kapitalizmin bile bir insafı vardır. En azından halkın ayaklanmaması için dengeyi muhafaza etme telaşı taşınır. Oysa TBMM, aptal ve yığın halkın nasıl olsa tepki gösterecek bir cesareti olmaz hesabıyla böylesine cüretkârca davranabilmesinin sorumlusu, onları kudret sahibi yapan halkın ta kendisidir. Her ne kadar ihanete uğramış milletin sözcüsü değilsem de, haksızlık karşısında susarak dilsiz bir şeytan olmayı reddettiğimden liderlerin akıllarını başlarına alması, kendilerini destekleyen o yetim ve dulları sömürmekten vazgeçmeleri için tepki gösteriyorum.
Ayrıca, halkın üzerine devasa bir yük olan sözde milletvekilleri ne iş yapmaktadırlar? Allah, kâinatı yaratırken kanunlar koymuş ve düzen için, asla değişmez ve değişmesine ihtiyaç duyulmayan yasalar göndererek, dünyanın sonuna kadar baki kılmıştır. Dünyanın kaderini mi değiştirdiler ki sürekli yasa çıkartmakla böbürleniyorlar, yaptıklarını iptal edip yenileriyle değiştiriyorlar, yap-boz-kopyala-yapıştır uğraşılarını başarı sayıyorlar, her söz ve esintiye yasa getiriyorlar, kişiye özel kanunlar çıkartıyorlar, ya affedip ya da cezalandırarak tanrılığı oynuyorlar. Yaptıkları yasaları kalıcı kılmamanın amacı; görevlerinin son bulup ihtiyaç duyulmayacakları endişelerinden mi, yoksa tanrısallıklarının mı başarısızlığı? Oysa geçmişteki sınırları belirsiz imparatorluklar, özellikle Osmanlı devleti, savaşın en dehşetli anlarının sürdüğü dönemlerde bile idareleri altındaki onlarca ülkeyi valilerle yönetmiş ve günümüzdeki gibi teokratik bir bürokrat yığınına ihtiyaç duymayarak düzeni adaletle sağlamışlardı. Çünkü huzur, refah ve barış içinde yaşamanın anahtarı, adaletti. Ancak adaletin olmadığı bir düzende sürekli yenilenen yasalarla insanın kimyası bozulmakta, ruh depresyon geçirmekte; dolayısıyla zulmün en berbat şekli vücut bulmaktadır.
Politikacıların büyük gururları, küçük insanlar olduklarına bir kanıttır. Her biri zenginler sınıfında oldukları halde fakir ve fukaranın haklarına göz koymaları, hangi aklın ve vicdanın kabul edebileceği bir anlayış olabilir? Bir muhtar bile seçilebilmek için 500 milyarlık kampanya yürütebiliyor ise, milletvekillerinin seçilebilmek ve partilerin iktidar olabilmek için ne kadar harcama yaptıklarını siz düşünün?
Bu milletvekilleri mi maaşlarıyla geçinemiyor, giderlerini karşılayamıyor ve iddia edildiği gibi dilenecek halde yoksulluk çekiyorlar? TBMM’nin ne saygınlığı ne de güvenirliliği kalmıştır…
Hz. Ömer, bir gün eşinin üzerinde yeni bir elbise görünce; “Elbiseyi yeni mi diktirdin” diye sorar. O’da; “Evet, ya müminlerin halifesi, verdiğin harçlıkları biriktirip yaptırdım” diye yanıt verince, Hz. Ömer; “Demek ki fazla maaş alıyorum. Beytülmale haber edeyim de maaşımı azaltsınlar” dedi.
Derhal yasanın geriye çekilmesini ve hadlerini bilmesini öğütlüyorum. Unutmasınlar ki, zaten varlıkları ve icraatları toplumda kaos oluşturmakta, ne kadar düşmanlık, ayırımcılık, fitne, bozgunculuk, sömürü ve kayırıcılık var ise, müsebbibinin kendileri olduğunu hatırlamalılar.
"Bir adam politikacı olur olmaz onun dalavere yapması için her şey hazırlanmıştır. Politikacı derisini değiştiren bir yılana benzer. O halkın temsilcisi olmadan önce siyasal güce karşı koymaya daima hazır birisiydi. Şimdi ise güç kendi eline geçince bütün sorunları kendi çıkarı doğrultusunda görür ve değerlendirir." Alain
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder