Nefislerin arzu ve isteklerini yerine
getirmede hizmette sınır tanımayan şeytan ne ise; insanı şımartarak azdırmak
suretiyle iradesini hâkim kılma manipülasyonuyla ALLAH’a karşı asileştiren demokrasi
de odur!
Seküler düşüncenin siyasi terminolojisi
olan demokrasi, her ne kadar “halkın, halk tarafından, halk için idaresi” gibi
masum bir tanımlamayla kabul sağlamış ise de, egemensel iradenin kayıtsız-şartsız
beşerde olduğunu savunmasından tamamen insanı tanrılaştıran örtülü bir ateist beslemedir.
Semavi olan hiçbir din, demokrasiyi kabul
etmez! Hele İslam, Allah iradesi ve hükümleri dışında toplumun kendi arzu ve
istekleri doğrultusundaki bir talebi küfür kabul eder. Kuralları koyan ve
düzeni belirleyen tek hükümran olmasından dolayı alternatifleri şirk
addeder.
Gerek Hıristiyan gerekse Yahudi
inancındaki, “Allah gökyüzüne
yerleşmiştir, yeryüzünün yönetimi insanlara aittir” itikatları demokrasi
anlayışını kucaklayabilse de, İslam’da ne doğrudan ne de dolaylı olarak kabulü
mümkün değildir.
“Allah ve Resulü bir işe hüküm
verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme
hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa
düşmüş olur.” Ahzab 36
Tarih öncesi zamanlara kadar uzanan
demokrasi, Eski Yunan çağında başlamış; totaliter rejimlere karşı diktatörlüğe
son verebilmek maksadıyla halkların kendi kendilerini idaresi ve özgürlük iddiası
kuramdan öteye geçmemiş; hatta Sokrat gibi nice demokrasi bayraktarları, iktidara
gelen demokrat hükümetler tarafından idam edilebilmişlerdir.
Demokrasinin asıl düşmanı dindir; Eski
Yunan’da da öyleydi bugün de! Totalitarizmden maksat, dini otoriteyi ortadan
kaldırmak, geçiş sürecini halkın özgürlüğü ve kendi kendini yönetme hürriyeti
olarak tanıtmalarından ikna da zorluk çekilmeyip, Komünist rejimler de dahi
itibar görebilmişti. Ki, Komünistler hem halka söz hakkı tanımaz, hem de kendi
idarelerinin asıl halk idaresi, yani demokrasi olduğunu iddia ederler. Oysa demokrasi anlayışının en büyük düşmanı Komünistlik
olması gerekirken; Komünizmin ateist-seküler-laik ilkesi gereği demokrasinin
felsefi özüyle bütünleşmesinden tek düşmanın din otoritesi olduğu zamanla açığa
çıkmıştır.
“Demokrasi bir
devlet biçimidir, devletin özel türlerinden biridir. Bu nedenle, her devlet gibi, insanlara karşı,
örgütlü, sistemli bir zor uygulamasıdır. Bu işin bir yanı! Ama demokrasi, öte
yandan yurttaşlar arasındaki eşitliğin, herkesin anayasayı yapma ve devleti
yönetme hakkının eşit olduğunun biçimsel olarak kabulü anlamına gelir.” Lenin
2000
yıl gibi uzun bir süreç içinde tarihe karışan demokrasinin 20. Yüzyılda tekrar
ortaya çıkartılmasının yegâne amacı dini otoriteyi yıkmaktı. Demokrasi tanımının
hala çözüme kavuşturulmayıp, her kesimce tartışmanın sürdürülerek her yere
çekilebilme gizemi, sinsiliğini de kanıtlamaktadır. Canisi de, hümanisti de, faşisti
de, şovenisti de, sosyalisti de, kapitalisti de, teröristi de, liberali de,
komünisti de, sokaktaki de, devletteki de, hıristiyanı da, yahudisi de,
Müslümanı da, ateisti de demokrasiyle yanıp tutuşmaktadırlar. Yeter ki, otorite
Allah da değil, insanda yani kendilerinde olsun! Lakin her birinin düşüncesi,
ideolojisi, amacı ve hedefi farklı hatta birbirilerini yok etmeye hazır bir
tetikte bulunmalarına rağmen birleştikleri tek çatının demokrasi olabilmesi
nefsin bir zaferidir.
Zaten Cumhuriyet rejimiyle halkın kendi
idarecisini seçme ve seçilme hakkı mevcuttur. Öyleyse demokrasinin gereği nedir;
güya cumhuriyetinin uygulanış şekliymiş. Peki, demokrasi düşüncesinde halk,
dini bir anayasa talep ederse, elde edebilme imkânına sahip midir? Kesinlikle
hayır ve savaş sebebidir. Değil dini bir anayasa, tek bir dini ibarenin hatta
simgenin dahi kabulü mümkün değildir. Tıpkı seçimlerde “Bismillah” söyleminin yasaklanması
gibi!
Neden İslam, cumhuriyetle yönetimi kabul
ediyor da demokrasiyi reddediyor? Çünkü demokrasi de üstün ve kanun yapıcı olan
insan iradesidir; dolayısıyla insan iradesinden ve kararından başka hiçbir
gücün, diğer bir ifadeyle Allah’ın iradesini ve hükümlerini asla kabul etmez!
Yerden yere konmayıp arşta dolaştırılan
demokrasi, tamamen seküler-laik düşüncenin hileli yönlendirmesi olup, özgürlük efsanesiyle
dini siyasetten ayırma güdümünü itinayla ortaya koymuş öyle aldatıcı bir düşünüştür
ki, bir kapılan bir daha savuşamamaktadır. Nasıl ki yenilen bir zehre acil
müdahale edilmemesi sonucu ölüm gerçekleşiyor ise, demokrasi gibi fevkalade bir
yanlışı hayatına düstur edenin de kazandığı zehirden kurtulabilmesi imkânsızdır.
Demokrasinin ne özgürlükle ne halk iradesi
ne seçimle ne sosyal adaletle ne bağımsızlıkla ne fırsat eşitliğiyle ne hak ve
adaletle bir ilişiği vardır. Demokrasi, hüküm süren ateist köklü seküler-laik
rejimi muhafaza eden ve dine karşı koruyan bir kalkandır. Dolayısıyla ne halk
ne de halkın siyasi temsilci olarak seçtiği özellikle İslam kimlikli parti yahut
vekiller, her ne kadar demokrasiyi farklı tanımlamalarla delmeye kalkışsalar da
demokrasi, din dışı seküler anayasanın dışına çıkılmasına fırsat tanımayan özgürlük
maskesi takmış bir kapandır.
Ki, en radikal demokrat ve demokrasinin teorisyenlerinden
Jean Jacques Rousseau dahi, “Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiçbir zaman
varolmadı ve varolmayacaktır” açıklamasıyla gerçeği dile
getirebilmişti.
Ayrıca İngilizlerin tarihe adına yazdırmış ünlü
başbakanı Winston Churchill de, “Demokrasi,
geriye kalanlar hariç en kötü yönetim şeklidir.”
“’Demokrasi’ ve ‘demokratik
devlet’ kavramlarının kullanımı konusunda büyük bir eksiklik vardır. Bu
kelimeler açıkça tanımlanmadıkça ve anlamları üzerinde uzlaşılmadıkça insanlar
bu anlam karmaşası üzerinde yaşamaya devam edeceklerdir ve bu tartışmalar demagoji
yapanların ve despotların işine yarayacaktır.” Alexis de Tocqueville
Hâlbuki seküler anayasanın ve yasaların
koyduğu hükümler gibi Allah da hükümler indirmiş ve o hükümler doğrultusunda
insana özgürlük verilmiştir. Ancak demokrasi, insanı egemen kılıp Allah’a
kulluğu reddeden bir anlayış olmasından insan, gerçekte olmasa da teoride
egemen olma mastürbasyonuyla seküler düşünceye ve kalkanı demokrasiye tav
olmuştur. Demokrasi halka özgürlük değil, bilakis korumacılığını üstlendiği
seküler-laik rejimlere despotluk yapmaktadır. Diğer bir bakışla; "Herkes fikrini söyler, kararı
ben veririm. Burada demokrasi var.”
”Demokrasi despotizmin en ileri şeklidir.” Aristo
Sonuç
olarak; din dışı seküler-laik rejimlerin demokrasiyi yani halkın iradesel
seçimini bloke eden totaliterliği, halk iradesinin ve seçiminin nasıl etkisiz
olduğunu ortaya koymaktadır. İslam kimlikli bir parti ya da lider, halk
çoğunluğunun onayını almasına rağmen halkın dilediği İslami bir düzeni kurmakta
özgür değil ise, savundukları demokrasi ne işe yaramaktadır? Demokrasi, seküler
düşüncenin teminatı olup, kulluğa karşı özgürlüğü pompalayan nefsi bir
başkaldırıdır. Her nefsin doğru yahut yanlışlarını meşrulaştırma amaçlı
demokrasi özlemi, demokrasinin nasıl sinsi ve batıl-şeytani olduğunu
kanıtlamaktadır.
“Demokrasi, kendini hiçbir zaman olduğu gibi sunmaz.
Işıkla dolu bir ortamda ortaya çıkartılmaya müsait olmayan bu sistem, umumi
efkariyenin manipüle edilmesiyle amaçlarına ulaşır." Eddy Marsan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder