“Andolsun, biz cinler ve insanlardan
birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla
kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla
işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl
gafiller onlardır.” A’raf 179
Yaratıcısı Allah’a nankörlük ve hainliği uğraş
edinmiş günahkârların iyiyi, doğruyu ve gerçeği idrak edebilmeleri mümkün
değildir. Ancak kötü yani batıl olan şeyleri nefsin güdümünde insani maskeyle kabul
edilmesi öyle bir manipülasyondur ki, hak olan yalan ve ilkel sayılarak
insanlık biçilmektedir.
İnsan olabilmek ya da insanca muhakeme
edebilmek yahut insanca yargıya gidebilmenin yolu kimden geçmeli ve kimin
düşüncesi ve rehberliğinde olmalıdır? Yaratıcı
Allah’ın mı; yaratık kulun mu?
Benliklerin ardına düşülmesi akabinde
nefislerin eline terk edilenlerin ölümle birlikte ortaya çıkan hazin sonları,
her ne kadar herkesçe edinilen tecrübeler ise de, yine de gerçeğin açık
perdelerini kapatabilmek için sürdürülen ısrar ve inattan dolayı hak yol imkânsızlaşmaktadır.
Batılın, nefsin,
sekülerizm ya da laisizm’in hüküm sürdüğü toplumlarda insani hiçbir değer
yoktur. Yalnızca çıkar odaklı benliğe çalışıldığı vahiy dışı düzenler vardır
ki, hak ve adalet gibi argümanlar tamamen aldatmaca olup, sömürüde sınır
tanınmamaktadır.
Vahye yani İslam’a iman ettikleri
iddialarına rağmen ameliyle söylemlerini kanıtlamayanların kuşattığı bir dünyada
mümince yaşayabilmek çok zordur. Ki, dünyayı kuşatan o yığınlar ancak köle
olmaktan öteye gidememekte; dolayısıyla dinlerine ve insanlıklarına düşman
olanlara odalık yaparak özgürlük teraneleri çalmaktadırlar.
Etiketi hak olup davranışları batıl olanlara
karşı verilen mücadele; en şiddetli kınamalarla ve suçlamalarla öyle
püskürtülmeye çalışılmaktadır ki, Allah’ın açık ve seçik ayetleri dahi haklılığın
ispatlanmasına kâfi gelmemektedir. Ancak uluyanların ulumalarına kulakların
tıkanmayıp, Allah’ın çizdiği yolun dışında başkasınınkinin yol edinilmesi
kurtuluşu kadük kılmaktadır.
Allah’ın indirdiği hükümleri ya inkâr
ederek ya da yorumlarla eğip bükerek insaniyeti gaye edinmeyenlerden dolayı vicdanlar
yitmiş ve muhakeme yetileri mühürlenmiştir. Hakkın ve adaletin yanında gözüküp
barbarların artıklarıyla beslenenlerin hüsranlıkları öyle yakındadır ki, tıpkı
tohumun filizlenip toprağın üzerine çıkması misali güncelleşecekleri an
çarçabuk gelebilmektedir.
Mutlaka her alçağa karşılık bir kahraman,
her bencil politikacıya karşılık kendini Allah’a adamış müminler vardır. Şüphe
yok ki her münafığın oyununu bozacak satın alınamaz iman ehli mevcuttur.
Zorbaların ve münafıkların görünüşteki galibiyetleri asla yanıltmamalı,
geçmişte olduğu gibi bugünde, yarında silinip süpürüleceklerinin yaratıcı
Allah’ın kesin bir vaadi olduğu bilinmelidir. Zaten tarih apaçık bir kanıttır! Allah’tan
daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? Allah, emrini yerine getirinceye
kadar müminlerin sabretmeleri korkularından değil, Mutlak İrade’nin dilemesindendir.
Ki, sabır sessiz kalmak yahut mücadeleden kaçınmak değil, umudu yitirmemektir.
Her insan kendi
vatanını cennet, başkasınınkini ya da düşmanınkini cehennem sanır. Oysa her yer
Allah’ın arzı olup, sadece ahiret yurdunda var olan cennet öyle bakidir ki, dünya
gibi fanilikle kıyaslanamayacak bir deryadır. Lakin daha cennette kötülüğün ve
cehennemde hiçbir iyiliğin olmadığını idrak edememiş insan, neden ahirete inanmayıp
ya da şüpheyle yaklaşarak tumturaklı iman edemediğini bilir misiniz; faniliğe bel
bağlayarak yaratıcısının değil yaratığın düşüncelerine itibar etmiş ve idolleştirmiş
olmasındandır. Dünyada ne cennet ne de cehennem vardır!
İyilik ve kötülüğü
temsilen örneklendirilen dünyevi cennet yahut cehennem öylesine nefsanidir ki, ahiretteki
baki olan cennet ve cehennem ruh misali etkisizleştirilerek Allah’ın indirdiği
hak düzen batıla peşkeş çekilmek suretiyle esas örtülmeye çalışılmıştır. Oysa
cennet ve cehennemi gerçekleştiren Allah ise, hükümlerinin dışlanmasıyla cennetsi
bir düzenin var edilebilmesi mümkün müdür?
Yaratıcı ve
hüküm koyucu Allah’ın ilkelerini takmayıp yaratıkların nefsani ilkelerini baz
alan tüm düzenler cennetsi sanılsa da cehennemin ta kendisidir. Batıllık yani
kötülük hiçbir şart ve koşulda hakkın yani iyiliğin diyarında yer alamaz.
Alınmaya kalkışılırsa iyilik mundarlaşır! Bu sebeple vahiy dışı
seküler-laik-demokratik düşüncelerden dolayı batıl, hak yapılmış; kötülerin iyilerle
harmanlaştırılmasından münafıklık, suçluluk, nankörlük ve hainlik meşrulaşmıştır.
Kendini
Allah’a adamışın dışında kalan her nefis dünyaya karşı öyle doyumsuzdur ki, böylece
dünya gibi nasıl yalan olduğu kanıtlanmaktadır. Nefis asıl olanı değil geçici
olan ne varsa sürekli ister ve canı pahasına her şeyi elde etmeye çalışır. Önce
ufaktan başlayıp sonra öyle azar ki, zamanla sahip oldukları bazen mutluluk
verip cennette; bazen de sıkıntı verip cehennemde hissettirir. Böylelikle
ömrünü nefsinin hüküm sürdüğü yalan bir cennet ile cehennem arasında geçirir.
Kimine
gücü yetip, kimine gücü yetmez ise de, gücü yetmediğini de elde edebilmeyi düşünce
ve davranışlarıyla ortaya koyar. Öyle ki, elde edemediğine karşı güçsüzlüğünü belli
etmemek veya başkalarına karşı utancını gizlemek ya da yerilmekten
kurtulabilmek için bahaneler sıralar hatta elde edemediği şey için ya değersiz
olduğunu söylemeye başlar ya doğanın gücünü mazeret kılar ya da araştırma kılıfıyla
acizliği örtbas etmeye kalkışır.
Hâlbuki
cennet ya da cehennem fani bir sıkıntı yahut mutlulukla elde edilebilir geçici
değerler olsaydı, ebedi bir mükâfat ve azap yerleri olmazdı. Çünkü ahiret yurdu
cennet ve cehennemin ta kendisidir!
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek
İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak
koşanların vay haline!” Fussilet 6
“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın
bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de
perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola
eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” Casiye 23
Onlar için orada ebedî kalmak üzere diledikleri her şey vardır. İşte bu,
Rabbinin üzerine (aldığı ve yerine getirilmesi) istenen bir
vaaddir.
O gün Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıkları şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?
Onlar: Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helâki hak eden bir kavim oldular, derler.”
O gün Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıkları şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?
Onlar: Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helâki hak eden bir kavim oldular, derler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder