Diğer bir ifadeyle “Allah’tan başkasını rab edinmem; Allah’ın indirdiği hükümler dışında
beşeri hiç kurala boyun eğmem; egemenlik kayıtsız-şartsız Allah’ındır; Yaratıcım
Allah’a karşı asi olan düşmanımdır; fitne yok edilip kulluk yalnızca Allah’ın
oluncaya kadar azgınlarla savaşırım; yasa
yapıcı insan değil Allah’tır; batıl olan hiçbir dayatmayı kabullenmem; Allah’ın
tek ve hak elçisi Hz. Muhammed (sav)’e inandım ve iman ettim; İslam’dan başka
bir hukuk ve düzen yoktur; yolum hak ve adalettir; ancak Allah’a kulluk yapar,
Allah’tan medet umarım” imanı taşıyanların tamamı IŞİD kategorisinde
değerlendirildiğinden hedef, tevhid inancı taşıyan Müslümanların tamamıdır.
IŞİD mazeretiyle Müslümanlara önce baskı,
şiddet ve yasak, sonra da dinsel kırıma girişilerek topyekûn lağvetmeyi düşünen
haçlı-siyonist güçler ve işbirlikçi münafıklar, her Müslüman için tehdit ve acımasız
Firavun’lardır.
ABD’nin eski başkanı George W. Bush’un da
itiraf ettiği üzere; “Cihad,
Hıristiyan uygarlığı için bir şerdir.”
Peki, cihadsız bir İslam, Kur’an inancı ve
Müslümanlık olabilir mi? Zaten cihadın Allah rızası ve cennetle
özdeşleştirilmesinin sebebi, yeryüzünde barışın, hak ve adaletin sağlanması,
azgınlar ve sömürücülerin elimine edilmeleri, şeytana ve dostlarına karşı
galibiyet elde ederek batıla-kötülüğe son verebilmek içindir. Çünkü cihad,
nefis için değil Allah için yapılan tartışılmaz ve kaçınılmaz bir dengedir.
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri
ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 142
Sakın ha merak etmeyin; Müslümanlar
aleyhine bu tür tehditler gerek sözlü gerekse fiziki olarak asırlarca sürmüş,
düzenledikleri sayısız haçlı seferleriyle gömmeye çalıştıkları İslam ve
Müslümanların önünde hezimetlere uğrayıp diz çökmüşlerdir. Hainler olmasaydı
bugünde İslam adaleti altında huzur ve güven içinde yaşanarak hak ve barış hâkim
olacaktı.
Firavun
da Hz. Musa’yı tehdit görmüş ve bu yüzden o an doğan tüm erkek çocukları
katletmişti ama kaderinden ne gücü ne de tedbirleriyle kaçabilmişti.
Kâhinler,
Firavuna, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini
bildirmeleri üzerine; Firavun, o gün doğan bütün erkek çocukların
öldürülmesini emreder. Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları
katleder. Ancak Hz. Musa’nın annesi, çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa
koyarak nehre terk eder. Suyun akıntısıyla Hz. Musa’yı taşıyan sandık, Firavun
sarayının önünde durur. O sırada nehrin kenarında dolaşmakta olan Firavunun karısı,
sandıktaki bebeği görünce çok sevinir ve saraya götürür.
Firavundan saklı Hz. Musa’yı evlat edinip büyüterek yetiştirir.
O gün
doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz.
Musa sağ kalmıştı. Üstelik Firavunu öldürecek olan çocuğun, karısı
tarafından sarayında büyütülmesi, kaderin hiçbir güç tarafından durdurulamayacağı
ve değiştirilemeyeceği gerçeğinin kanıtıydı. Ayrıca cennetle mükâfatlandırılan
Firavunun karısı, bu davranışı sebep kılınarak hidayete kavuşturulmuştu.
Firavunu
öldürerek tanrısal saltanatına son verecek olan Hz. Musa için alınan inanılmaz
önlemler ve işlenen katliamlar dahi mutlak iradenin takdirini
engelleyememişti.
Kader,
herkes gibi Firavunun da akıbetini belirlemiş; tüm güç
ve hâkimiyetine rağmen hakkında yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla birlikte
Kızıldeniz de boğularak ölmesine iradesi mani olamamıştı.
Allah, olabilecekleri kâhinlere hissettirmiş ve Firavuna duyurtarak
tedbir almasına fırsat tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce
çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp takdiri önlemiş miydi?
Herhangi
bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda
temin edilebileceğini sanmanın zandan öte hiçbir yaptırımı bulunmamaktadır. Kaderin
mutlak hâkimiyetine engel olabilmenin imkânsızlığı her ne kadar aşikâr ise de, emanetsi
güç ve bilgisine güvenen insan, özgürce aşmakta inat ve ısrarını
sürdürebilmektedir. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran da Allah’tır; tıpkı
öldüreninde yaşatanın da zatı olması gibi!
Güç ve
yetkileri tamamen Allah’ın tasarrufunda olan iktidarlar, nasıl
bir hiçken o kudrete ulaşabilmişlerse; süreleri dolduğunda yine
bir hiç olarak geldikleri ebediyete geri dönmektedirler. Çünkü “Bir”in altı sıfırdır.
Öyleyse
iman etmiş bir Müslümanın Firavunların tehditlerinden, silahlarından ve
güçlerinden çekinebilmesi asla mümkün değildir.
Nasıl
ki, Firavun, azametli ve ürkütücü ordusuyla Hz. Musa’yı yakaladığı sırada
öldüremeyip bilakis kendisi ordusuyla birlikte yok olabilmiş ise, Allah’a
dayanıp güvenende asla boyun eğmez ve küfür ordusu ne kadar güçlü ve sayısı ne
kadar fazla olursa olsun hezimete uğratmaktan şüphe duymaz. Yeter ki nefse
değil, nefsin sahibi Allah’a dayanılıp güvenebilinsin!
Firavun’da
muhteşem güç ve ordusunun Hz. Musa ile baş edememesinin sırrını nasıl
çözemediyse, günümüz Firavunları da bir avuç mücahid ile baş edememelerinin
sırrını çözemeyerek, neden yenemedikleri sorgusu içinde Nil denizi misali topyekûn
boğulacakları anda, “biz de
iman ettik” diyecekler ama iş işten geçmiş olacak.
Ahirete iman etmiş
bir Müslüman ölümden değil fani dünyada yaşamaktan korkar. O, zaferi nefsi için
değil Allah için hedefler; dolayısıyla emre itaat eder, takdiri Allah’a
bırakarak yenmesi yahut yenilmesini ya da yaşamak veya ölecek olmasını
umursamaz. Tek amacı Allah’ın hükümlerine kayıtsız-şartsız riayettir ve Allah
kendisine kesinlikle mağlup olması ya da zafer kazanmamış olmasıyla ilgili
hiçbir hesap sormaz.
Ne babanın evladına
ne de evladın babasına hiçbir fayda sağlayamayacağı “o gün” için peygamberler
dahi hiç kimseden medet umma; dünyadaki gücüne ve bilgine güvenme; rabbin Allah’a
öyle teslim ol ki, dünyadaki tüm haçlı-siyonist güçler sana karşı birlik olsa
dahi Hz. Musa’ya lütfedilen yardım ve desteğe kavuşabilirsin. Yeter ki kalbinde
şüphe ve tereddüde yer verme!
Müslümanlık gibi
bir ayrıcalık ve izzetle şereflenmiş bir kul Firavunlara boyun eğmez; hiçbir
tehdit, güç, baskı ve zulümlerine zerre kadar aldırış etmeyerek savaştan
kaçınmaz.
Açıkça
Müslümanların kadınlarını ve çocuklarını dahi öldürmeye niyetlenmiş azgınlara
karşı nereye kadar “eyvallah” deyip boyun eğmeyi sürdüreceksin?
“Artık Allah yolunda
savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur
ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha
şiddetlidir.” Nisa 84
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder