30 Mart 2009 Pazartesi

Haçlılar kaybetti…

Sırf İslâm kimliğinden dolayı Başbakan Erdoğan ve Ak Parti’ye karşı yekvücut birleşen şer ittifakının tüm entrika ve saldırılarına rağmen planlanan yenilginin gerçekleşmemesi, Türkiye milletinin sanıldığı gibi “aptal” olmadığını ortaya koymuştur.

"Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur" temel ilkesiyle kurulmuş bir CHP, onun bu kural ve inkılaplarıyla yasalaşmış laik bir devleti ve Kemalist despot bir rejimi meşrulaştırmama adına yine “oy” kullanmamış, ama Ak Partinin kazanması için temenni de bulunmuştum

Ak Parti, her ne kadar emperyalist İslâm ve adalet düşmanı ABD, İsrail ve AB’nin bir müttefiki ve kışkırtıcı bir Irak katili olsa da, Türkiye’yi kasıp kavuran, hak ve hürriyetleri lağveden, baskılarla Müslümanlara ve Kürtlere yaşam hakkı tanımak istemeyen dahili haçlıların çok daha tehlikeli ve şiddetli bir düşman oldukları gerçeğini göz ardı etmeyerek, dolaylıda olsa Başbakan Erdoğan’ı desteklemek zorunda kalmışımdır.

Aynı duygu ve muhakemeyi; 28 Şubat’ın mağlup ve zelil Başbakanı Necmeddin Erbakan, taşeronu SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, kör ve sağır yandaş yığınlarından beklerdim. Ancak cennetteki şeytanı ebedi cehenneme gark eden benlik ve hırsları gerçeği kavramalarına engel olmuş, haçlı ittifakına destek vermek suretiyle din ve namus karşıtı amaçlarına hizmet ettirmiştir. Geçmişte kendilerine kurulan tuzak, darbe ve saldırıları unutmuşçasına haçlı medyanın puştluklarına malzeme olan Erbakan ve Saadet Partisi; gerek dinlerine, gerekse Müslüman milletine ihanet etmişlerdir. Acaba kazanmış olsalardı; Erdoğan gibi darbeleri durdurabilecek, Ergenekon gibi acımasız çeteleri hapse tıkayabilecek, Davos’taki duruşu sergileyebilecek, kan emici, sömürücü ve provokatör medyayı dize getirebilecek bir cesareti gösterebilecekler miydi? Yoksa, Osman Özbek gibi sıradan bir general’in, bugün kucaklarına oturdukları medyanın hakaret ve tehditlerinde korkup sindikleri gibi, bir kavuğa saklanarak, milletini azgınlara mı peşkeş çekeceklerdi? Allah aşkına, hangi yüzle konuşuyor, Erdoğan ve AK Partiyi eleştirebiliyorlar?

Ey Müslüman Türkiye milleti! Lütfen biran olun, birkaç dakikalık otokritik yapın ki, AK partiyi neden karaladıklarını ve devirmeye çalıştıklarını anlamaya çalışınız…

Sözde dürüstlük maskesiyle halka doğruları anlattıklarını iddia eden, her türlü fitne, entrika, bölücü, çete ve darbe planlayıcısı gazeteci sürüsü; önce hırsız ve sömürücü patronlarına karşı adaletle şahitlik etsinler de, sonra sözleri ciddiye alınsın. Saltanatlarını ve şöhretlerini muhafaza edebilmek adına onurlarını ve halkını satan lejyonerlere duyulabilecek bir güven, şüphesiz açık bir felakettir.

2 Şubat tarihinde “Bırak derinlerindeki pislikleri kussunlar” başlıklı yazımda Başbakan Erdoğan’a seslenerek; medya ve meydanlarda adlarını ağzından düşürmeyip dalaştığı, üstelik hiçbir başarıları olmayan Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’yi muhatap almamasını, Davos ve Ergenekon sonrası yüklendiği misyonun gereği gibi söz ve davranışlarını gözden geçirmesini, ezilen ve horlananlarca takdir toplayan onurlu, kararlı ve cesur duruşuna yakışır bir lider olmasını, dolayısıyla ilerlemeyi sürdürmesini öğütlemiştim. O ise, sürekli hiçleri muhatap alarak seviyesini düşürmüş, dolayısıyla böbürlenmesinin kompleksiyle rahatlıkla savunabileceği ekonomik krizi anlatamamış, halkını ikna ve motive edebilecek gerçeklerden kaçınmış, ne Ergenekon Terör Örgütünü, ne de PKK’ca sömürülen Kürt sorununu izah edemeyerek, iğrenç politikalardan sıyrılabilecek bir siyaseti ortaya koyamamıştır. Buna rağmen milletimiz, onun anlatmaya başaramadığı gerçekleri hafızalarından çıkarmamış ve hakkını teslim ederek hezimete uğratmamıştır.

Yüzeysel bir hatırlatmayla; CHP, MHP, DTP ve SP’nin örtbas edilemeyecek bölücü, kötü ve akim referansları, zaten halkın takdirinden kaçmayacaktı. Ancak bunu başaramadı ve onları büyüterek kendine rakip yaptı.

Halkı işsiz ve yoksul olan bir hükümetin hiçbir üyesi, ailesi ve yakınları iş sahibi ve tok olmamalı, nüfuz ayrıcalığından yararlanmamalıdır. Her kim olursa olsun, velev ki partilerine güç katmış ve fedakarlık yapmış olsalar bile yolsuzluk yapanların üzerine samimiyetle ve adaletle gidilmeli, dokunulmazlıkları düşürülerek yargıya teslim edilmelidir. Yolsuzluğu ve rüşveti belgelerle kanıtlanmış Şaban Dişli gibi bir yöneticinin, göstermelik parti görevinden istifa ettirilmesi asla yeterli olmamalıydı. Olmadığı da seçimlerdeki sonuçla cevabını bulmuştur.

Kendiniz olun ki, halkta dürüst olsun… İlla seçim kazanabilmek uğruna verilen tavizler, bölgeye uygun sözde adaylar ve fırıldaklıklar, mutlaka geri tepmekte, büsbütün büyük bir ziyan baş göstermektedir. Gerek CHP’nin Sultanbeyli imam adayı, gerekse AKP’nin Çankaya, Kadıköy ve Beşiktaş adayları gibi niceleri…

İnşallah ders alınmış, öyle eskisi gibi halkın manipüle edilemeyeceği görülmüştür.

Şu özellikle bilinmelidir ki, Başbakan Erdoğan ve Ak Parti’de doğru yolda değildirler.

ABD’nin cesur ve kararlı başkanı Abraham Lincoln’un, “oğlumun öğretmeni” başlıklı mektubunu, bir kez daha hediye ediyorum.

Oğlumun Öğretmenine,

”Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi... Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır... Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım... O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum..."

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez.” Maide. 105

Hiç yorum yok: