Haçlı-siyonistler’in
egemenlikleri adına en korkunç tehlike ve şer gördükleri cihada karşı onlardan
daha beter bir düşmanlık yapsanız da, Allah’ın erlerini bitirmeye ne gücünüz yetecek
ne de ayetleri eğip bükerek ve Resulüne iftiralar düzerek iman etmiş
Müslümanları hak olan yollarından çevirebileceksiniz!
Her ne kadar hak ile batılı yani iman ile
küfrü uzlaştırarak İslam algısı oluşturmak suretiyle günümüzdeki ve gelecekteki
kuşakları etkilemeye çalışsanız da, zihin ve kalplere hükmeden Allah’ın indirdiği
Kur’an’a imanı söküp atamayacaksınız.
Aslında Müslümanlık dünyasında hiçbir sorun
yoktur ve olabilmesi de mümkün değildir. Böyle bir iddia, Kur’an ve Hz.
Muhammed (s.a.v)’in rehber olduğu bir İslam’da sorun var demek olur ki, açıkça
Allah’a hakarettir. Öyleyse sorun nedir diye soracak olursak; küfür güçlerinden
nemalanmaya çalışan, yanlarında güç, itibar, izzet, yardım ve destek arayan
İslam kinlikli politikacı ve din adamlarındadır. Bu sebeple Allah, Kur’an’da
açıkça müşrik, kâfir, fasık, münafık ve Müslüman ayırımı yapmış, dolayısıyla itaatkâr,
sadık ve sebatkâr olan Müslümanları bütünlük içinde kardeş kılmıştır. Çünkü
onlar, nefsi hiçbir çıkar gözetmez, kendilerini adadıkları Allah ne emretmişse,
sorgusuzca boyun eğerler.
Allah’ın indirdiği hükümler ve Resulünün
Kur’an’ bağlı söz ve davranışları apaçık olmasına rağmen, nefsi ve batıl güçleri
hoşnut kılacak yorumlardan dolayı yaşanan sorunlar, Müslümanlar ile münafıklar
arasında var olmakta, dolayısıyla cihad emredilerek, Müslüman sanılan münafıklarla
savaş mukim kılınmıştır.
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve
münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer
cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” Tahrim
9
İman etmiş ve kayıtsız-şartsız Mutlak İrade’ye
teslim olmuş bir Müslüman için dünyayı anlamak değil ahireti kavramak
tevhiddir. Çünkü dünya fani, ahiret bakidir. Zaten dünya gibi bedene verilen önemden
dolayı ruhta anlaşılamamış, dolayısıyla ne Allah ne de ahirette anlaşılamadığından
dünyaya olan bağlılık, her açıdan hedef edinilmiştir.
Hiç kimse yoktur ki, adalet arayışında ve
peşinde olmasın! Peki, Allah’ın koyduğu hükümler dışında adalete ya da İslam’a
kavuşabilmek mümkün müdür? Batıl temelli ve nefsi güdümlü hiçbir düşünce ve inanç
ne adaleti ne de İslam’ı yerleştirebilir.
Cehalet, dünyadaki olaylardan habersizlik
değil, yaratıcısı Allah’ından ve indirdiği hükümlerinden bihaber olmaktır. Dolayısıyla
edinilen bilgi mutlaka ayetlerin süzgecinden geçirilmeli, gerek bilim gerekse tecrübeler
o temelde kıyaslanarak sonuca gidilmelidir. O zaman nefsi abartılara kanılmaz,
güzel sanılan sözün ve çözüm üreteceği düşünülen fikirlerin arkasına takılarak
tuzağa düşülmez! Ama gelişmişliği hayatı kolaylaştırmak, güzelleştirmek, süsten,
boyadan, imardan, kozmetik ürünlerden ve nefsi tatminden ibaret sananların
gerçeğin açık perdelerine vakıf olabilmeleri söz konusu değildir.
Cihadı terörizmle özdeşleştiren İslam
kimlikli iblisler, dolaylı olarak Allah’ı da terörist yapmaktadırlar. Cihad,
hem Kur’an’da hem de sözlük anlamında doğrudan Allah yolunda küfre yani batıla
karşı savaş, tearuz, cenk ve gazadır. Dolayısıyla saptırılmaya çalışıldığı gibi
ne çaba ne de nefisle mücadeledir. Cihadda şehadet yani ölüm gibi bir risk, dünyadan
vazgeçip ahirete göç vardır. Diğer bir ifadeyle Allah’a, uğruna can verilecek hesapsız
bir aşk, tazim ve samimi bir tutkudur. Kur’an’da cihad teriminden daha çok
savaşı vurgulayan ayetler baz alındığında; acaba cihadın kavramını değiştirmeye
kalkışanlar, savaşın anlamını neyle değiştirebileceklerdir?
“İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş
olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz
edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin
bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur!” Muhammed 20
Nefisle mücadelenin cihad ile nasıl bir
ilgisi ve bağı olabilir? Cihad, İslam kimlikli münafıklara öyle bir korku,
iktidarlıklarını, saltanatlarını, mallarını ve canlarını yitirtecek bir dehşet
verir ki, küfür ehlinden çok daha fazla ürker ve cihad hükmünden kaçınırlar.
Nefsi arzu ve isteklerine gem vuran nice kâfirler yahut müşrikler vardır ama
Allah indinde hiçbir değerleri yoktur. Münafıklar, cihadı doğrudan inkâr etme
yerine anlam ve kavramıyla oynayıp hileli yönlendirmelere girişirler. Çünkü
onlar, özde Allah’ın gücüne değil haçlı-siyonist’lerin güçlerine kul
olmuşlardır.
Allah’ın hükmü gereği küfre karşı cihad
eden Müslümanlar, kendilerini teröristlikle yaftalayanların kınamalarına asla
aldırış etmezler ama münafıklar öyle tedirgindirler ki, “Biz terörist,
terörizm gibi ifadelerin İslam ve Müslümanlıkla yan yana kullanılmasını onaylamıyoruz”
haykırışlarıyla küfrün karşısında kendilerini
masumlaştırmaya ve temize çıkarmaya çalışırlar. Oysa inkâr etmekle eğip bükerek
karşı çıkmanın arasında fark ne ise, kâfir ile münafığın arasındaki farkta
odur!
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven
müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar)
Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir
kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği
lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.”
Maide 54
Allah nezdinde makbul olan bir insana bütün insanlar yüz
çevirse, ona bir zarar gelir mi? Allah indinde makbul olmayan bir insana bütün
insanlar itibar ve tazimde bulunsa, ona bir fayda sağlar mı?
Cihad ehlini radikallik
yahut aşırıcılıkla suçlayanlar ne demek istiyorlar biliyor musunuz; Allah’a
kökten iman etme ve samimi bir ihlâsla bağlanarak hükümlerinin tamamını hayata
geçirme; batılla uzlaşan hümanist bir İslam’ı benimse. Amaçları da dünyayı iyi
yere getirmekmiş! Dünyayı yaratan sevk ve idare eden Allah değil mi ki, Allah’ın
üstünde bir iradeleri varmış gibi iyi bir yere getireceklermiş. Oysa Allah’ın
hükümlerine harfiyen itaat edilmiş olsa, dünya iyi bir yerde olmaz mıydı?
Haçlı-siyonist güçlere
yaranabilmek için İslam adına haddi o kadar aşmışlar ki, Allah Resulü’ne iftira
atmaktan da geri kalmıyorlar. Ne diyorlar; asıl büyük cihad nefisle
mücadeleymiş.
Peygamber Efendimiz Uhut
savaşının akabinde güya sahabeye demiş ki, “Küçük cihadı bitirdik, şimdi büyük cihada
gidiyoruz, nefsimizle olan mücadele.”
Bu nasıl bir cürettir ki, kıyamete
kadar geçerli olan ayetlerin hükmünü Allah Resul’ü kadük bırakmış. Diğer bir
ifadeyle Allah’ın önüne geçerek dilediği gibi hüküm vermiş!
Ey reziller; ey münafıklar;
ey iblisler söyleyin bakalım! Madem Uhut Savaşıyla küçük gördüğünüz cihadı
peygamber efendimiz (s.a.v) bitirmiş; neden Hendek Savaşını, Hayberin Fethini, Mute Savaşını, Mekke’nin
Fethini, Hüneyin ve Taif Seferlerini, Tebuk Seferini yaptı? Neden iddia
ettikleri gibi Allah Resulü, Uhut Savaşından sonra nefisle mücadeleyi değil de
cihadı sürdürdü? Neden o günden bugüne değin başta halifeler Hz. Ebubekir
(r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali (r.a) olmak üzere gelen diğer
halifeler ve komutanlar batıla karşı hakkı egemen kılabilmek adına cihad ederek
yüz binlerce şehid verdiler? Hangi dönemde bugünkü gibi hak ile batıl yekvücut
olmuş?
Allah’ın müşrik, kâfir, fasık,
münafık ve Müslüman gibi kesin sınırlarla birbirlerinden ayırdığı düşünce ve
inanç sahiplerini kardeşlik çatısı altında birleştirmeye çalışan İslam kimlikli
iblisler, asla başarılı olamayacak ve bir saniye sonrası meçhul fani hayatları
için hem dünyalarını hem de ahiret yurtlarını heba etmekten öteye
gidemeyeceklerdir. Gerçi Allah dilemeseydi onu da yapamazlardı ya!
“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile
değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten
başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de
onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” Bakara 174
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder