Egemenlik
hakkı Allah’ın elinde olan düşünce ve düzenlere din; egemenlik hakkı beşerin
elinde olan düşünce ve düzenlere de akıl veya rasyonalizm denmiştir.
Akıl ve irade güdümlü seküler
düşünce ve düzenler toplumları Allah’tan uzaklaştırabilmek için din, bilim ve
siyaseti farklı kuvvetlermiş gibi çelik duvarlarla ayırmış; “Allah ya yoktur ya da gökyüzüne yerleşip
yeryüzünün idaresi insanların iradesindedir” anlayışlarına ilgi ve itibar
kazandırarak, yeryüzü ile gökyüzü tanrıları doğurmak suretiyle riyakârsı bir
inanç ve düzen karmaşasına neden olmuşlardır
Oysa her şey, yaratıcının Mutlak İrade’si
doğrultusunda yaratılmış, üretilmiş, bilgilendirilmiş ve biçimlenerek düşünce
ve eyleme dönüşmüştür.
İlahiyatçıların dahi rasyonalizm
felsefesinin etkisinde kalarak sekülerizmi, laisizmi ve demokrasiyi meşrulaştıran
dini yorumları iman sahibi toplumları ikileme sevk etmiş, gerçek ya bilinçli
yahut bilinçsiz bir saptırmayla eğilip bükülerek temel yapı yani öz tahrip
edilmiştir.
Öncelikle
“Din nedir?”
Din, kavram itibariyle itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının
üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak,
ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din; her
ne kadar ilahsal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi manipüle
edilip, siyasi ve sosyal hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de,
gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünü; bilimin, düşünce
ve iradelerin tamamıdır. Bilimsel, siyasal, hukuksal ve idaresel her anlayış ve
rejim; kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar
yapılarak egemenlik hakkı amaçlanır; insanların itaat ve hizmeti şart koşularak
üstün addedilen hâkim gücün emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek güç
olunduğu tasdik edilir. Bu sebeple düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi;
otomatikman ilahsal bir egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her
toplum, idare edildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri
dolaylı yoldan tanrılaştırarak tapınabilmektedir.
Düşüncenin, rejimin ve düzenin
adı ve tanımı her ne olursa olsun o mutlaka bir dindir. Dolayısıyla ateizmde kural ve
kaideleriyle bir dindir…
Tüm
çaba insanların kul olma yaratılmışlıklarını aşacak benliğin yüceltmesiyle
Yaratıcı’ya karşı güçlü ve irade sahibi bir egemenlik gütmek, Allah’ın koyduğu
kuralları ve mutlak iradesine karşı zafer kazanabilecek üstünlüğü rasyonalist
temelli argümanlarla adı laisizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasim, ateizm ve
Kemalizm gibi doktrinlerin yasa belirleyici etkileriyle dinleştirilmeleri
akabinde insan tanrılaştırılmaktadır. Ancak teorilerindeki düşünceleri pratikte
gerçekleştirememeleri her ne kadar toplumları uyandırmasa da kader hükümlü
akış, mecrasında sürmektedir.
Yaratıcının
vahiysel dinini yani anayasasını sözde kutsallaştırıp siyasetten, devletten,
kamudan ve sosyal hayattan arındırarak kendi dinlerini hâkim kılanlar, oyun
içinde sayısız dalavereler tertipleyerek inananları şeytanca aldatmışlar ve
aldatmaya devam etmektedirler. Çünkü vahyi reddeden düşünce ve sistemler, mega
yalanlar zemininde inşa edilmiş abartılardır.
Toplumların
yaratıcıya karşı olan duyarlılığını dikkate alarak öylesi hilelere girişmişler
ki, dinin sadece kişiye özel ilahsal ve ibadetsel bir ritüel yani ayin olduğunu
işleyerek saygı altında Yaratıcı’yı dokunulmaz kılıp, hapsedercesine
yeryüzünden dışlamak suretiyle tüm yetkiyi kendilerinde toplamış; insanların
nefislerini okşayan seçme, seçilme, özgürlük veya hâkimiyet adı altında suni
payeler vererek, tanrısal gücün otoritesine kavuşabileceklerini sanmışlardır.
Sırf Yaratıcının düzenini kabul etmemek ve egemenliği altına girmemek adına
birbirlerinin hükümranlığına razı olmuş ve boyun eğmeyi ayrıcalıklı bir aydınlık,
ilericilik, onur, eşitlik, hak ve adalet vesilesi saymışlardır.
Lâik,
sosyalist, kapitalist veya demokratik düşünce temelinde yapılaşan seküler devletlerin
din ile siyaseti düşman kılıp birbirinden ayırarak insanı tanrılaştıran
hukuklarıyla ayakta kalabilme çabaları, doğrudan semavi dine mensup politikacı,
düşünür ve ilahiyatçıların desteklerindendir. Halkı etkileyerek yanlışı
meşrulaştıran bu çıkarcı mihraklar; doğrunun, hakkın ve adaletin hâkim olmasına
mani olmakta, dolayısıyla Allah dini ve devlet dini gibi korkunç bir ikilem
oluşturarak, dolaylıda olsa çok tanrılı bir düzeni savunmaktadırlar. Ancak toplumlar,
böylesi şeytani bir manipülasyonu derinden sorgulamamalarından gerçeği
kavrayamamış, böylece çok tanrılı ve dinli inanışları özümseyebilmişlerdir.
Öyle
riyakârsı ve münafıksı bir paradoksu meşrulaştırmışlar ki, Allah’ın dini ile
devlet dininin sınırlarını çizmiş ve alansal müdahaleleri savaş nedeni sayarak
kıyasıya mücadele etmişlerdir. Çağlar boyu süregelen çatışmalar ve bölünmeler
ırktan çok dinsel zeminde baş göstermiş, Allah ile insanın egemenlik
haklarından ötürü savaş hiç durmamıştır. Bir tarafta vahiysel anayasayı
reddederek lâik zeminli demokratik dinle kendini tanrılaştıran insan, diğer
tarafta Yaratıcı olma hasebiyle sadece hukukuna uyulmasını emreden Allah.
Bu durumda Allah’ın dinine iman etmiş bir
Müslüman kime itaat etmeli ve hangi tarafın dini bağlılığıyla huzuru, güveni, adaleti,
mükâfat ve cezasını ciddiye almalıdır? Ya Yaratıcı Allah’ı ya da kendi gibi
yaratık olan insanı!
Türkiye Halkının dini, bağlı
olduğu laik ve Atatürkçü anayasadır. İslam dini ve Allah’a olan inançları bir
ritüel niteliğinde olup, tamamen ruhsal bir mastürbasyondur.
Aslında
sözü uzatmak yerine şu soruları cevaplayan her insan; gerçekte tanrısının kim
ve hangi dine mensup olduğunu ortaya koymaktadır.
1-
Allah’ın dinine mi, devletin dinine mi itaat
edilmelidir?
2-
Yaşamında devlet dinin kurallarına mı, Allah
dinin kurallarına mı boyun eğilmelidir?
3-
Kimin üstünlüğünü kabul edilip düşünce ve
iradesine kayıtsız teslim olunmalıdır?
4-
Allah dinine mi, devlet dinine mi hizmet
edilmelidir?
5-
Kimin ilkeleri ve prensiplerine koşulsuz
bağlılık gösterip yaşamda uygulanmalıdır?
6-
Allah’ın indirdiği hükümler mi, devletin
koyduğu hükümler mi bağlayıcı olmalıdır?
7-
İnsanın yaptığı anayasa mı, Allah’ın indirdiği
anayasa mı zorunlu olmalıdır?
8-
Devletin milleti mi, Allah’ın milleti mi
olmak esastır?
9-
İnsan, çıkardığı kanunlara uyulmasını şart
koşarken; Allah da hükümlerine uyulmasını şart koşuyorsa kime uyulmalıdır?
10-
Her iki dini bir arada yaşamak mümkün müdür?
11-
Yasa yapıcı devlet mi, Allah mıdır?
12-
Allah dinini reddeden laik bir devlete
bağlılık, itaat ve hizmet; Allah’a isyan değil midir? Ya da Allah’a itaat,
Allah’a itaati reddeden laik devlete karşı isyan değil midir?
13-
İnsanların kaderlerine devlet değil de Allah
hükmediyorsa; devlet dinine itaati nasıl bir düşünce, mantık, akıl, inanç ve
duyguyla kabul edilebilir?
14-
Sözü ve takdiri Yaratıcı belirliyorsa; Allah’ı
dışlayan devlet kimdir, yaptırımı ve gücü nedir?
15-
Tek güç Allah mıdır, devlet midir?
Yeryüzünde ve siyasette ayrı
bir tanrı; gökyüzünde, doğada ve ölümde ayrı bir Tanrı’ya inanç!
“İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a
denk tanrılar edinir de
onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok
daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve
Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” Bakara 165
“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa,
bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla
kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” Al-i İmran 85
“De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da
sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk
ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu." Yunus 104
“(Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.” Yunus 109
“De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah
göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Hucurat 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder