7 Haziran 2010 Pazartesi

İstiklal marşına yaraşık değiliz…

Müslüman Türk Milleti’nin inanç gücünü en derinlerde işleyerek fiziki güç ve savaşı nasıl paçavraya çevirip zafere dönüştürdüğünü, dinin mutlakıyetini ve önderliğin hayatiyetini mısralara döken Mehmet Akif Ersoy; artık o sözünü ettiği iman dolu göğüslerde çıkarsı bir materyalizmin hükmettiği, yurdu saran alçakların kol gezdiği kanla sulanmış vatanda zincirlere vurulmuş ve şehit aslını gericilikle aşağılayıp inkâr etmiş laik bir milletin doğduğu, mabedimizin göğsüne namahrem eli değmesiyle yurdumuzun üstüne ABD ve İsrail’in inlediği, şanlı hilalimiz yerine haçın dalgalandığı, aslı hür kendisi müstemleke bir devşirmeyle Hakk’a değil paraya tapan maneviyatsız yaratıklara benzeyen bir millet olduğumuz bir kez daha ispatlanmıştır.

Düşmanlara aman vermeyerek ömrü savaş meydanlarında geçip vücudunun herhangi bir yeri kalmaksızın ok, kılıç ve mermi yaraları almış onca yiğitler dahi kahramanlık payelerini haddi aşmak gerekçesiyle kabul etmezlerken, sözleriyle kahramanlığa ulaşmış sekülerist dünyanın nasıl gerçeklerden arındırılmış bir ütopyaya dönüşebildiğini idrak edemiyoruz.

Dökülen kanlara ihanet eden toplumumuz; kükremiş denizlerdeki tsunami misali kıyıları yırtarcasına barbarları ve canileri savurmaktansa, yaşadıkları toprakları kendilerine bahşeden ataları gibi şerefli bir mücadeleye girişmekten korkarak teslim olabilmekte, hürriyeti ve haysiyeti doğrayan politik duvarlarla imanlarına fiyat etiketi koyarak, medeniyet denilen tek dişli canavarın midesine yerleşmenin gururuyla kıvanç duyabilmektedirler. Oysa atalarımızın asla helal etmeyeceği bu topraklar, çelik zırhlı duvarlarla sarılıyken İstiklale kavuşturulmuştu.

Gayrı içinde iman kalmadığından gövdelerimizi siper edemiyor, hayasız politikaları durduramayarak Hakk’ın vaat ettiği aydınlığa ulaşamıyoruz. Altında binlerce kefensiz yatan şehidi inciterek bastığımız yerleri sıradan toprak sanıp şeytanla bütünleşmiş benliğimize peşkeş çekebiliyor, ruhumuzu, kalbimizi ve şanlı geçmişimizi satarak Yaratıcımıza ve tarihimize ihanet edebiliyoruz.

Onuru, şerefi, istiklali ve dinini paraya tahvil edip kadersi düşmanlarına diz çökmüş bir millet, zillete ve kahrolmaya müstahaktır.

İşte böyle bir milletin marşı İstiklal değil ancak ruhsuz bir 10.yıl marşı olmalıdır…

Bir muhakeme edin bakalım hangisini kendinize yakıştırıyorsunuz?

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım!Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!

10. YIL MARŞI

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.

Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk’üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.

Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.

Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.

Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Uğruna öldüğün şey, uğruna yaşadığın şeydir.

Mücadeleden ve savaştan kaçıp korkanlar, ancak hümanist söylemlerle teslimiyetlerine ve mağlubiyetlerine kılıf uyduranlardır.

Başbakan Erdoğan düzmece Tevrat’tan bir alıntı yaparak, yahudilerin insan öldürmemeleri gerektiğini vurgulayıp sözde barışa ve insanlığa davet etmektedir. Oysa kâinat, Yaratıcı’nın “o kitap”ta hükmettiği doğrultuda akışını sürdürmekte, afetlerden tutunda hayvanlar âlemine kadar birçok canlı ya bireysel ya da kitlesel helaklerini sürdürebilmekte ve hiçbir güç önüne geçememektedir. İyi ile kötünün savaşı da dünyanın yaratılmasıyla başlamış ve ölüm, sebebi ne olursa olsun her canlının tadacağı dünyevi bir son olarak karara bağlanmıştır. Kötüler öldürecek, iyiler de kötüleri öldürmek zorundadır. Ancak kimin iyi veya kimin kötü olduğunu tayin eden Yaratıcı değil de benlikler ise, işte o zaman felaketsi bir kargaşa doğmakta, rahman ve şeytan savaşı tüm hızıyla sürmektedir.

Her halükarda hiçbir düşünce kadersel bu gerçeği değiştiremez, kötülerin öldürüp cezasız bırakılması iyilerin sonunu getirmektedir.

ABD, İsrail ve diğer kötülerin öldürmeleri, hatta sokaktaki cinayetler dahi asla bağışlayıcı hümanist temelli bir insan hakları çerçevesinde değerlendirilmemeli, iyiliğin egemenliği ancak kötünün yok edilmesiyle mümkün olabileceği unutulmamalıdır. İşte böylesi sapkın bir hümanist anlayıştan kötüler galebe çalmaktadır.

Keşke Başbakan tahrip edilmiş ve dinen hiçbir hükmü kalmamış Tevrat’tan alıntı yaparak düzen dersi vereceğine, vahiysel kitabı Kur’an’ın hükmüne boyun eğseydi. Acaba işine gelmediğinden mi Kur’an yerine Tevrat’ı tercih etti?

Bir bakalım Allah ne diyor…

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine (verilecek) olan cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” Tevbe.111

Milletimizin imanlı dokuz yiğidi şehitlik makamıyla can verdi, onlarcası yaralandı, yüzlercesi zindanlara atılarak onurları çiğnendi ama hükümet, açıkça teslimiyeti ilan eden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın istifasını çok gördü.

İşte devlet; nerede İstiklal!

Fetullah Gülen, “İsrail’den izin almadan neyinize kardeş halkı ablukadan ve açlıktan kurtarmak. Bu, Türkiye için hiç iyi olmadı” sözlerine kulak verip, tüm para ve yardımlarınızı cemaatine akıtılarak, kurduğu okullarda yetiştirdiği geleceğin şarkıcılarına destek verin ve Türkçe şarkılar istikbalin müziği olsun. Huzurlu bir esaret varken neyinize mücadele etmek, ölmek, yaralanmak ve zindana atılmak. Nasıl olsa Gülen’de cennet vaat etmiyor mu?

Hiç yorum yok: