Yeryüzünde meydana gelen her felaket, insanoğlunun benliğinden türeyen gururu yüzündendir. İnsanın yaratık bir kul olduğunu ya doğrudan ya da dolaylı yollardan ısrarla reddederek, kendini hatadan münezzeh görmesi yahut sevdiklerince lahuti kabul edilerek tanrılaştırılması, gerçekte nasıl bir hiç olduğunu ortaya çıkaran kanıtların deşifresini doğurmaktadır. Dolayısıyla hata ve yanlışında gururunun galebe çalmasından Allah’tan değil de hilkatteki eşlerinden tedirginlik duyarak açığa çıkan günahlarını inkâr edip gizlemeye kalkışması, şeytan misali benlik güderek sanki Allah’la eşdeğer durumdaymış gibi kibri bir duygu karmaşası yaşamasına neden olmaktadır. Böylece hem imanını yitirmesine, hem toplumsal ahlakı çökertmesine hem de çok kötü örnek olmasına sebebiyet vermektedir.
Bilginiz olduğu üzere cennette yaşayan şeytanda gururundan lanetlenmiş ve ne kadar üstün bir ilme ve mevkie sahip olsa da cehenneme gark olmasını önleyememişti. Bu sebeple benlik ve gurur; ebedi bir lanet ve tanrılaşma kompleksidir…
Akla gelebilecek her kötülük, canavarlık ve ahlaksızlığın insanın işleyebilmesi için yaratıldığı tartışılmazdır. Yaratıcı’nın dilediğini yüceltip dilediğini alçaltması, dilediğini hidayete kavuşturup dilediğini saptırması sonucu düşünce ve fiillerin üremesi, şüphesiz kendi elleriyle yaptıklarının imtihansal nedeni ve karşılığıdır. Kendini ne kadar yüceltirse, alçalabilmesi için o kadar sebepler meydana gelmektedir.
İnsanların kötülük ve günahları gizliden yapma eylemleri, Allah’a apaçık bir şirktir. Hele inananların her şeyi gören ve duyan bir Rableri olduklarına iman etmeleri akabinde insanlardan sakınarak ahlaksızlık ve erdemsizliklerinin ortaya çıkmaması adına ön ve arkalarına set çekebilecekleri düşünceleri, Allah’ı yok saymak olup, doğrudan kendileri gibi insanı tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir.
Şüphesiz ben bir insanım. Hata ve yanlış yapmak kaçınamayacağım bir fıtrattır. Hatadan yoksun bir tanrı olmadığıma göre; neden yaptığım hata ve yanlışlardan gocunayım, kendimi ayıplayıp alçalmış zannedeyim?
Asıl bedbahtlık ve şirksel günah, kendini hata yapmaz görüp gururuyla dağlar üzerinde yürüyerek böbürlenen kimselerdir. Yanlışını örtbas edecek hilelere girişerek cürümlerini giderici pişmanlık ve tövbeyi dışlanacağı, gururunun incineceği veya ceza görebileceği endişesiyle kabul etmeyenlerden daha berbat kimseler olamaz.
Yapılan suç ne kadar korkunç olsa da yüzleşmekten kaçınmamalı ve Allah’ın bildiğini kuldan saklayarak daha beterini yükümlenmemelidir. Önemli olan insanlar nezdinde aklanmak değil Allah’ın indinde temize çıkabilmektir. Ancak Allah’ı hiçe sayarcasına toplumun yargılarına yoğunlaşarak kaygılanmak, şeytanın adımlarını takip etmektir.
Allah nezdinde makbul olan bir kimseye bütün insanlar yüz çevirse ona bir zarar gelir mi? Allah indinde makbul olmayan bir kimseye bütün insanların tazim ve desteği ona bir fayda sağlar mı?
Hiçbir insan yoktur ki, bir başkasını yerme hakkına sahip olabilsin. Çünkü herkes birbirinden daha günahkâr ve kusurludur. Eğer ahlakı veya suçu bir yönüyle alıp ya da ilahi kuralları tanımayarak nefsi değerlendirip de diğer kabahatleri görmemezlikten gelmek, kafasını toprağa gömen devekuşundan farksızlıktır. Fakat birçoğunun kendini temiz zannedip geri kalanı günahkâr sayması ve suçundan dolayı üzerine gitmesi, ne kadar gafil olduklarını ortaya koymaktadır. Belki o, işlediği suçuna rağmen kendisinden daha doğru ve temizdir. Kimin doğru, vicdanlı ve temiz olduğuna ancak, kalplerde saklı olanı bilen Allah’tan başkası karar veremez.
“Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.” Nisa 49
Bilvasıta toplumda kendini her ne kadar temiz, dürüst ve doğru göstersen de, gerçekte kim olduğun bir müddet sonra ortaya çıkmaktadır.
İnsanların beğenisi ve takdirini kazanabilmek için takınılan maskelerin odağı olan politikacılar ve dümen suyundaki fırsatçı din adamlarıdır. Zaten toplumu bozan ve riyakârlığa dönüştürerek erdemsizliğin tüm yaftalarını yapıştırtan politikacılar ve din adamlarıdır. Oysa insanın değil Allah’ın düşüncesi önemsenebilseydi, ahlaksızlık ve adaletsizlikler otomatikman ortadan kalkardı. En ağır suçu dahi işlemiş olsan, Allah’ın bildiği gerçeğiyle suçu gizlemek, yalan söylemek, iftira atmak ve manipüle yoluyla kurtulabilme hilelerine sapmak, insanı insanlıktan ve imansızlıktan çıkaran en korkunç davranıştır.
Örneğin gündemde olan Cübbeli Ahmet’in kadınlarla ve çetelerle olan ilişkisini sosyolojik açıdan inceleyelim.
CHP ile kurduğu ilişkiden dolayı Cübbeli Ahmet’i nasıl eleştirdiğim ve CHP ile aralarındaki sırlarını ortaya döktüğüm hepinizin malumudur.
Zina, her ne kadar laik rejim gereği toplumda suç sayılmayıp yapmayan gerici sayılsa da, dinen haramdır. Zina ve fuhuş bir yana, her türlü pornografik ve çarpık ilişkilerin dizilerle evlerimize girerek aileleri zehirlemesini çağ atlama olarak nitelendiren Türkiye’de, Cübbelinin kendi fıkhınca yaptığı çok evliliğe tepki gösterilmesi ayrı bir paradokstur.
Ayrıca Karagümrük çetesi adına yapılan operasyonda çete başının salıverilip de Cübbeli ve adamlarının tutuklanmaları, asla izah edilemez. Çete başının Cübbeli aleyhine şahitlik etme karşılığı salıverildiği ve kumpasın arkasında Fetullah Gülen’in olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Her ne olursa olsun rehber olmuş takva bir hocanın, fıkhını nefsine göre değil Allah ve Resulünün hükümleri doğrultusunda yorumlaması kaçınılmaz olmalıdır. Nasıl Fetullah Gülen, fıkhı gereği küfre saplanmış ise, Cübbeli de fıkhı gereği günaha saplanmıştır.
Maalesef Cübbeli’nin nefsine mağlubiyetinden kadınlarla anılması ve İslam’ın yasak kıldığı suç çeteleriyle irtibatı; vahyi ve güveni bertaraf etmiş ve fevkalade kötü bir örnek oluşturmuştur.
Şüphesiz Ahmet Hoca’da herkes gibi bir insan ve hataya açık olması mutlaktır. Her kul gibi nefsini engelleyemeyerek ardına takılması yaratıksal fıtratındandır. Sorun, eğer bir günaha saplanmış ve hata yapmış ise deşifresinden rahatsızlık duymaması, insanlardan değil Allah’tan korkarak yanlışını gizleyen arayışlardan kaçınması imanın bir gereğidir. Her ne kadar ilim sahibi olsa da insanların kendini yüceltmesi gururunu kamçılamış ve itibarını kaybedebilecek korkusuyla itiraftan kaçınarak ne Allah’tan ne de sevdiklerinden af ve özür dileyebilmiştir.
Ne yazık ki Ahmet Hoca’nın iddia edilen kaset daha yayınlanmamışken uğradığı şantaj safhasında mahkemelere başvurup yayın yasağı getirmesi, çetelerden yardım istemesi ve izleyenlere hakkını haram edeceğini bildirip cemaatine baskı yapması, iman etmiş bir müminle özdeşleşmeyecek bir tavır ve suçlu psikolojisiydi.
Eğer davranışı günah, yüz kızartıcı bir suç ve gayriahlâkî ise, yaptıklarını gören Allah’a karşı sorumluluk ve utanç duyarak insanların izlemesi ve bilmesine kesinlikle aldırış etmemeliydi. Şayet kadınlarla olan ilişkisi dinen meşru ise, onca korku, gayrikanunî çabalar ve sonu hapisle biten hüsrana ne hacet vardı?
İşte insanlar; gerek dinli gerekse dinsiz olsun gururlarını benliklerinden söküp atamadıklarından hep topluma veya ailesine karşı imaj kaybına uğramalarını telaş eder, Allah’ı asla hesaba katmazlar. Sanki Allah’ın görüp bildiğini pek umursamazlar. Asıl hesap sorucu ve ayıpları ortaya dökücü Allah’ı görmemezlikten gelmeleri, ne kadar tedbir almış olsalar da rezil rüsva olmaktan kurtulamaz, aksine en yakınlarının ihanetine uğrarlar. Tıpkı Cübbelinin koruması ve şoförünün ayıplarını ortaya dökmesi gibi.
Nefsime hâkim olamayıp Allah’ın hoşuna gitmeyen hangi suçu veya günahı işlesem de, asla gizli yapmam ve açığa çıksa da inkâr etmem. Çünkü tanrı değil bir insan oluşumdan işlediğim günah veya suçu gururuma ve çevreme göre değil Allah’a karşı yargılar, insanı değil yaratıcım olan Allah’ı muhatap alıp hüküm verici tek güç addederim. Maalesef Ahmet Hoca gururuna yenik düşmüş, cemaatinin kendisini hatadan münezzeh görmesinin bedelini ağır ödemiş ve sevdiklerine de ödetmiştir.
Peygamberler dahi insan olmalarından hata ve yanlış yapabilirdi ama Allah’ın elçileri olmaları hasebiyle sebatkâr kılınmışlardır.
“Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.” İsra 74
Gerek siyasiler gerekse din adamları, insan olmalarından hata ve yanlışa sapabileceklerini taraftarlarına sürekli vaaz etmeli, dolayısıyla fayda veya zarar verme gücüne sahip olmadıklarını vurgulayarak, kendilerini Allah’a ortak koşarcasına tanrısallaştırmalarının önüne geçmelidirler. Böylece yaptıkları hatalar ne denli korkunçta olsa toplumsal ahlakı yüceltebilmek için itiraf edip af ve tövbe etmekten kaçınmamalı, imaj kaybı gibi bir karmaşayla insanlıktan ve adaletten soyutlanmamalıdırlar. İçinde bulundukları toplumda aynı ahlakı örnek alır, insan da layık olduğu liyakate ulaşarak sözünün güveni tesis olur. Allah’tan çok insanlardan ya da devletten korkmak, Allah’a ortak koşmaktır.
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6
“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21
Özellikle kendi suç ve günahlarımı herkesten daha fazla bulsam da, hiçbir beşerin benden aşağı kalır durumu yoktur. Bu sebeple fikirlerle, devlet ve milleti yöneten siyasetle, vahyi yok etmeye çalışan münafıklarla mücadele eder, hesaptan sorumlu olduğum dinimle ilgili ana ve babam dahi olsa asla müsamaha göstermem.
Bence insanların özdeki inançları ve yaratıcı Allah’a teslimiyetleri önemlidir, nefsi günahları ve şehvetsi arzuları sonraki aşamadır. Zaten Allah’a teslim olan, günah ve suç işlemekten kaçınırlar.
Mesela Cübbeli Ahmet ile Fetullah Gülen’i kıyasladığımda, Ahmet Hoca’nın Allah dinini ve ayetleri asla satmayıp sözleriyle şeriattan ayrılmadığı ve Fetullah Gülen gibi Allah’a karşı yalan uydurup vahyi, hıristiyan ve yahudilere peşkeş çekmediği fevkalade önemlidir. Dolayısıyla Ahmet Hoca, Allah’ı ve toplumun vicdanını rahatsız edici günahlar işlemiş olsa da, Fetullah Gülen’le mukayese edilemeyecek seviyede üstündür. Allah nezdinden af edilmeyecek büyük günah, ayetleri eğip bükerek düşmanlarının rızasını kazanabilmek için dünya menfaati karşılığı satmak, tek olan hak din İslam’ı lağvedilmiş ve Allah’a ortak koşulmuş hıristiyanlık ve yahudilikle eşdeğer tutmaktır. Bu sebeple böyle bir günah işlemeyen Cübbeli Ahmet’i yermek yerine F.Gülen ve benzerlerini hicvetmek, imanın bir gereğidir.
Allah’a karşı işlenen şirklere çıkarlar adına alkış tutulurken, insanların nefsi suçlarına tepki duymak, ne kadar doğrudur?
Cübbeli gibi birçok vatandaşın çetelere başvurup yardım istemelerinin sorumlusu da, takdir edersiniz ki devlettir. Halkının mal, can ve insani değerlerini kötü niyetli kişilere karşı korumakla sorumlu devlet, güvenlik güçlerini ve yargıyı hızlı çalıştırmayıp, caydırıcı yasalarla cezalandırmayarak adaletin mukim kılınabilmesi için gereğini yapamaz ise, boşlukları doldurmada tetikte bekleyen kan emici suç örgütleri devreye girmekte, dolayısıyla çaresizlik içinde kıvranan mağdurlar da sırtlanların tuzağına düşerek daha beterini yaşamaktadırlar. Çetelerle mücadele, ancak adaletle mümkün olabilir. Eşit adaletin olduğu bir ülkede, hiç kimse çetelere müracaat etmeyeceğinden çetelerin oluşabilmesi imkansızdır. Bir devlet başkanı, başbakan, lider ya da bakanların sorunlarına gösterilen hassasiyet, dağdaki çobana da sunulduğunda kimsenin şikâyeti bulunmaz. İnsanı aç bırakırsan nasıl önüne gelene el açarsa, haksızlıktan kıvranan insanda haydutlara yalvarır. “Adalet halkın gıdasıdır, insan ona daima muhtaçtır.” F. Chateaubriand
Her ne yapmış olursanız olun, insanın vereceği cezadan değil Allah’ınkinden korkarak asla yalan söylemeyin, suçunuzu örtbas etmeyin ve insan olmuş olmanızdan yapmış olduğunuz hata ve yanlışlardan utanarak kendinizi ayıplamayıp yüzleşmekten kaçınmayın. İşlemiz olduğunuz günah üzerinden çıkar sağlamak isteyen şantajcı ve tehditçilere karşı asla boyun eğmeyiniz, Allah’ın bildiğini düşünerek rezil rüsva olabileceğiniz kuşkusuna kapılmayınız. Birbirinizin ayıbını ortaya çıkarmak ne kadar haram ise de, açığa çıktıktan sonra yalana başvurmak o kadar haramdır. Allah’a değil de insana karşı mı utanmanız gerektiğini muhakeme ediniz. İnsan oluşunuz ve iman etmiş olmanızın ayrıcalığıyla itiraf ediniz, kime zarar verdiyseniz af dileyip tövbede bulununuz ki, Allah yar ve yardımcınız olsun.
Unutmayınız ki siz bir tanrı değilsiniz!
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diyeyazılır.” Hz. Muhammed (S.A.V)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder