Seküler-laik-demokratik
bir anayasa temelinde laikleşilmeden imanı muhafaza edebilmek o kadar zordur
ki, cehennem üzerindeki sırat köprüsünden geçmekten farksızdır!
Allah’a
olan inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden laiklik, ateizmin siyasi bir
terminolojisi olarak Kur’an ile siyaseti yani devleti birbirinden ayırarak dünya
işlerinde dini hükümlere karşı çıkmış öyle bir düşünce düzeyidir ki, helal ve
haramlar laikleştirilmeden Allah adına kullanılamamaktadır.
Helal
ya da haram, vahiysel hükümler olup ne nefsin ne beşeri bir gücün ne de
seküler-laik düşüncelerin inisiyatif kullanamayacakları dinsel terimlerdir ama
vahyi her değeri biçen laik kurallarca batıllaştırılmışlardır.
Neyin
haram yahut helal olduğuna hüküm verme yetkisinin kime ait ve kime itaat
edilmeli sorusu ve yükümlülüğünü manipüle eden vahiy dışı düşünceler şirki öyle
meşrulaştırmışlardır ki, çeşitli akıl karıştırıcı yollarla iman adına küfre
rağbet ettirebilmişlerdir.
Vahyin
haram buyruğuna helal yahut haram fetvaları veren seküler-laik devlet güdümündeki
popüler din adamları öyle kullanılmışlardır ki, vahyen haram olan anayasaya ya
da devlet hükümleri asla eleştirilememiş hatta helalmiş gibi korunup kollatılmıştır.
Her ne kadar vahiy karşıtı seküler-laik ateist güruhlar olsa da, asıl iman
sahiplerine tecavüz ederek akıl ve kalplerini karıştıran münafık din
adamlarıdır.
Seküler-laik-demokrat
düşünce özündeki yapılaşmaları yani yasaları ve siyaseti helalleştirerek, kavramları
bozmak suretiyle dolaylı yollardan savunabilen İslam maskeli ilahiyatçılar,
yalnızca Müslümanları değil ateistleri, Hıristiyanları, Yahudileri ya da diğer
inanç kesimlerini çelişkide bırakıp zihinlerini öyle iğfal etmişlerdir ki,
apaçık olan ayetleri anlaşılmaz kılıp karanlığa götürmüşlerdir.
“Allah ve
Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve
kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve
Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
Ahzab 36
Her
ne düşünce, inanç veya dinde olunursa olsun söz sahibi sadece Allah ve buyruklarını
insanoğluna tebliğle görevli Resul’üdür. Dolayısıyla tek ve hak olan din
İslam’dır; diğer bir ifadeyle kayıtsız-şartsız olarak Allah’ın iradesine teslimiyettir.
Bunun dışındaki her düşünce, söz ve din gayrimeşru yani batıldır.
Ancak
yaratıcı Allah’a karşı nefislerini galebe çaldırarak açı edinen insanlar öyle
bir ihanet ve nankörlük içindedirler ki, ya hilkatteki eşlerinin ardına
düşerler ya da yaratılmış canlı-cansız mahlukatları idol yaparak rehber
edinirler. Her kulun bir doğrusu ya da yanlışının var olduğu bir düzende
kaostan başka bir sonuç alınabilir mi? Kin, nefret, düşmanlık ve çatışmadan
başka bir barışın olabilmesi mümkün müdür?
Her
kim ne fikir yürütürse yürütsün seküler-laik-demokratik düşüncelerin edine
geldikleri savaş, doğrudan Allah ve indirdiği düzenledir. Geri kalan iddiaların
tamamı asılsızdır, yalandır, dünyevi çıkar amaçlıdır ve hilesel yönlendirmelerdir.
Allah
ve Resul’üne iman etmiş bir Müslüman olarak dünyada yapayalnız kalsam dahi,
demokrasi gerekçesiyle başka bir inanca sahip halkın çoğunluğuna uyabilmem ve
birliktelikte batılı paylaşabilmem mümkün değildir. Aynı şekilde İslam dışı
seküler-laik bir düşünceye, düzene veya devlete razı gelip itaat edemem de.
Velev ki aynı ırka ya da millete sahip olsam hatta babam ve kardeşim hakkı
batıla tercih etmiş olsa bile!
“Ey iman
edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı
ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar
zalimlerin kendileridir.” Tevbe 23
Bu
sebeple seküler-laik bir devlete razı olan Müslüman olamaz! Allah’ı, tıpkı hıristiyan
ve yahudiler gibi gökyüzüne yerleştirip yeryüzünde hâkimiyetlik taslayan
Müslüman olamaz! Kur’an hükümleri ile
devlet yapısını birbirinden ayıran Müslüman olamaz! Allah’a eş koşarcasına
özgür irade güden ya da kaderle çatışan Müslüman olamaz! Kendi istek ve
düşüncelerine hatta rivayetlere göre ahkâm kesen Müslüman olamaz! Allah ve
Resulünden başkasını üstün tutan Müslüman olamaz! Herhangi bir şeyi ya da
icraatını Kur’an hükümleri doğrultusunda değil de seküler-laik-demokrasi
sınırlarında gözeterek amel eden Müslüman olamaz! Allah’ın indirdikleri ile
hükmetmeyen Müslüman olamaz!
Aslında helal ve haramın
karşılığı doğru ve yanlıştır. Eğer doğru veya yanlışlar seküler-laik düşünce
doğrultusunda nefislere hak yani özgürlük tanımışsa; helal veya haramın
devletteki yani kamusal alandaki anlamı yahut yaptırımı nedir?
Hocalar
çıkıp şu helal, bu haramdır vaazları yaparak ahkâm kesiyorlar ama Allah
nezdinde haram olan seküler-laik anayasa ve devlete tek söz edemiyorlar. Devletin
serbest bırakarak helal kıldığı şeyleri Allah yasaklayıp haram sayarken;
Müslüman bir vatandaş kime uymalıdır? Devlete itaat etse, Allah tarafından
cezalandırılarak lanetlenecek; Allah’a boyun eğse devlet tarafından
teröristlikle suçlanıp cezalandırılacak? Her ikisine uymaya çalışarak gizliliğe
kalkışıp rıza kazanmaya yeltense münafıklıkla yaftalanıp şirk koşmaktan
müeyyideye çarptırılacak!
Öyleyse
Müslümanlara yegâne şart olan bir İslam Devlet’inin olmadığı bir düzende helal
ya da haramdan bahsetmek neyin nesidir? Seküler-laik bir devlette imana
erişebilmek mümkün müdür? Birbirlerine tezat hatta hasım düşünceleri birarada yaşatabilmeyi
hangi güç, kitap ve karakter izin verebilir? Egemen bir irade kendini imha
edercesine başkasına salahiyet yahut vekâlet verir mi? Bir sevgili dahi bir
başkasına tahammül edemezken; yaratıcının bir başkasına duyulan aşk ve tazimi
kabulü ya da rızası mümkün müdür?
İnsan, ölümlü bir kul
olduğunu her an hatırlamalıdır ki, beşerin doğru veya yanlışına değil, Allah’ın
helal ya da haramına odaklanarak diri kalabilsin! Ama devletleşmeden imkânsız!
“Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette
ziyan edenlerden olacaktır. İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şehadet
getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa
sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu
doğru yola iletmez.”
Al-i İmran 85-86
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder