Tüm peygamberler İslam esası üzerine gelmiş ve birer Müslüman
olarak topluluklara rehberlik yapıp düzen kurmuşlardır.
Vahyi tek din olan
İslam’ın yanı sıra Hıristiyanlık olsun, Yahudilik olsun yahut diğer seküler-laik
düzenler olsun tamamı din olup; itaat, hizmet, hükmedenin emri altına girmek, üstünlüğünü kabul
edip boyun eğmek, anayasal ilkelere ve prensiplere kayıtsız bağlılık, kanun,
ceza ve milleti içermektedir.
Din,
her ne kadar tanrısal, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi tanımlanıp bilimsel
ve siyasal hayattan uzak tutulup devletsi otoriteden koparılmak istense de,
gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünüdür. Egemensel her
düşünce ve rejim, doğrudan dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre
kanunlar yapılarak egemenlik hakkı güdülmekte, insanların itaat ve hizmeti şart
koşularak üstün addedilen egemen gücün emri altında ve onun hükümleri
çerçevesinde tek hâkim güç olunduğu tasdik edilmektedir. Bu sebeple, düzenin
kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi, otomatikman tanrısal bir egemenlik
hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre
egemen kabul ettiği gücü veya güçleri tanrılaştırarak, dolaylı olsa da onlara
tapınmaktadırlar.
Düşüncenin,
rejimin ve düzenin adı her ne olursa olsun, o, mutlaka bir dindir. Bu yüzden kaynağını Kur’an’dan almayan ve
Kur’an’a muvafık olmayan her bilgi, öğreti, düzen ya da söz, gövdesi koparılmış
ve o sebeple ayakta durma imkânı olmayan pis bir ağaca benzediğinden
batıldırlar, abestirler ve yaptırımı olmayan saçmalıklardır. Böylece bilgi
edinmeye değer harbiyesi bulunmadıklarından fitnedirler, küfürdürler, çöptürler.
Kur’an’i yani Allah’ın
indirdiği hükümlerden başka hiçbir dinin, diğer bir ifadeyle beşeri bir düşünce,
rejim veya düzenin kabul edilmeyeceği karara bağlanmıştır.
Özellikle
Hıristiyanlık ve Yahudiliğinde İbrahim dininden olmadıkları ve Hz. İbrahim’in
ne Yahudi ne de Hıristiyan olmayıp Müslümanlık şerefini taşıdığı vahiyle
bildirilmiştir.
Nasıl
ki Yahudiler Allah’ı bırakıp bilginlerini yani hahamlarını, Hıristiyanlar da
rahiplerini ve Meryem
oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edinmişler ise, seküler-laik düzenler yani dinler
de seçtikleri beşerlere itaat ederek rab edinmişlerdir. Ne var ki, onlara
kutsal bir hüviyet kazandırmama manipülasyonuyla iman etmişleri öyle
zehirlediler ki, küfre meşruiyet kazandırdılar.
“(Yahudiler ve
hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya
da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf
olan İbrahim'in dinine uyarız. O,
müşriklerden değildi.” Bakara 135
“Yoksa siz, İbrahim,
İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı
söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah
tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim
olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”
Bakara 140
“İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı
bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.”
Al-i İmran 67
“(Yahudiler)
Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden
uzaktır. “ Tevbe 31
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette
ziyan edenlerden olacaktır.” Al-i İmran 85
“Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler,
kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden
ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın
hesabı çok çabuktur. “ Al-i İmran 19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder