İnsan,
nefsine düşkün öyle bir beşerdir ki, fırsat yakalamaya dursun. Hele o fırsat,
nefsine galebe çaldıracak dünyalık yahut şehvetsi bir kazanım ise dönüşümde
sınır tanımayıp kendini insan yapan tüm değerlerini kökten söker atar.
Öyle ki, Peygamberler dahi insan
olmalarından ancak Allah’ın sebatkâr kılmasından ötürü nefsi her türlü arzu ve
isteklerinden soyutlanmışlar; böylece ne rableri Allah’a ne hükümlerine ne de
beşere ihanet etmişlerdir. Çünkü yeryüzündeki hiçbir paha, seçilmiş zatlarına
fiyat etiketi koymaya yetmemiştir.
“Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse
onlara birazcık meyledecektin.” İsra 74
Yaratıcı
Allah’a hainliği meslek edinmişlerin hilkatteki eşlerine sadakatleri mümkün
değildir. Onun için Allah, birçok ayetinde “Bana dayanıp güvenin, vekil ve destek olarak Ben
size yeterim” uyarısında bulunmaktadır.
Lakin
insanın Allah’a ve birbirine karşı işlediği yüzlerce ihanete karşı öne sürdüğü
gerekçeler, bahaneler ve mazeretler öyle ikna edici ki, sanki hainlikte değil
sadakatte bulunmuş gibi değer kazanır. Oysa ihanet ve
nankörlükle özleşen insan, salgın hastalıklardan ve afetlerden çok daha büyük
tehdittir.
Hiçbir
insan yoktur ki, haksız ve adaletsiz olduğu halde hak ve adalet aramasın; hain
ve nankör olduğu halde merhamet ve vefa beklemesin; suçlu olduğu halde masum
olduğunu söylemesin; fırsat peşinde koştuğu halde erdemlikten bahsetmesin; insafsız
olduğu halde hümanist kesilip hesap sormasın. Hâlbuki kötülerin en kötüsüdür ancak
imkâna kavuşmasıyla deşifre olan hainliğiyle gerçeği güncelleşir.
Fıtratı
gereği günah veya suç işlemeye meyilli bir insanın masum olabilmesi asla söz
konusu değildir. Her neyin içinde yahut her ne ile karşılaşmışsa mutlaka onu dürten
bir faktördür ama ak sütten çıkmış kaşık misali kendisini bîgünah sanır. Oysa
hayatı ile ilgili bir otokritik yapmış olsa bedbahtın en bedbahtı olduğunu
idrak edebilecek ve başına gelen musibetler ile ilgili o an bir suçu olmasa dahi
geçmişte işlediğinin bedelini ödediğini anlayabilecektir.
İnsanlığı,
milletleri ve devletleri zaafa uğratıp güçsüzleştirerek esaret altına
girmelerine yahut yıkımlarına neden olan ihanetlerdir. Nefsi arzu ve isteklere
gem vurulamaması ihanetleri oluşturmakta; böylece kazanç sonrası kaybı, zafer
sonrası mağlubiyeti, mutluluk sonrası sıkıntıyı, güç sonrası zayıflığı doğurmaktadır.
Hainlik,
her insan, toplum ve ülke için asla bağışlanamaz bir felaket ise de çıkarlar
doğrultusunda kabul edilebilir olması hainliği meşrulaştırmaktadır.
Makedonya
Kralı İskender, muhteşem hazinelere sahip Pers Kralı Darius’u yenilgiye uğratması
akabinde kralın savaş meydanından kaçarken kendi askerleri tarafından ihanete
uğrayarak öldürülmesi üzerine söylediği son söz; ”Yaşadığım gibi şanıma lâyık bir biçimde ölemediğime ve bir pislikmiş
gibi güvendiğim askerlerim tarafından öldürüldüğüme kahrediyorum” olmuştu.
İskender, düşmanı kralın kendi askerleri tarafından ihanete uğrayarak
öldürülmesine içerlenerek çok öfkelenmiş ve kimin Dairus’u öldürdüğünü sorması
üzerine, İskender tarafından mükâfatlandırılacağını düşüncesiyle böbürlenerek
ortaya çıkan hain asker, “sizin için ben öldürdüm” itirafı akabinde İskender
tarafından kafası kesilmişti.
Türkiye
Cumhuriyeti olarak PKK/HDP tarafından ihanetle karşı karşıya olan milletimizin
yaklaşık % 10’u hainliği kabul edip taraf çıksa da, öncesinde de Osmanlı
Devleti’ne ihanet etmiş olmamızdan pek farkımız bulunmamaktadır. O gün ki
gerekçelerle bugün PKK/HDP’nin öne sürdüğü gerekçeler ihaneti meşrulaştıramaz. Çünkü
ihanet, hiçbir şart ve koşulda onaylanamaz!
Ana ve babamız aleyhine dahi olsa adil olmak, insanlığın
tartışılmaz şiarıdır. Ki, bizler PKK/HDP hainlerinden çok daha ileri bir
seviyede öyle ihanette bulunmuşuz ki, en azılı düşmanlarımızın dahi itibar edip
önlerinde şapka çıkarıp saygı duyduğu izzet ve şeref abidesi padişahlarımızı
alçakça karalayabilmişizdir. Devletlerini yıkmamızla kalmayıp ülkeden sınır
dışı yaparak ele muhtaç bırakma ve öldüklerinde cenazelerine dahi sahip çıkmama
gibi bir gaddarlıkta bulunmuşuzdur. Dolayısıyla devletine ihanet etmiş bir
millet olarak PKK/HDP’yi suçlayabilme hakkına ne kadar sahibiz?
Bugün dahi Osmanlıya ve padişahlara kin ve nefretimiz
sürebilmekte, yetişen nesillerimizi bile ecdatlarına düşman kılabilmek için mücadele
verebilmekteyiz. Bir ülkenin Milli Eğitim’i, yalanlar ve ihanetler üzerine
kurulu bilgilerle nesillerini zehirleyebiliyorsa, o nesil asla sadakatte
bulunmaz!
Kitaplarda yer alan şu söze bakın; sonra PKK/HDP, FTÖ ya
da bir başkasını hainlikle suçlayalım!
“Sultanlar, sarayların dört duvarı içinde soysuzlaşmış
zulüm ve sefahat mirasyedileridir.”
Padişahlar arasında hiçbir ayırım
yapılmaksızın tamamını kapsadığı ihanetsi bu hüküm ile Yıldırım Bayezid, Murad Hüdavendigar, Fatih Sultan Mehmed,
Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman mı soysuz, zulüm ve sefahat içindeki mirasyediler?
“Allah, iman edenleri korur.
Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder.” Hac 38
" Nuh: "Rabbim! dedi, yeryüzünde kafirlerden (hainlerden)
hiç kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlaksız,
nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler)." Nuh 26-27
“Şüphesiz insan, Rabbine karşı pek nankördür.”
Adiyat 6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder