2006 yılının Nisan ayında yazdığım “neden oy kullanmıyorum” adlı
kitabımda, seküler-laik rejimi meşrulaştırmamak adına herhangi bir partiyi desteklememin
vahyen mümkün olamayacağı; yaratıcı Allah’ın anayasasını değil de beşeri
anayasayı rehber edinmenin apaçık bir başkaldırı olduğu üzerinde durarak,
partinin adı ne olursa olsun Allah’ın kitabına isyan esası üzerine kurulu batıl
rejime bağlı faaliyet göstermelerinden hak ve adaleti değil, nefsi kanunları
güttükleri gerçeğiyle hep karşı çıkmış ve bu sebeple oy kullanmaktan kaçınmışımdır.
Hatta öyle ki, “söz
konusu seküler-laik düzen doğrultusunda kullanacağım tek bir oy, çok sevdiğim
rahmetli babamın dirilmesine neden olabilecek bir mucizeyi gerçekleştirecek
olsa dâhi yine de kullanmam. Çünkü dirilişi bir hayır değil, mutlaka şer
olacaktır. Vahyi reddeden bir rejim,"Allah adı" anılmaksızın
kesilen hayvanın haram etine benzer. Onun etini yemek ne kadar büyük bir günah
ve küfür ise, rejimi meşrulaştıran herhangi bir partiye oy vermemde o kadar
büyük bir günah ve haramdır” açıklamasını yapmıştım.
Çünkü İtalyan bir filozof olan ve Engizisyon
tarafından diri diri yakılarak idam edilen Giordano
Bruno; “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince,
diğerleri de yanlış gider” teşbihini anahtar yapmışımdır.
Ne var ki, İslam ve Müslüman Türkiye
düşmanı haçlı-siyonist güruhuna karşı yapılacak olan referanduma katılıp “evet”
tercihinde bulunmak, haddi aşmamak koşuluyla
ruhsatsı bir mecburiyettir.
Referandumu seküler-laik rejimi veya
vahiy dışı bir partiyi onaylavıcı bir düşünceyle değil, İslam ve Türkiye
karşıtı dâhili ve harici düşmanların galebe çalmalarını önleyebilmek maksadıyla
zoraki bir duruş olarak addediyorum. Dolayısıyla
referandumdaki ‘evet” seçimi öyle hassas ve ince bir masuniyettir ki, haçlı-siyonist’lerin
diktatörlüğünü ve kuşatmasını kırabilmek; dinimizi ve namusumuzu güvence altına
alabilmek amacıyla düşmanlardan kurtarabilmek için, ilk aşama olarak geçmişimizdeki
İstiklal muharebelerinden farksız buluyorum.
Lakin İslam imajlı gerek Saadet
Partisi gerek muadil düşünce grupların absürt gerekçelere sığınmak suretiyle
haçlı-siyonist safında yer alarak hakikati iğfal etme girişimleri münafıklıklarından
başka bir şey değildir. Tamamen nefsi hezeyanları sonucu hırs ve kibirlerine
yenik düşmeleri öyle şeytani bir sapmadır ki, tıpkı iman sahibi İblis’in kibri
sonucu cennette kovularak şeytanlaşma süreciyle benzerlik taşımaktadır.
Vahyi kurallardan
dolayı seçim yapmayarak küfür rejimine karşı duran tevhid veya cihad ehlinin düşünceleri
her ne kadar makul olsa da, çaresizlik içinde yaşadıkları vahiy dışı düzene kalben
katılmasalar da referandum gibi olasılık doğurabilecek fiziki ruhsatı
kullanmaları gerekmektedir. Öyle ki, kalpleri iman dolu olduğu halde zaruret
içinde ‘evet’ tercihinde bulunmaları Allah’ın bir iznidir. Zaten o düzeni
sindirmek mecburiyetinde kalarak Türkiye’de yaşamıyorlar mı? Düzeni terk ederek
ya hicrette ya da düzeni ortadan kaldırıcı bir savaşta bulunmadıkları halde verecekleri
‘evet’ için mi dinden çıkmış olacaklar? Haramı helal, helali haram sayan vahiy
dışı bir rejimin altında yaşamak küfür değil midir?
Kur’an’a muvafık olup İslam’da rivayet edilen;“Zaruretler haramı helal kılar.” (Mecelle, md. 21) prensibi maddî
olan haramları zaruret miktarı helal kıldığı gibi, manevî olan inanç esaslarına
karşı da zaruret miktarı, sözde ters davranmaya izin vermektedir.
Buna göre, bir kişinin kalbindeki imanı sapasağlam
durduğu halde, hayatî bir tehlike karşısında -içten değil- yalnız diliyle sözlü
olarak o inanca aykırı bir şey söylemesi onu küfre sokmaz. Çünkü iman-küfür
kalbin unsurlarıdır. İçten inanan mümin olur, içten inanmayan ise kâfir olur. Kalpten mümin olduğu halde korkudan küfür olan sözleri kullanan
kimse imandan çıkmaz. Kalpten inanmayan
fakat korkusundan mümin olarak kendini gösteren kimse de münafık olur.
Diğer taraftan “Tek Adam Yönetimi”
gibi bir manipülasyonla zayıf ve aptal akılları karıştırmada mahir olan cenah
öyle argümanlar kullanıp esası örtbas etmeye çalışmaktadır ki, adeta intihar
misali imha olmaya koşan yığınları sürükleyebilmektedirler. Şoför
Oysa tanınmadığı hatta bir kısmı
dahi görünmediği halde milyonlarca insanın mal ve can güvenliğini teslim ettiği
şoförün de, makinistin de, pilotun da, kaptanın da ‘tek adam” olarak iktidarsal
yükümlülükleri doğrultusundaki sürücülükleri aşikâr ise, tek adam diye
nitelendirilen beşerden kaygı duymak hayatı imkânsız kılar. Ki, Allah’tan başka
hiç kimsenin “TEK” olamadığı evrende “tek adamlık” asla mümkün değildir. Ancak
kulluğu reddeden seküler-laik düşüncenin hilesi, insanı ‘tanrı’ görmesinden
ötürü tek adam hezeyanlığına pirim kazandırabilmektedir.
Ayrıca yaptığı hata ve yanlışından
dolayı kimse kimseyi eleştiremez; ayıplayamaz! Çünkü hata ve yanlıştan münezzeh
sadece ve sadece yaratıcı ALLAH’tır! Kul, beşerdir ve şaşırması kulluğunun bir
fıtratıdır. Ki, peygamberler dahi Allah’ın elçileri olmaları hasebiyle sebatkâr
kılınmalarından dolayı hata ve yanlıştan muaf tutulmuşlardır. Asıl olan tevbe
ederek hidayete dönebilmek ve ihlâsta sebatkâr kalabilmektir.
Aslında o kadar çok şey bilmeye de pek gerek yoktur! Zaten bilen yalnızca
ALLAH olduğuna göre bugüne odaklanılıp yarını ALLAH’ın takdirine bırakarak
sabır ve şükretmektir. Çünkü yarın ne olacağını hiç kimse bilmemektedir.
Referandumda ‘evet’in kazanmasına
haçlı-siyonist’ler karşı ise;
Müslüman Türk milletini küfre peşkeş
çeken CHP ‘hayır’ diyor ise;
Milletimizin katili terörist PKK/HDP
‘hayır’ diyor ise;
“Kur’an Müslümanlığı sapkınlıktır”
küfrünü savunan FETÖ ‘hayır’ diyor ise;
Müslüman Millet aklının üstünlüğü
değil meclisin üstünlüğü savunularak haçlı-siyonist’lerin dolaylı güdümü hâkim
olacak ise;
Tek başlarına asla iktidara
gelemeyecek İslam ve Müslüman Türk düşmanlarının olası koalisyon entrikaları
son bulacak ise;
Artık kendilerine fiyat etiketi
koymuş vekiller aracılığıyla değil doğrudan katılım gerçekleşecek ise;
Türkiye’nin yeniden İslam’ı egemen
kılma ihtimali doğacak ise;
Türkiye geçmişini yad edercesine
tekrar şahlanacak ise;
‘EVET’ değil de ‘hayır’ diyebilmek mümkün müdür? Hayır diyebilenler dolaylı yahut doğrudan hem
haçlı-siyonist’tirler; hem de İslam ve Türkiye düşmanıdırlar!
“Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse
-kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka-
fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için
büyük bir azap vardır.”
Nahl 106
“İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza
gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi
ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın;
ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Harbetmeyi bilseydik, elbette sizinpeşinizden
gelirdik» dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler.
Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların
içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.” Al-i İmran 166-167
“Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.”
İsra 74
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder