Şüphesiz
çöküş yahut yenilgide Allah’tandır.
Kendisine verilen bilgi, güç ve imkânlarla
şımararak böbürlenen insan haddi öyle aşmış ki, yaratılmış bir kul değil adeta
yaratıcı bir hüküm sahibiymiş gibi ahkâm kesmekten sakınmamaktadır.
“(Resulüm!) De ki: Mülkün (hükümranlığın) gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın.
Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin
elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. “ Al-i İmran 26
Oysa herhangi bir beşerin hükümranlıktan
zerrecik nasibi olmuş olsaydı, nefsinden dolayı tek bir insana çekirdek filizi
kadar bile bir şey vermeyeceği gibi en basit bir öfkesinde sağ bırakabilmesi de
söz konusu olmazdı. Lakin kontrol ve denetim tamamen Allah’ın iradesinde
bulunmasından insan dilediğini yapamamakta, ancak kendisine tanınan sınırlar
çerçevesinde ivme kazanabilmektedir.
İnsan, her ne kadar aklı, zekâsı,
düşüncesi, bilgisi, becerileri, gücü ve diriliğiyle nesnelerden yahut
hayvanlardan farklı sanılsa da, aslında iradesel bağlamda hiçbir ayrıcalıkları
yoktur.
Nasıl?
Denizde boğulmaya ramak kalmış bir kimseyi düşünün. Boğulmak üzereyken can havliyle
çırpındığı ve son nefesini vermeye saliseler kalan bir insanın tam derin sulara
gömüleceği sırada aniden bir tahta parçası yahut başka bir cismin ellerinin
arasına tutunmasıyla ölmekten kurtulmuş olması, nasıl ve kimin iradesinin
tezahürüdür? Nasıl oluyor da cansız bir nesne, bir adamın hayatını kurtarma
başarısı gösterebiliyordu? O adam, neden hayatını kurtaran o cisme kurtarıcı
edasıyla minnet duyup baş tacı yapmak suretiyle şükranlarını ifade etme yerine
bir tekme atarak kıyıya terk edebiliyor? Ya kendisini o cisim yerine insan
kurtarmış olsaydı vereceği tepki, şüphesiz ömür boyu sürecek tazimsel bir vefa
olurdu. Oysa söz konusu cisim de insanın başarı olarak addedilen kurtarmayı
gerçekleştirmemiş miydi? Öyleyse insan ile cismin arasındaki, birinin düşünen
bir canlı diğerinin de cansız olmasının dışında ne fark vardır?
Ancak insanın diğer canlılardan üstün
yaratılması, onun her şeyin üstesinden gelebilecek veya dilediğini yapabilecek
bir özgür irade yanılgısını doğurmaktadır.
Dolayısıyla
ister güçlü ister zayıf; ister canlı ister cansız; ister akıllı ister deli;
ister kral ister köle her ne olursa olsun hüküm yaratıcının inisiyatifinde ise,
yaratıcının dışındaki herhangi bir iradenin mevzubahis olabilmesi, fayda yahut
zarar verebilmesi mümkün değildir.
Sebepler yani aracılara
yüklenmeye çalışılan güç, güç değil düzen zinciri içinde görsel yahut göksel
mazeretsi halkalardır.
İlmi,
siyasi, ekonomi yahut askeri başarılar ve zaferlerinden dolayı büyütülen
insanlara tazim doğrudan Allah’a bir şirktir. Dolayısıyla iman etmiş bir insan
için bu öyle büyük bir tehlikedir ki, iman adına müdahale kaçınılmazdır.
Hz.
Ömer (r.a), hayatı savaş meydanlarında geçip İslam topraklarını genişleterek
birçok ülkeyi hilafete kazandıran ünlü komutan Halid Bin Velid (r.a)’nı neden
görevinden azat etmişti biliyor musunuz; üst üste kazandığı başarı ve
zaferlerden dolayı halkın kendisini arşa çıkaracak derecede çok büyütmelerinden
ordunun başından almıştı.
Hz.
Ömer, Hz. Halid’i Genel Kurmay Başkanlığından azletme sebebini devletin tüm
valilerine gönderdiği şu tamimle bildirmişti.
“Ben, Halid’i bir öfkesinden,
ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah’ı
bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara,
bütün bu başarıların Allah’tan geldiğini bilmelerini istediğim için, böyle
hareket ettim.”
Başarı
yahut zaferlerle övünmeye ve övdürmeye pek meraklı insanlar, özellikle Müslüman
kimliklerden birini; “Arkadaş! Beni
başarım ve zaferlerimle methediyorsunuz ama ben de sizin gibi bir insanım. Her
ne kadar iktidarda olsam da size fayda veya zarar verebilecek bir güce sahip
değilim. Bizi koruyup gözeten ve sahip olunan başarıları kazandıran Allah’tır. Başarı
olarak addettiğimiz her ne varsa, tamamı Allah’ın bir lütfü, ihsanı ve
emanetidir. Allah’ın dilediği kuvvet ve kıymetlerin hepsi irademizden değil O’nun
iradesindendir. Allah’ın dilemesi dışında gerek menfi gerekse müspet olarak yapabileceğimiz
hiçbir şey yoktur. Ortaya çıkan maddi ve manevi başarı ya da eserleri benden
değil Allah’tan olduğunu bilin! Dolayısıyla bana değil Allah’a teşekkür edin.
Allah dilemedikten sonra bir yaprak dahi yere düşemiyorsa, beni büyüterek şirke
girmeyiniz!” açıklamasına şahit oldunuz mu?
“Benim
tek yaptığım, Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek.
Bu, Allah’ın eseri, benim değil." G. W.
Carwer- ABD’li ünlü bilim insanı-mucit
Başarı
ve zaferin sadece Allah iradesinde olduğuna inanıp iman etmiş bir akıl sahibi
asla kula kulluk yapmaz; dolayısıyla ne patronunun ne amirinin ne komutanının ne
şeyhinin ya da peygamberinin ne de devlet başkanının şahsi despotizminin
altında boyun eğmez. Çünkü dileklerine karşılık vererek yüceltecek,
rızıklandıracak, huzur ve güven verecek yalnızca yaratıcısı Allah’tır; eğer
Allah, kendisini hor ve hakir bırakacak bir alçalmışlığı ve felaketi dilemişse,
sıyırarak kurtaracak kimse de yoktur.
“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez,
O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” Cin 21-22
Ne var ki,
mülkün diğer bir ifadeyle hükümranlığın sahipleriymiş gibi insanı maddi ve
manevi sömüren dini, ilmi, siyasi ve askeri kimliklerin itibar görüp kurtarıcı addedildiği
düşünce düzeyinde Allah ne işe yarıyor? İnsanların hatta dünyanın ipi onların
elinde ise, Allah ne yapıyor?
Başarı
yahut zaferleriyle övünen kimselerin neden sonra beceriksizliğe ve yenilgiye
uğrayabildikleri sorgulansa; öyle sanıldığı gibi insanın dileği doğrultusunda
hiçbir başarı ya da zaferinin olmadığı anlaşılabilecektir.
Malumunuz
üzere; Allah, Hz. Süleyman (a.s) peygambere, hiçbir kuluna nasip etmediği öyle
büyük imkânlar ve iktidar sunup yeryüzünü emrine amade etmişti ki, tüm
hayvanlarla konuşabilmesinin yanı sıra göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre
içinde zamanın kraliçesi Melike’nin tahtını dahi binlerce kilometre uzaklıktan
yanına getirtmişti. Peki, Hz. Süleyman (a.s), başarısı, ilmi ve gücünden dolayı
böbürlenmiş miydi? Ya da günümüz insanlar gibi zamanın insanları, yaptığı
işlerden dolayı kendisine övgüler dizmiş miydi?
“Kitaptan (Allah
tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse
ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu,
dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere
Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır.
Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin
ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” Neml 40
Güç ve irade ancak
“ol” denmesiyle oluşuveren bir kudrettir; böylece başarı ve zaferinde hiçbir menfilik,
acziyet ve olası bir müdahale söz konusu değildir. Üstün başarı ve zafer
çığlıkları atan birinin, hiçbir şart ve koşulda mağlubiyeti mümkün olmamalı ve her
daim galip gelmelidir. Peki, böyle bir beşer var mı ki, övünmeye layık olsun!
Nice bitki,
ağaç ve hayvanlar vardır ki, heybetleri karşısında kelam edecek söz bulunamaz;
hiç kurumayacak, yıkılmayacak ve ölmeyecek zannedilir. Oysa eceli geldiklerinde
öyle devrilirler ki, ihtişamlarından geriye eserleri kalmaz ve çıkan bir rüzgârla
çerçöp olup savrulurlar. İşte başarı ve zaferleriyle övünen devletler ve liderlerde
öyledir!
Öyleyse nerede
başarı ve zafer?
“Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz
sadece "Ol" dememizdir. Hemen oluverir.” Nahl 40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder