İnsan olma şerefi ve ayrıcalığı öyle yitirilip bozulmuş ki, geriye
kendisinden daha korkunç bir mahlûkat bırakmamıştır.
Yaratıcıya
muhalif seküler-laik kâfir ve İslam görünümlü münafık herkesin
sadece kendi nefsi çıkarı için çalıştığı
dünyada azgınlara karşı dudak bükemeyen; aşırı ilgi ve vaat edilen iş, yatırım veya paraya mağlup olan; kuvvetini ve aklını
Allah adına değil nefsi uğruna satarak ruhuna fiyat etiketi koyan; uluyan
haçlı-siyonist güçleri Allah’a denk tutarak kulaklarını tıkamayıp önlerinde diz
çöken ve insanlık halifeliğini peşkeş çeken yığınların kümelendiği dünyada
insan sayısı yok denecek kadar pek azdır.
Hele o yığınların
ardına düştükleri hatta canlarını verdikleri devletler, iktidarlar, hükümetler
ve liderler gibi önderlerin temsil ettikleri toplulukların insan değil kul
yahut köle yapıldıkları idrak edilememektedir.
İslam halifesi ve adalet abidesi olarak kılınan Hz. Ömer der ki;"Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı
hediye edendir"
Ne var ki, bugün
yaşadığımız dünyada ne bir devlet başkanının ne cumhurbaşkanının ne
başbakanının ne liderin ne bürokratın ne de sıradan bir amirin hatasını hediye
edebilmek mümkün değildir. Çünkü onlar, kendilerini Allah’a değil nefislerine
adamışlardır!
Oysa insan olmakla şereflenmiş her mahlûk, yaratıcısı
Allah’ın indirdiği hükümler doğrultusunda yaptığı hata ve yanlışlarının eleştirilmesini
bir öğreti, uyarı, doğruya yönelme, adaletle hükmetme ve günahtan kaçınabilme
kazancı sayabilmelidir. Lakin kendisini şeytan misali noksansız sayan kibir
sahibi kimseler öyle tanrılaştırılmışlar ki, kusurlarını örtbas edebilmek için karşısındakileri
ya fitne çıkarmakla, ya provokatörlük yapmakla ya da terörist olmakla itham
ederek inat ve ısrarla cürümlerine devam edebilmişlerdir. Çünkü onlar dokunulmazlardır!
Hz. Ömer, halka hitap
ettiği bir gün, eğer yanlış işler yaparsa, verdiği sözlerde durmazsa ve
ayetlerden yüz çevirirse kendisine nasıl davranacaklarını sormuştu. Halktan
biri hemen ayağa kalkarak; “Ya Ömer,
seni kılıcımızla doğrulturuz” demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, o zatın
cesaretini sınamak için; “Benim hakkımda
böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun?” diye hiddetle sormuş ve geri adım
atıp atmayacağını yoklamıştı. Lakin o zatın gözünü kırpmadan; “Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum”
demesine pek sevinmişti. Allah’a dönerek; “Şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak
olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var.”
Peki, yeryüzünün
neresinde böyle bir lider ve o liderin karşısına dikilerek hata yahut yanlışı
sorgulayabilecek bir halk mevcuttur?
Tabii ki mevcut
değildir; şayet olmuş olsaydı, orada Allah’ın indirdiği ayetlerle hükmeden bir
ülke var olur; hem insanlık yaşar hem de kendini Allah’a adamış Hz. Ömer gibi
nice devlet başkanları adaleti temsil edecek bir liyakatte ulaşırlardı. Ancak
yine de yığınlar, Allah’tan değil liderlerinin vereceğini sandıkları fayda
yahut zararlar beklentisi taşıdıklarından hilkatteki eşlerine köleliği,
yaratıcıları Allah’a kulluk yapmaktan üstün görebilmektedirler.
“Hikmetin
başı, Allah korkusudur. Başka bir deyişle, insanlığın ölçüsü, Allah’a ve O’nun
kanunlarına olan bağlılıktadır.” Hz. Ömer
İnsan sultalaştırılıp öyle büyütülmüş ki, nefis yani
şeytan yüreklere galebe çalıp ruhları kuşatmıştır. Allah’ın bırakılıp insana
tevekkül edilmesi gazabın duçar olmasını ve adaletin silinip süpürülmesini
tetiklemiştir.
Nasıl ki Hz. Ömer ve
nice iman ehli liderleri sözün en güzeline yöneten ve kendi yoluna ileterek
kabiliyet kazandıran Allah ise, şüphesiz şeytan misali saptıran ve şerre
götürende Allah’tır. Çünkü ancak layığınla muteber olunduğundan dilekler
karşılanmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, Allah’a ulaşan söz değil, kalpte
saklananlardır!
Allah’a karşı özgürlüğü savunarak insanları manipüle
etmek suretiyle kendilerine köle kılan her düşünce, rejim, devlet, hükümet, lider
ve diğerleri acımasız insanlık hasmı zalimlerdir. Bu sebeple Allah, onlara ve
uyan toplumlara müstahak oldukları haksızlık ve adaletsizliği mukim
kılmaktadır.
Müslüman bir lider mi var ki, Müslüman biri çıkıp da
yanlış yoldaysa kılıçla doğrultabileceği dirayetinde bulunabilsin! Çünkü
sapmışı doğru yola iletmek ancak Allah’a mahsus mutlak bir irade olmasından
doğrultmak değil, elimine etmek tartışılmaz bir hükümdür.
Ancak yaratıcı Allah’a saygı duyup kanunlarına bağlılık
gösterenler sevilip saygı duyulmaya, dost edinilmeye ve sözlerine itaat
edilmeye değerdir. İnsan için eceli belirsiz sürede ne kazandığı değil, öldükten
sonraki akıbeti yegâne ölçü olmalıdır.
Açıkça Allah’a kulluk yerine gizlice insana köleliği
seçen ya da her iki tarafı idare etmeye yeltenen yığınlar bilmelidirler ki,
Allah ve Resulü’nün hükümlerini değil kendi isteklerine göre seçim hakkında bulunarak
ibadete kalkışanlar sapıkların ta kendileridir.
Küfrü dost edinmiş bir kimse, değil Ramazan ayında
yılın tamamını oruç ile geçirmiş olsa; yardım ve hizmetleriyle sınır tanımamış
olsa; hiç kalkmamacasına secdeden ayrılmayıp namaz kılmış olsa; Allah, Resul’ü
ve Kur’an’a iman ettiğini söylemiş olsa dahi beyhudedir.
“Allah ve
Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve
kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve
Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
Ahzab 36
“(O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a
yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir
toplumdur.” Tevbe 56
“Fitne
tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için
oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına
düşmanlık ve saldırı yoktur.” Bakara 193
“Fitne
ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Son
verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.”
Enfal 39
“Ey iman
edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.”
Maide 105
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder