Şeytanın lanetlenmesine neden olan benlikle birlikte insanoğlu zaman içinde özgür irade ütopyasıyla Yaratıcı’sına başkaldırarak bozulmuş, ancak teoriden öte pratikte hiçbir üstünlük sağlayamamıştır. Tarihin her döneminde kötülere karşı kendini adamış iyiler dengeleri korurken, Fransız Devrimiyle insanların, özellikle politikacı, din ve bilim adamlarının tamamen azgınlaşmaları kötüye karşı mücadele edebilecek iyilerin hükmetmediği devletler ya şeytanın elçisi olmuş ya da işbirlikçilikleriyle iyi ve doğru, hak ve adalet ne varsa silip süpürerek sömürgeci, riyacı ve yalancılara dönüşmüşlerdir.
Kötülerin nefislere galebe çaldıran egemenlikleri dini ve ahlaki kuralları da tarumar etmiş, böylece ne din ne de ahlak varlık göstererek kötüye rakip olamamışlardır. Kötü konuşmayıp acımasızlıkla eylemlerini sürdürürken, sözde iyilik yanlıları ise konuşmaktan başka hiçbir mukabelede bulunamamışlardır. Kötülerin yaydığı korku sendromu insanoğlunu etkilemiş, inandıkları halde iman etmedikleri Yaratıcı’larına dayanıp güvenemediklerinden karşı koyamamışlar, dolayısıyla duygu sömürüsü ve zerre kadar yaptırımı olmayan ’kınama’ safsatalarıyla iyiliği doğramışlardır. Ne yazık ki kötünün efendileri karşısında kınatmayı dahi başaramamaları ayrı bir alçalası gerçektir…
Zulüm, haksızlık ve ayırımcılık içinde inleyen halkın tasarruflarıyla ülkelerin tüm kaynakları ordulara akıtılmakta; ya ezeli ve amansız düşmanlarla ya da şov amaçlı yapılan askeri tatbikatlar ve sözde kahramansı gösterilerle kötünün mahvı maksadıyla sefer ilan edilememekte, bilakis palazlanması için iyiliğe ve adalete, hatta halkına karşı bir güç göstergesine dönüştürülmektedir. Güçlü olan kötünün müttefiki olmak bir imtiyaz sayılmıştır.
Yanlışın ve kötünün taraftarı olmayan ne politikacı ne din adamı ne bilim adamı ne de düşünürler itibar görmekte, vicdan ve adalet lehine olabilecek bir insaniyet adına yekvücut bütünleşmektense çıkarlar gözetilerek kötünün sultalığı pekiştirilmiştir.
“Güç kimdeyse kral odur” mantığıyla Yaratıcı’nın mutlak gücü ve varlığını reddederek yaratığın gücü ve varlığını tanıyan Darwinist felsefesini bilinçsizce kabul eden müminlerin bozulmalarından şeytan hâkim olmakta, böylece örümcekten farksız güçler mukavemetsiz yapılarıyla ahkâm kesebilmektedirler.
Caydırıcı bir altyapı kararlılığı ve savaşsı bir cesareti olmayan devletlerin söz sahibi olabilmeleri mümkün değildir. Onların ekonomik kalkınmaları ve güçleri bir bombayla, hatta bir tehditle bertaraf olabilecek zayıflıktadır. Örneğin Japonya, dünya ekonomisinde süper bir güç olmasına rağmen siyasette örümcek evinden farksız bir çürüklüktedir. ABD’nin kuklası olma zilletiyle esaret altındaki emir erliği ekonomide güçlü olmasına hiçbir fayda sağlamamaktadır. Körfez ülkeleri de aynı değil mi?
İstanbul’da toplanan ve çoğunluğu Müslüman ülke olan AİGK’ya (Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Örgütü) terörist insan kasabı İsrail’in üyeliği, başta Türkiye ve İran olmak üzere üye Müslüman ülkeler için bir utanç kaynağı ve İsrail aleyhtarı duruşlarının da bir samimiyetsizlik göstergesiydi. AİGK, BM ve diğer örgütler, tıpkı Hıristiyanların ölülerini allayıp pullayarak görücüye çıkarmaları misali cenazelerdir. Öyle olduğu da İsrail aleyhine alınamayan basit bir kınama kararı bile gerçeğin anlaşılmasına kâfidir.
Söz konusu gösteride İsrail vahşeti gündemden düşmeyerek hem verilen mesajlar hem de kameralar karşısında İsrail caniliği vurgulanırken, ne gariptir ki başkanlık bildirisinde İsrail’e kınama kararı çıkmayabilmiştir. Özellikle Türkiye ve İran, İsrail’in üyesi olduğu bir örgütlenmede ne işleri var? Öyleyse neden İsrail aleyhtarlığı yapmaktadırlar? Bir taraftan İsrail’le aynı yatağa gireceksin, öbür taraftan fahişe diye bağırıp çağıracaksın. Haydi, canım sende!
Terörist İsrail’in katılımcı tüm ülkelere boyun eğdirerek aleyhine kınama kararı çıkartmaması, tüm Müslüman sömürgeci iktidarlar gibi Türkiye ve İran’ın da gerçekçiliğini ortaya koymuştur. Türkiye’nin dönem başkanı olduğu ve 22 ülkenin katıldığı AİGK’de de İsrail zafer kazanmıştır. Hem de İstanbul’da! Sonra da çıkmışlar işbirliklerinden ve yaptıkları anlaşmalardan gurur duyabiliyorlar. Hıristiyanlıktaki cenaze evleri, ölüye yaptıkları en gerçekçi makyajla popülaritelik kazanırlar…
Türkiye’nin Dönem Başkanı olduğu karar bildirgesiyle ilgili Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklaması, ağlanacak halimize nasıl zafer çığlıkları atabildiğimize en açık delildi. “Uluslararası ve bölgesel barış ve güvenliği tehlikeye atma potansiyeli taşıyan tehditleri ele almak sorumluluğu tahtında, bir üye ülke hariç, tüm diğer üye ülkeler, 31 Mayıs sabahı Doğu Akdeniz’de uluslararası sularda seyretmekte olan ve Gazze Şeridi’ne insani yardım taşıyan uluslararası yardım konvoyuna İsrail Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen eylem karşısında derin endişelerini ifade etmişler ve bu hareketi kınamışlardır.”
Demek ki toplumlar o kadar aptal ki böylesi bir riyakârlığa aldanabiliyorlar. Tamamı ABD’nin kulu olma şerefsizlikleriyle sadece halklarına karşı güçlü ve iktidardırlar. Tıpkı dışarıda horlanıp aşağılanan bir sefilin evinden içeri girmesiyle “ulan evin reisi benim” diyerek masum eş ve çocuklarını itip kakması gibi…
Kükre Erdoğan, kükre Ahmedinejad! Nasıl olsa aptal insan yığınlarınca kolayca kahramanlığa yüceltebiliniyorsunuz.
Biz insanlar, Allah’ın A’raf Süresi 179. Ayetinde buyurduğu gibi hayvanlardan da aşağı sapkın yaratıklarız. Başbakan Erdoğan’ın namı değer “one minute” çıkışıyla İsrail’e karşı duruşu bir umut doğurmuş ama sözlerinin aksine İsrail’le olan ihanetsi işbirliği derin yaralar açmıştı. Ekim 2009’da, Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumu’nda İsrail’in nükleer kapasitesiyle ilgili soruşturma maddesi gündeme gelince, Başbakan Erdoğan liderliğindeki Türkiye, oylama sırasında toplantı salonundan dörtnala kaçmıştı. Sonrada çıkıp İsrail’in nükleer silahlarından şikâyetçi olduğunu ve bölgede nükleer silah istemediğini haykırmasının bir inandırıcılığı mümkün mü?
Diğer taraftan Türkiye’nin İsrail’e karşı veto hakkını elinde bulundurduğu en önemli kozlarından biri de OECD üyeliğiydi. Filistin Halkının tüm itirazlarına rağmen Mayıs 2010’da İsrail’i OECD üyesi yapan kararın altına imza atan Başbakan Erdoğan değil miydi? Sus, bari konuşma…
İşte bozulmuş insanların en cüretkârlarına şahit olduğumuz dünyada; ya 3. Dünya Savaşı ya da kıyametsi bir felaketle Allah’ın emrini beklemekten başka bir çarenin kalmadığı alenidir.
Geçen akşam kanallar arası dolaşırken, çıkar ve reklam amaçlı tartışmaları dinlemeye tahammül edemediğim bir programda; kalbinin çirkinliği yüzüne yansımış ve adının Nuray Mert olduğunu öğrendiğim bir hilkat garibesi, ambargoyla esarete mahkûm edilmiş kardeşlerine yardım amaçla yola çıkan şehit ve gazileri insafsızca eleştirerek, “onlar Allah adına ve şehit olabilmek için yola çıkmışlar” sözleriyle İsrail saldırısını haklı göstermeye çalışması, tipik bozuk bir insan gerçeğini ortaya koymaktaydı. Gemide onlarca farklı ırk ve inancın aynı hedefte birleşerek; kimi Allah, kimi Muhammed, kimi İsa, kimi Musa, kimi hümanizm, kimi Buda, kimi Hindu adına çıkmış ve insanlık adına birleşerek terörist bir devleti karşılarına almak suretiyle maddi hiçbir menfaat gözetmeksizin insaniyet namına cesaretle canilere meydan okumuşlardı. Söz konusu hilkat garibesi hatun, o fedakârlığı, korku ve dehşetsi meşakkati yaşamadığı halde hayvanları dahi imrendirecek bir girişimi kötülercesine Müslümanlara saldırabilmesi, insan olmadığına açık bir delildi. Eğer insan olsaydı ya saygı duyar ya da kendisine layık “noterdamın kamburu” adına o erdemli orduya katılırdı. Kanal kanal dolaşarak ücret ve şöhret karşılığı insanlığı satan pespayelerin düşünce ve davranışları, lanetsi fıtratlarından dolayı anormal karşılanmamalıdır. Çünkü şeytan görevini yapmaktadır…
ABD, tetikçisi İsrail’i kayırarak hiçbir yaptırıma yanaşmazken, İran’ın nükleer programına karşı kuklası BM Güvenlik Konseyi’nde en sert yaptırım kararları alma girişimine destek veren ülkeler apaçık Müslüman ve adalet düşmanıdırlar.
Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki, halkların haykırışını hiçbir güç ve silahın durduramayacağı o gün geldiğinde, hain iktidarlar kaçacak yer dahi bulamayacaklardır.
Dünyanın nasıl oyun, oyuncak ve aldatmadan ibaret nefsi bir fenomen olduğu gerçeğini idrak ederek, geri dönüşü imkansız yola girmeden önce haksızlık ve adaletsizliklere karşı öyle celalli olunuz ki; ananız, babanız, evladınız, kardeşiniz ve devletiniz aleyhine dahi olsa asla adaletten şaşmayınız.
Asla bozulmuş insanlara, hele politikacılara ve dinlerine bedel biçen din adamlarına güvenmeyiniz. Yaratıcınız Allah’a dayanıp güvenin, vekil ve destek olarak O size yeter.
Savaştan başka hiçbir çıkış yolu yoktur, kaçmaya çalışsanız da bir şekilde yüzleşmekten kurtulamayacak, o debdebeli yapılar ve bakımlı bedenler en acı dehşeti tadarak, topyekûn yerle bir olacaktır…
Unutmayınız ki hiçbir güç, strateji ve bilgi; kaderin akışını ve mutlak sonu engelleyemez...
11 Haziran 2010 Cuma
Bozulan insandan daha korkunç yaratık yoktur…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder