14 Mart 2015 Cumartesi

Ey İslam kimlikli iblisler!



Haçlı-siyonistler’in egemenlikleri adına en korkunç tehlike ve şer gördükleri cihada karşı onlardan daha beter bir düşmanlık yapsanız da, Allah’ın erlerini bitirmeye ne gücünüz yetecek ne de ayetleri eğip bükerek ve Resulüne iftiralar düzerek iman etmiş Müslümanları hak olan yollarından çevirebileceksiniz! 

Her ne kadar hak ile batılı yani iman ile küfrü uzlaştırarak İslam algısı oluşturmak suretiyle günümüzdeki ve gelecekteki kuşakları etkilemeye çalışsanız da, zihin ve kalplere hükmeden Allah’ın indirdiği Kur’an’a imanı söküp atamayacaksınız. 
      
Aslında Müslümanlık dünyasında hiçbir sorun yoktur ve olabilmesi de mümkün değildir. Böyle bir iddia, Kur’an ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in rehber olduğu bir İslam’da sorun var demek olur ki, açıkça Allah’a hakarettir. Öyleyse sorun nedir diye soracak olursak; küfür güçlerinden nemalanmaya çalışan, yanlarında güç, itibar, izzet, yardım ve destek arayan İslam kinlikli politikacı ve din adamlarındadır. Bu sebeple Allah, Kur’an’da açıkça müşrik, kâfir, fasık, münafık ve Müslüman ayırımı yapmış, dolayısıyla itaatkâr, sadık ve sebatkâr olan Müslümanları bütünlük içinde kardeş kılmıştır. Çünkü onlar, nefsi hiçbir çıkar gözetmez, kendilerini adadıkları Allah ne emretmişse, sorgusuzca boyun eğerler.

Allah’ın indirdiği hükümler ve Resulünün Kur’an’ bağlı söz ve davranışları apaçık olmasına rağmen, nefsi ve batıl güçleri hoşnut kılacak yorumlardan dolayı yaşanan sorunlar, Müslümanlar ile münafıklar arasında var olmakta, dolayısıyla cihad emredilerek, Müslüman sanılan münafıklarla savaş mukim kılınmıştır.

 “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” Tahrim 9

İman etmiş ve kayıtsız-şartsız Mutlak İrade’ye teslim olmuş bir Müslüman için dünyayı anlamak değil ahireti kavramak tevhiddir. Çünkü dünya fani, ahiret bakidir. Zaten dünya gibi bedene verilen önemden dolayı ruhta anlaşılamamış, dolayısıyla ne Allah ne de ahirette anlaşılamadığından dünyaya olan bağlılık, her açıdan hedef edinilmiştir.
   
Hiç kimse yoktur ki, adalet arayışında ve peşinde olmasın! Peki, Allah’ın koyduğu hükümler dışında adalete ya da İslam’a kavuşabilmek mümkün müdür? Batıl temelli ve nefsi güdümlü hiçbir düşünce ve inanç ne adaleti ne de İslam’ı yerleştirebilir.

Cehalet, dünyadaki olaylardan habersizlik değil, yaratıcısı Allah’ından ve indirdiği hükümlerinden bihaber olmaktır. Dolayısıyla edinilen bilgi mutlaka ayetlerin süzgecinden geçirilmeli, gerek bilim gerekse tecrübeler o temelde kıyaslanarak sonuca gidilmelidir. O zaman nefsi abartılara kanılmaz, güzel sanılan sözün ve çözüm üreteceği düşünülen fikirlerin arkasına takılarak tuzağa düşülmez! Ama gelişmişliği hayatı kolaylaştırmak, güzelleştirmek, süsten, boyadan, imardan, kozmetik ürünlerden ve nefsi tatminden ibaret sananların gerçeğin açık perdelerine vakıf olabilmeleri söz konusu değildir.

Cihadı terörizmle özdeşleştiren İslam kimlikli iblisler, dolaylı olarak Allah’ı da terörist yapmaktadırlar. Cihad, hem Kur’an’da hem de sözlük anlamında doğrudan Allah yolunda küfre yani batıla karşı savaş, tearuz, cenk ve gazadır. Dolayısıyla saptırılmaya çalışıldığı gibi ne çaba ne de nefisle mücadeledir. Cihadda şehadet yani ölüm gibi bir risk, dünyadan vazgeçip ahirete göç vardır. Diğer bir ifadeyle Allah’a, uğruna can verilecek hesapsız bir aşk, tazim ve samimi bir tutkudur. Kur’an’da cihad teriminden daha çok savaşı vurgulayan ayetler baz alındığında; acaba cihadın kavramını değiştirmeye kalkışanlar, savaşın anlamını neyle değiştirebileceklerdir?

“İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur!” Muhammed 20

Nefisle mücadelenin cihad ile nasıl bir ilgisi ve bağı olabilir? Cihad, İslam kimlikli münafıklara öyle bir korku, iktidarlıklarını, saltanatlarını, mallarını ve canlarını yitirtecek bir dehşet verir ki, küfür ehlinden çok daha fazla ürker ve cihad hükmünden kaçınırlar. Nefsi arzu ve isteklerine gem vuran nice kâfirler yahut müşrikler vardır ama Allah indinde hiçbir değerleri yoktur. Münafıklar, cihadı doğrudan inkâr etme yerine anlam ve kavramıyla oynayıp hileli yönlendirmelere girişirler. Çünkü onlar, özde Allah’ın gücüne değil haçlı-siyonist’lerin güçlerine kul olmuşlardır.

Allah’ın hükmü gereği küfre karşı cihad eden Müslümanlar, kendilerini teröristlikle yaftalayanların kınamalarına asla aldırış etmezler ama münafıklar öyle tedirgindirler ki, Biz terörist, terörizm gibi ifadelerin İslam ve Müslümanlıkla yan yana kullanılmasını onaylamıyoruz” haykırışlarıyla küfrün karşısında kendilerini masumlaştırmaya ve temize çıkarmaya çalışırlar. Oysa inkâr etmekle eğip bükerek karşı çıkmanın arasında fark ne ise, kâfir ile münafığın arasındaki farkta odur! 
   
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” Maide 54 

Allah nezdinde makbul olan bir insana bütün insanlar yüz çevirse, ona bir zarar gelir mi? Allah indinde makbul olmayan bir insana bütün insanlar itibar ve tazimde bulunsa, ona bir fayda sağlar mı?   
         
Cihad ehlini radikallik yahut aşırıcılıkla suçlayanlar ne demek istiyorlar biliyor musunuz; Allah’a kökten iman etme ve samimi bir ihlâsla bağlanarak hükümlerinin tamamını hayata geçirme; batılla uzlaşan hümanist bir İslam’ı benimse. Amaçları da dünyayı iyi yere getirmekmiş! Dünyayı yaratan sevk ve idare eden Allah değil mi ki, Allah’ın üstünde bir iradeleri varmış gibi iyi bir yere getireceklermiş. Oysa Allah’ın hükümlerine harfiyen itaat edilmiş olsa, dünya iyi bir yerde olmaz mıydı?

Haçlı-siyonist güçlere yaranabilmek için İslam adına haddi o kadar aşmışlar ki, Allah Resulü’ne iftira atmaktan da geri kalmıyorlar. Ne diyorlar; asıl büyük cihad nefisle mücadeleymiş.
Peygamber Efendimiz Uhut savaşının akabinde güya sahabeye demiş ki, Küçük cihadı bitirdik, şimdi büyük cihada gidiyoruz, nefsimizle olan mücadele.” 

Bu nasıl bir cürettir ki, kıyamete kadar geçerli olan ayetlerin hükmünü Allah Resul’ü kadük bırakmış. Diğer bir ifadeyle Allah’ın önüne geçerek dilediği gibi hüküm vermiş!

Ey reziller; ey münafıklar; ey iblisler söyleyin bakalım! Madem Uhut Savaşıyla küçük gördüğünüz cihadı peygamber efendimiz (s.a.v) bitirmiş; neden Hendek Savaşını, Hayberin Fethini, Mute Savaşını, Mekke’nin Fethini, Hüneyin ve Taif Seferlerini, Tebuk Seferini yaptı? Neden iddia ettikleri gibi Allah Resulü, Uhut Savaşından sonra nefisle mücadeleyi değil de cihadı sürdürdü? Neden o günden bugüne değin başta halifeler Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali (r.a) olmak üzere gelen diğer halifeler ve komutanlar batıla karşı hakkı egemen kılabilmek adına cihad ederek yüz binlerce şehid verdiler? Hangi dönemde bugünkü gibi hak ile batıl yekvücut olmuş?

Allah’ın müşrik, kâfir, fasık, münafık ve Müslüman gibi kesin sınırlarla birbirlerinden ayırdığı düşünce ve inanç sahiplerini kardeşlik çatısı altında birleştirmeye çalışan İslam kimlikli iblisler, asla başarılı olamayacak ve bir saniye sonrası meçhul fani hayatları için hem dünyalarını hem de ahiret yurtlarını heba etmekten öteye gidemeyeceklerdir. Gerçi Allah dilemeseydi onu da yapamazlardı ya!  

“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” Bakara 174

Hiç yorum yok: