“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar,
kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size
Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili
ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu
hidayete erdirmez.” Tevbe 24
Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyerek
din dışı seküler-laik kurallara bağlı hareket eden deist yahut teist olduğunu
iddia etse de, o bir zalimdir, yalancıdır ve fasıktır.
Şüphesiz her Müslüman için yegane kriter
Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim ve elçisi Hz. Muhammed’in Kur’an’a muvafık
sünnetleridir. Ölçüt Kur’an olduğuna göre başkaca bir fikir, batıl yani şirk
olup; Müslüman’ın kendi düşünce ve isteği doğrultusunda bir seçim hakkı
bulunabilmesi yasaktır.
Herhangi bir ülkenin tebaası için bağlayıcı
kuralların, din de vaki olmaması mümkün müdür? Öyle ki, bir devletin,
partilerin, özel ve tüzel kuruluşların hatta aile yapılarının ve kişilerin normları
olabiliyor da, Allah’ın bağlayıcı kuralları yok sayılabilir ya da nefse veya
hak olmayan düzene göre değerlendirilebilinir mi?
Müşrik olanların dışındakiler öyle
fasıktırlar ki, hem Allah’a iman edip hem de yüz çevirerek batıla ayak uydurmak
suretiyle rehber edinmelerinden sözden öteye gidememişler; ağızlarından çıkan kulaklarını
aşıp kalplerine inmediğinden Allah'ı, Resûl’ünü ve Allah yolunda cihad etmeyi
daha sevgili bulmayarak, fanilerle ve fanilikle avunmuşlardır.
Yeryüzündeki arz, Allah’ın olmasından vatan
denen kutsiyet, aslında İslam’dır. Diğer bir ifadeyle, Allah’a kayıtsız-şartsız
itaattir. Aksi takdirde sadece devlet ve milletin içinde yaşadığı bir toprak
bütünlüğü olmuş olsaydı, Allah’ın ne yeryüzü hâkimiyeti ne de ümmetsel bir mutlaklığı
olurdu. Zaten ulusalcılık ve demokrasi gerekçesiyle yok sayıldığından teoride
hükmetmek isteyen devlet ve milletler ahkâm kesmekte sınır tanımamaktadırlar.
Birkaç saniyelik bir deprem ve birkaç
dakikalık sağanak yağmurla dumura uğrayanların dehşete düşmeleri dahi, inat ve
ısrarla egemenlik hülyasından uyanamamaları, sapan bir zümre olduklarına
kanıttır.
Nasıl ki yenilmek üzere kesilen hayvanın
eti, Allah adına kesilmemişse haram ise; Allah’ın dini yani şeriatı İslam’ın
egemen olmadığı devlet ve rejimlerde haramdır. Ki, asıl fasıklar, Allah ile
devleti yani din ile siyaseti birbirlerinden ayırarak hükmetmeye kalkanlardır.
Dolayısıyla adaletle davranmak ya da hükmedebilmek imkânsız olmaktadır. Çünkü
galebe çalan batıl bir nefis, asla kendinden ve yakınından başkası için bir adalet
umursamaz ve gözetmez.
Allah
hükümlerinin hükmetmediği bir toplumda adalet mümkün olamadığından adalet
açlığı sürmektedir.
Müslüman kimlikli fasıklar, devlet
düzeninde olduğu gibi kendilerini şöyle savunurlar; her ne kadar yedikleri
hayvanın eti Allah adına boğazlanmamış olsa bile, sözde iman etmiş Müslüman
olduğu bahanesine sığınarak haramı helal kılabilmektedirler.
Zina yapan bir kadın ya da bir erkek, eşi
tarafından bir başkasıyla yakalandığında; “her ne kadar o kadın yahut erkekle
ilişkiye girdiysem de hep seni hatırladım; sanki seninle ilişkiye girmiş
gibiydim; onda seni gördüm; senden ayrı olmama dayanamadığımdan hilkatteki
eşine sarılarak avundum; dolayısıyla sana ihanet etmedim, bilakis sevgimizi pekiştirip
kalbimden çıkmayışını kendimi feda ederek kanıtladım” demesi gibi sözde
Müslümanlarda küfrü, mazeretlerle meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Kulluğu
ve imanı gereği kendini Allah’a adamış bir kimsenin eylemi de o orantıdadır. Ağzında
Allah, Peygamber, İslam ve Kur’an ama eyleminde küfre itibar etmiş bir kimse
ancak fasıktır.
Ne var ki, başta Allah Resulü olmak üzere
atfedilen iftiralarla hükümler öyle doğranılmış ki, Allah’tan gayri her
inanılan beşere iman edilmiş; Kur’an’dan başka her kitaba güvenilebilmiştir.
Yıllar önce yüzyılın münafığı F.Gülen, bir
tarafına Bush diğer tarafına Sharon’u alarak demişti ki; “Ömrümde hiç kimseden nefret etmedim. Sadece Usame Bin Laden’i lanetliyor
ve nefret ediyorum.” Eğer hümanist
bir bakışla Allah yolunda cihad eden şehid Usame Bin Laden’den nefret ediyor
olsaydı; neden acımasız katliamcılar Bush ve Sharon’a toz kondurmamıştı? Ancak
günümüzün FETÖ düşmanları, Gülen’in o gün sarf ettiği sözleri alkışlamışlardı!
İmanın göstergesi yani kanıtı cihaddır.
Dolayısıyla küfre karşı imanı yüceltmek maksadıyla cihad etmeyen yani savaşmayanın
asla Müslüman olmadığı Kur’an’ın ifadesiyle sabittir.
Daha açık bir ifadeyle; babası, evlatları,
kardeşleri, eşi, hısım ve akrabaları, partisi,
kazandığı mallar, kesada uğramasından korktuğu ticaret, hoşlandığı meskenleri
Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili
tutan biri var mıdır? Eğer var ise; ya cihad meydanındadır ya tutsak kılınıp
zindanlardadır ya da şehadete uğradığından cennettedir.
Küfrü imana tercih eden baba ve kardeş dahi
olsa veli ve dost edinilmemesi apaçık bir emirken; daha neden bahsedilerek
fasıklık örtbas edilmeye kalkışılabilinmektedir?
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı
ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar
zalimlerin kendileridir.” Tevbe 23
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri
ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i
İmran 142
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların
varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir! “ Tevbe 73
“Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah
yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin
için daha hayırlıdır.” Saff 11
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve
yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” Maide 35
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir
erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah
ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder