Ya da kendisini bilebilme özgürlüğüne sahip midir? Yahut bilebilmesi fıtratı mı; nefsi midir?
Haydi, demokrasinin bayraktarı
Sokrates’in görüşleriyle başlayım ki, kendisinin idol edinmiş çağdaşlarının
çarpıklığını anlayabilelim.
Felsefe tarihinin
ünlü düşünürü Sokrates, her şeyin insandan İbaret olduğunu düşünen bir deistti.
Ömrünü hem yaşamın gizemini, hem insanları, hem de kendini inceleyerek ve
sorgulayarak geçirmiştir. Sürekli olarak kendi bilgisizliğini, hiçbir şey
bilmediğini söylerdi. Herkesçe bilinen sözü; “Bildiğim tek şey,
hiçbir şey bilmediğimdir.”
Sokrates’in hayatında ne okulu, ne de
yazdığı bir makalesi ve kitabı vardı. Hayatı boyunca hiç okula gitmemiş ve hiçbir
eğiticiden ders almamıştı. Nerede bir kalabalık görse oraya sokulur ve
konuşmaya başlardı. Onu daima zeki ve meraklı gençler kuşatır, o da büyük bir şevk
ve heyecanla onlara yeni bilgiler öğretmeye çalışırdı. Bu sebeple Sokrates
hiçbir şey yazmadığı için fikirlerini öğrencileri yaymıştır.
Ancak demokrasinin sanıldığı gibi hür bir ifadeyi değil, seküler bir totaliterliği
savunan bir düşünce olduğu Sokrat’ın iktidara taşıdığı partisi tarafından idam
edilmesiyle kanıtlıdır. Çünkü o, temel kavramları araştırdığından ve tanımlamaya çalıştığından
suçlu bulunmuş; devlet dinini yani düzenini bozmak ve gençleri baştan çıkarma
gerekçesiyle idam edilmişti.
Sokrates’in temel felsefesi, bilginin
insanda doğuştan olduğu, öğretmenin görevinin, öğrencide esasen var olan
bilgileri hatırlatmaktan ibaret olduğuydu. O, sofistler yani öğretmenler tarafından
tamamen yıkılmış olan bilimi, bozulmuş olan din ve ahlâkı kurtarmak istiyordu.
Bunun için, ilmî, dinî ve ahlâki şüpheciliğe neden olan engelleri yıkmak ve
yerine sağlam bir yöntem koymak istiyordu. Delphe Tapınağının kapısının
üzerinde yazılı olan, “Kendini bil” vecizesi,
onun hem yöntemine, hem de felsefesine temel olmuştur.
Yunus Emre’de “İlim, ilim bilmektir. İlim kendini
bilmektir. Sen kendini bilmez isen, bu nice okumaktır” düşüncesiyle kendini
bilmenin önemine vurgu yapmıştır.
Kendini bilmek, belli bir bilimin
konusu değil, tüm bir bilimdir, yani bilimin kendisidir. Kendini bilen insan,
yalnız gerçeği bulmaya yarayan mantık kurallarını keşfetmekle kalmaz, aynı
zamanda ahlâki gidiş kurallarını, yani iyi ve kötüyü de bilir. Kendini bilmek demek,
aynı zamanda, insanın kendi bilgisizliğini anlaması, yaratıcısı Allah’ın kulu
olarak dilediğinin dışına çıkamayacağı gerçeğini bilmesi demektir.
Ancak insan, kim olduğunu öğrenebilir ve
kendini tanıyabilirse, peşine düştüğü ya hilkatteki eşini ya da yaratıcısı Allah’ı
tanıyabilir.
Peki, yeterli mi?
Asıl sorun, insanın kendini, başka bir
şeyi ve Allah’ı bilmesi kâfi değil, kavrayarak gereği gibi şartsız güvenmek suretiyle
eyleme geçirebilecek özgür bir iradeye sahip olabilmesidir. Bu irade başarılabildiği
takdirde, her türlü problemin çözülebilmesi, bilginin ve olayların muhakemesi, hata
ve yanlıştan kurtulabilmesi, tecrübelerden, delil ve mucizelerden ders alınabilmesi
ve yalandan uzaklaşılabilmesi mümkün olabilir.
Ancak nasıl?
Bir şeyi bilmek başka, bilineni
yapabilmek bambaşka bir şeydir. Çünkü düşüncede var olan doğru veya yanlış
fikirlerin eyleme dönüşebilmesi, yaşam kilidinin anahtarıyla mümkündür. İnsan
olan bir yaratığın böylesi bir anahtara sahip olabilmesi ve o kilidi açabilmesini
hakkında yazılmış olan kaderi engellemektedir.
Bir gün Makedonya Kralı İskender, seferden dönerken, yolu
üzerindeki bir yarımadada mola vermiş. Kasaba halkı yoksul olmasına rağmen öyle
akıllı, zeki ve bilgiliymiş ki İskender’i çok etkilemiş, hayranlığını ve
takdirini kazanmışlar. İskender sadece asker değil, aynı zamanda bilge bir
filozoftu. İskender, onlara; “dileyin benden ne dilersiniz” diye sormuş. İnsanlar, İskender’in yüzüne bakarak; “ya İskender! Sen bize ne verebilirsin ki?”
cevapları üzerine, İskender de; “ben, dünyaya hükmeden ve önümde diz çöktüren büyük
imparatorum. Dilediğiniz her şeyi verebilecek güç ve kudrete sahip yegâne
hükümdarım” diyerek, tanrısal bir
böbürlenmeyle üstünlük ve azametini sergilemiş. Böylesi güçlü bir çalım
karşısında o yoksul halk; “Peki, senden
üç şey isteyeceğiz, bunlardan birini bile vermen, bize ziyadesiyle yeterlidir” diyerek,
isteklerini sıralamışlar. “Ya büyük kral!
Bize ölümsüzlük verebilir misin?”
diye sorduklarında, İskender;”Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin
ölümüne engel olamazken, sizi nasıl ölümsüzleştirebilirim?” İkincisi; “Ey dünyayı titreten kudret sahibi hükümdar!
Bize süresi belli bir yaşam garantisi verebilir misin?” diye talepte
bulunduklarında, İskender hiddetlenerek; ”Ben bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum,
size nasıl verebilirim?” Peki, son
isteğimiz; “Yaşamamız boyunca hiç hasta
olmayıp, sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?” diye
sorduklarında, İskender
hiddetlenerek; “Bunlar nasıl istekler
ki hiç yapmaya kudretim olmayan şeyleri benden talep ediyorsunuz” acziyeti karşısında
insanlar; “Öyleyse ya İskender! Madem
bunları bize verebilecek gücün yoktu, neden bize ‘dileyin benden
ne dilersiniz, dünyaya hükmedip boyun eğdiren, her şeye gücü yeten ve dileklere
karşılık veren’ bir tanrı olarak tanımlıyorsun? Eğer bize vermeyi düşündüğün altın,
yiyecek, giyim, ilaç veya benzeri geçici şeyler ise, her halükarda onları zaten
temin edebiliyoruz. Ecelimiz gelmeyip hayatta kaldığımız sürece, gerekli olan
zaruri ihtiyaçları bir şekilde bulabiliyoruz. Konforlu barınak ve rahat
döşekler ise, ruh vücuttan ayrılıp uykuya daldığımızda nerede yattığımızı
anlamıyoruz. Canımızın güvenliği ise, siz kendi canınızı koruyamayıp
ölebildiğinize göre, bizim canımızı nasıl muhafaza edeceksiniz?”
Kendini bilmek bedeni değil ruhidir! Ancak yaratıcı Allah idrak
verip dilemişse, kim olduğunu öğrenebilir ve yüce zatından başkasına itibar
ettirmez.
“Kendisine Allah'tan başka yardım edecek destekçileri olmadığı gibi
kendi kendini de kurtaracak güçte
değildi.” Kehf 43
“Gerçek şu ki, insan kendini kendine
yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.” Alak 6-7-9
”Ey iman edenler! Siz kendinize bakın.
Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü
Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.“ Maide 105
“(Allah bunu) elinizden çıkana
üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye
açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip
böbürlenen kimseleri sevmez.” Hadid
23
“Artık insan, kendi kendinin
şahididir.” Kıyame 14
“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine
ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni
olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve
yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin
dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri
içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” Bakara 255