Bilgiye dayandığı iddia edilen
başarı da bir gözbağıdır!
Geçmişte
olduğu gibi günümüzdeki seküler-laik insanlar da benliklerine öyle düşkündürler
ki, edinilmeye değer bilginin ancak beyin hücreleri çalıştırılarak elde edilen
bir başarı olarak kabul ederler. Öyle ki, zorda kaldıklarında ya da işlerine
geldiğinde doğa olaylarına bakarak açı edinmeye çalışmalarından pek utanır;
egemen olanın bilgilerinin değil ikinci sınıf saydıkları doğanın, diğer bir
ifadeyle Allah’ın olmasını başarısızlık addetmelerinden pratik yerine teorilerle
aldatıcılıkta sınır tanımamışlar ve kuramlarla insanları haktan döndürüp batıla
meylettirmişlerdir.
Eğer bir bilgi, edinilen
orantıda iradece hayata geçirilemiyorsa, o bilginin atıktan öte bir değeri
yoktur.
Nice insanlar vardır
ki, bilgiyle donanmış olmalarına karşılık gerek kendilerine, gerekse toplumlara
hiçbir katkı sağlayamamış, hedeflendikleri güce, yeteneğe, iktidara veya
zenginliğe ulaşamamışlardır.
Sahip olunan bilgi, fiiliyatsı
gerçekler doğrultusunda değerlendirilip yargılama yapılamayarak etrafa ışık
saçan yıldızsal bir niteliğe kavuşturulamıyorsa, o bilginin heybede taşınan buğdaydan
hiçbir farkı yoktur.
İradesiz bilgi, bilgi değil dolgusal bir
donanımdır; diğer bir ifadeyle kozmetik bir üründür.
Seküler-laik insan,
iddiası gereği düşüncesindekileri mantığında işleyip iradesiyle bütünleştirdikten
sonra her türlü zorlukları, olumsuzlukları, hakkında yazılmış kaderi, korkuyu
aşabilmeli; kontrolü ele alarak dilediği yaşama hükmedebilmelidir. İradeyle
elde edilemeyen ve kalıcılığı korunamayan bir bilgi asla başarı değildir!
İnsanları bilgi dolu cansız
ansiklopedilerden ve bilgi işlem makinelerinden ayıran
temel fark, düşünebilen canlı kullar olmalarıdır. Ancak düşünceler özgür değil,
Etkin Akıl’ın yani yaratıcı Allah’ın güdümünde olduğundan nefsin tuzağına düşen
insan, fevkalade yanılabilmektedir. Diğer her şey gibi yaratıcının uhdesinde
bulunmalarından araç konusunda berikilerden ayrı özgürsel bir iradeye sahip
olabilmeleri mümkün değildir.
İradesiz bir akıl ya da bilginin, sırtında
binlerce ciltlik kitap taşıyan eşekten bir farkı yoktur. Yeryüzünde insanı
üstün ve saygın kılan, sahip olduğu imtiyazlı bilgi hazineleriyle ayrıcalıklı yaparak
iktidar ve zengin olmalarını sağlayan akıl ve bilgileri olmuş olsaydı; sürünen,
acı çeken, korkan, yenilen, zillete düşen, boyun eğen, esir düşen, kaybeden ve
pamuk ipliği misali yok olabilen tek bir güç olmazdı.
Hiçbir şey bilmezken başarılı olunabiliyor ya da çok şey bildikten
sonra başarısız olunabiliniyor ise, başarının bilgi ve irade de olmadığı
kanıtlanmaktadır.
Öncesinde bir hiçken sonradan büyüyerek
namütenahi zenginliklere, saltanatlara, imparatorluklara, zaferlere, makamlara ve
kariyerlere ulaşarak yenilmez ve geçilemez sanılan güçler, şimdi nerede; yarın
nerede olacaklar? Artık çok şey bilmek öyle bir sihirbazlığı doğurmuş ki, her
yer sirk ve herkes bir cambaz oluvermiş.
Bir zamanlar adları
duyulduğunda veya gölgeleri yansıdığında yürekleri hoplatan, hayatları ya
kâbusa dönüştüren ya da sevinç doğurtan, cesaretleri ve güçleri karşısında
dünyayı birbirine katan, zenginlikleriyle gıpta estiren, ilimleriyle örnek
olan, bilgelikleriyle övünülen, seslerini duyabilmek, yanına yaklaşarak tenine
dokunabilmek hatta görüntüsünü alabilmek dahi hayal olan nice insanlar, nasıl
oldular da zirvelerden çukura düşebildiler?
Bir gücün, iradenin
ya da bilginin varlığı; ancak başka bir gücün hükmüne kadardır. Tek ve mutlak
hâkim güç yaratıcı Allah olduğuna göre beşeri her gücün vadesi dolduğunda hiçliğe
dönüştüğü ya da dönüşeceği tartışılmazdır.
Bu sebeple
kendilerini yaratıcı Allah’a diz çöktürecek tanrıymışçasına egemen sanan birçok
iktidar sahibinin sokaktaki bir pejmürde ile aynı akıbete uğrayabilmelerine
akılsızlık, bilgisizlik, iradesizlik, başarısızlık veya dış etkenlere
dayandırmak asla mazeret sayılamaz. Çünkü akıl kuralları, bilgi ve irade savları
hiçbir bahaneye geçit tanımaz. Ama yine de yaratıcının Mutlak İrade’si olan kader
gerçeği inat ve ısrarla reddedilerek özgürlük ve egemenlik taslanabilmektedir.
Binlerce tecrübeye
rağmen, belirlenen gün gelip çattığında her kim olursa olsun yazılandan kurtulamayacağını
idrak edilememesinden gücün Allah’tan değil, kendi bilgilerinden olduğu düşünülebilinmektedir.
Tarihin ve kaderin
akışına hiçbir beşerin müdahale edemediği, tarihi, insanların değil, tarihi
yaratanın belirlediği tartışılmayacak kadar açıktır. Her şey, mutlak olan bir
şeye bağlı geliştiğinden, elden hiçbir şey gelmemektedir.
Asıl sorun nedir bilir misiniz; hele de sözde Müslüman
olanların, elde ettikleri güçleri kendi akıllarından bilip başarıya ulaştıkları
hezeyanına kapılmak suretiyle şımarabilmeleridir.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere İslam ülkelerinin
dinsel, bilimsel, siyasal, ekonomisel ve askeriyesel önderlerinden hiçbirinin
toplumlarca düzülen methiyeler karşısında insanlara dönerek gerçeği
haykırmamaları ve iyi örnek olurcasına nasihatte bulunmamaları şirk değil de
nedir?
“Ancak
ben de sizler gibi bir hiçim! Müslümanlıkla şereflendirilmiş olmamım dışında
gördüğüm kuvvet ve kıymetlerin tamamı Allah’ın bir lütfü, emaneti ve ihsanıdır.
Başarıların tamamı Allah’tandır. Sanki kendimizdenmişçesine beni övmeyin ve
vazgeçilmez kılarak şirke girmeyiniz. Sizleri nasıl Allah var etmiş, korumuş,
gözetmiş, dilediğini yücelterek dilediğini alçaltmış ise, benimde görevlerimin
dışında sizden hiçbir farkım yoktur. Benim size ne fayda ne de zarar verebilecek
bir gücümde bulunmamaktadır. Hele kiminizi kiminize üstün kılarak
geçimliklerinizi paylaştıran ve rızıklanmanızı sağlayan ben değil, Allah’tır” diyebilme kulluğunda bulunmaktan
kaçınarak, dolaylı olsa da kibirliklerine yenik düşebilmişlerdir.
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengini Karun da;”Zenginliğim bana ancak kendimdeki bilgi
sayesinde verildi” demişti. Ama hazinelerinin sadece anahtarlarını güçlü bir
topluluk zorla taşırken; ne oldu da bilgisi kendisini helak olmaktan kurtaramamıştı?
Oysa zannınca o serveti verenin bilgisi olduğuna göre, dibe vurmasında övündüğü
bilgisi neredeydi?
“De ki:
Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.”
Cin 21
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder