Hatta
az bile yapıyor!
Şeytan, rabbi Allah tarafından
kötülüklerin elçisi olarak nasıl görevlendirilip yükümlülüğünü yerine
getiriyorsa, İsrail ve benzer İslam düşmanı zalimlerde rehber edindikleri
şeytanın yolunu izlemektedirler.
Her ne kadar zulmetme eylemi şeytanla birlikte insanoğluna
tanınmış ise de, Peygamberler ve iman etmiş Müslümanlara da karşı koyma hakkı, elimine
edilenlere kadar kayıtsız-şartsız farz kılınmıştır. Dolayısıyla zulmedenden
ziyade yok edemeyenler, zulmedenlerden çok daha berbattır.
Peki,
kimlikleri Müslüman olanlar ne yapıyorlar?
Onlar da Allah’ın hükmü
doğrultusunda İsrail gibi şeytanlarla savaşarak kötülükleri yok edeceklerine,
köpekler misali dillerini sarkıtıp naralar atıyor; devletleri de demokrasi adına
o amansız düşmanlarla gizliden yahut açıktan sevişebiliyorlar.
Oysa elindeki silahla kötülük
işleyenlere çıkarılacak ses, ağızdan çıkacak uluma değil, bilmukabele de
bulunulacak silah sesidir. Ancak devletler, demokrasi gereği Müslüman halklarından
ayrı düşerek, silah sesini çıkararak mücadele edenleri terörist, diplomasiye uyanları ve nefsi çıkar
gözetenleri demokrat yapıyorlar.
Zalime, hak ettiği cevabı vermemenin
adı barış, diğer bir ifadeyle korkaklık ya da esaret olmuş; hümanistlik yani
insan hakları gerekçesiyle de şeytanlar sekülerlik adına koruma altına
alınmıştır.
Devletlerince altın prangalar
vurulmak suretiyle mahkûmiyeti sindirmiş Müslüman toplumların kurtuluşları,
ancak zincirlerini kırmalarıyla mümkündür.
Seküler-laik küresel dünya
azgınlarına karşı zincirlerini kıran Cihad Ehli dışında kimsede iman kalmamış
ki, İsrail, milyarlarca insana rağmen zulümde sınır tanımayabilmektedir.
İsrail’in, Mescid-i Aksa’daki işgaline
son vermek, kardeşlerimize yaptıkları zulmü önleyebilmek için peygamberler
katili İsrail’e saldırmak öyle tartışılmaz bir hükümdür ki, küfre karşı imanı, kötüye
karşı iyiliği, şeytana karşı insanlığı yaratan Allah’ın onlarca emridir. Şayet
kurusıkı eleştiri, kınama ve naraların yaptırım gücü bulunsaydı, Allah,
öldürmeyi öldürülmeyi ve savaşı buyurmazdı.
Artık İsrail’e karşı devletlerden
hiçbir şey beklenemeyeceği o kadar aşikâr ki, ecelleri gelmeyen Müslümanların
kefenlerini giyerek yollara düşmek suretiyle cennete kavuşmaları kaçınılmazdır.
Ne İsrail’in ne de başka bir zalim beşerin elinde olan silahlardan korkmamalı,
yaratıcı Allah’ın hepsinin üstesinde geleceğine dair vaadine inanmalıdır. Zaten
amaç, Allah rızasını kazanabilmek değil midir?
Peki,
ne yapmalı?
Topyekûn sınırlar aşılarak İsrail’in
üzerine yürümek suretiyle kapılarına dayanılmalıdır. Sıra yardım adı altında paraya
gelince uluslararası organizeye sahip kuruluşlar, biraraya gelerek hem karadan
hem de denizden abluka yapabilecek bir iletişim sağlamalı, geçmişteki İslam
mücadelelerinde olduğu gibi şehadetten asla yılınmamalıdır.
İsrail gibi şedit zalimlere nasıl
yanıt verileceğini bildiren Allah’tan daha çok bilen kim vardır?
Öyleyse ya iman edilen Allah’a sadık
kalınacak ya da zillet içinde zulme rızaya devam edilecek. Bu esnada uğurlarına
can verilen devletlerde kanlarınızı kadehlere doldurup, cani İsrail’le kadeh tokuşturmak
suretiyle işbirliklerini sürdüreceklerdir.
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka
dostlarınız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!”
Hud 113
“Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o,
dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna
benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp
solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.”
A’raf 176
“İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve
kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah
nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler
topluluğunu doğru yola iletmez.” Al-i İmran 86
“Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut
Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar?
Hayır, asıl zalimler kendileridir!” Nur 50
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder