Hem din
hem millet hem devlet hem de adalet güvenceye kavuşabilsin!
Ancak seküler-laik güdümündeki anayasa hümanizm,
özgürlük ve demokrasi meşruiyeti tanımasından asilik motive edilmiş; sırf insan
görünümündeki mahlûklara verilen toleranslardan dolayı şımarıklık ayyuka çıkıp
cesaret etkilendirilmiş; dolayısıyla küstahlıkların kabarmasından günahkârlarla
baş edebilmek imkânsız hale gelmiştir.
İnsan hakları, sadece insana mahsus bir
mülkiyettir. Ki, insan haklarının ne olduğu da ancak yaratıcı tarafından bildirilen
kurallarla hükme bağlanmıştır. Bu sebeple yaratıcı olmayan bir beşerin nefsi
istek ve düşüncelerine göre insan haklarını belirleyebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla
bozularak insani özelliklerini yitirmişlerin yaratıcıları Allah’a asileşmiş
olmalarından hilkatteki eşlerine adil olabilmeleri söz konusu değildir.
Yaratıcı Allah’a baş kaldıranın insanlığa karşı
bozguncu ve gaddar olamaması mümkün değildir. Bu yüzden daha da güçlenip
artarak yayılmalarını ve fırsat kollayan yabancı hasımları cüretkârlaşmamaları
için insan olmayanı insani seviyede değerlendirmek, insanlığa karşı işlenmiş
bir cinayet ve ihanettir.
İslam’ı İslam yapan nasıl otorite ise, devleti
devlet yaparak halkına huzur ve güven kazandıran da otoritedir. Otoriteyi
savsaklayacak zerre bir müsamaha, ortada ne düzen ne asayiş ne de insanlık
bırakır! İyi ile kötünün ayrılmayıp hümanizm gerekçesiyle bütünleştirildiği bir
düşünce düzeyinde insanlık değil fenalık hâkim olur ki, zaten ardı arkası
kesilmeyen karışıklık ve asilikler de böylesi özürlü bir düşünceden üremektedir.
Seküler-laik bir devlet, otoritesini nasıl
muhafaza edebilecek ki, hem kendini ve ülkesini sakınabilmek için kanunlar
yapacak, hem de demokrasi ve hürriyet adına dokunulmazlıklarla haklar tanımakla
kalmayıp asilere müsamaha göstererek sert davranamayacak!
Demokrasi ve özgürlük gerekçeleriyle kendi
başlarına bırakılanların eylemleri meşru sayılacak ama o eylemleri püskürtme
amaçlı güvenlik güçlerinin din, devlet ve millet adına müdafaaları “aşırı güç ya da sert önlem” mazeretiyle
gayrimeşru kabul edilebilecek. Batıl bu düşüncelerin etkisinde kalan hatta güdümünde
olan devlet, asayişi ve otoriteyi
tarumar edici çekincelerinden dolayı caydırıcı sert bir tutum sergilemektense yumuşak
savunmada bulunmasından ne azgınları sindirebilmekte ne de olası çıkacak kargaşaları
engelleyebilmektedir. Dolayısıyla mal ve can kayıplarının müsebbibi olan laik devlet;
dine ve millete meydan okuyarak sahaya çıkan asilere karşı gösterdiği insani davranıştan
ötürü insanlığı tamamen silmekten başka hiçbir şey yapmamaktadır.
Yılan, zehriyle insanın kanını pıhtılaştırıp nasıl ölümüne neden
oluyorsa; batıl düşüncelerde nefsi azdırıp toplumları ölmekten beter kılmaktadır.
Heva ve heveslerini tanrı edinircesine
toplumu kendilerinden ibaret sanıp başkalarının haklarını ayakları altına
alarak her türlü eylemi mubah bellemiş yığınlara ne bir söz ne bir öğüt ne bir
uyarı ne de bir hoşgörü fayda sağlar. Bu sebeple onlara karşı öyle sert
yaptırımlar, ceza ve şiddet uygulanmalıdır ki, düzenin tahribatı
önlenebilmelidir.
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı
sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” Tahrim 9
“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın;
onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini
ferahlatsın.” Tevbe 14
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer
cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir! “
Tevbe 73
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya
çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve
ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir.
Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33