Diyalog,
müzakere, uzlaşma, barış, sükûnet ve pazarlık gibi yaklaşımlar küfrü durdurmaz,
bilakis arttırıp azgınlaştırarak tutsaklığı ve mağlubiyeti mukim kılar.
Ancak İslam yani Allah’ın indirdiği
hükümler egemenliğinde bir barış caizdir ki, dışındakilerin tamamı şerdir,
batıldır ve şeytanidir! Dolayısıyla gerekçesi ya da şartları ne olursa olsun
şeytan ve dostlarıyla ne diyaloga ne uzlaşmaya ne de barışa kalkışılamaz. Çünkü
şeytanla işbirliği yapmanın ilk kuralı; “yapma”dır.
628 yılında Allah Resulünün Mekkeli
Müşrikler ile Medineli Müslümanların arasında yaptığı Hudeybiye Barış
Antlaşması, İslami esas ve kaidelere göre düzenlenerek imzalanmıştı.
Müslümanların İslami kurallar dışındaki herhangi bir barış, diyalog, uzlaşma ve
ittifak arayışına girmeleri caiz değildir; çünkü Allah, batıl egemenliğindeki
bir barışı Müslümanlara haram kılmıştır.
Mısır’da iman etmiş ihvanın kazandıkları iktidarlarına
karşı küfrün önderi firavunlar savaş açmış, meşru hakları olan savaşla karşılık
verme yerine batılın temel argümanı olan demokrasiden yana tavır koyarak öyle
zillete mahkûm olmuşlar ki, adeta bir paçavra gibi atılmakla kalmayıp firavunlara
iktidarlık kazandırmışlardır. Oysa demokrasi kurallarıyla iktidar olmuş, yine
demokrasi adına darbeyle indirilmişlerdi. Çünkü demokrasi, nefis kavrayamasa da
tamamen seküler bir düşüncedir.
Bilir misiniz; Antik Yunan filozofu
Sokrates, yaşamı boyunca demokrasi için mücadele vermiş ve demokrasinin
bayraktarlığını yapmıştı. Kendisi “devrim partisinin” ve demokrasinin fikir
önderiydi. Anitos ve Melatos’un başkanlık yaptığı devrim partisi iktidara
geldiğinde ne yaptılar biliyor musunuz; fikir önderleri Sokrates’i çok konuşmaktan,
devlet dinini bozmak ve gençliğe zarar vermekten suçlayarak idam etmişlerdi.
Sokrates’in tek tanrıya inanması, devletin tanrılarını tanımaması, totaliter
sistemin tamamen lağvedilip her düşünce ve inancın özgür kalabileceği bir
yönetim talep ediyordu. Baskı ve zorbalıklarına karşı çıktığı ve muhalefet
ettiği tiranların yapmadığını iktidara kavuşturduğu fikirdaşları yapmıştı.
Böylece demokrasi de kazanmış olsa, despot rejim hükümranlığını sürdürdüğünden
Sokrates’in idamına karar verilmişti.
İnsana tanınan seçme ve seçilme hakkı
hiçbir şey ifade etmemektedir. Önemli olan seçtiklerini güden rejim ve o
rejimin korumalığını üstlenmiş şövalyelerdir. Dolayısıyla gerek rejim gerekse
şövalyelerle savaşılmadığı müddetçe halkın dileklerine göre bir yönetimi
sergileyebilmek mümkün değildir. Demokrasi, her ne kadar halka dayandırılmış
bir çoğunluk sistemi ise de, oy vermekten öte halkın hiçbir yaptırımı
bulunmamakta, egemen rejimin koyduğu sınırların dışına çıkılmasına izin
verilmemektedir. Zaten rejime bağlılığını dile getirmeyen, halkın seçimine
rağmen devletin başına geçememektedir.
Mısır Halk’ı da demokrasi düzmecesine
aldanmış ve elde ettiği hakkı koparıp almışlardır. Batıla karşı hiçbir hak,
öyle protestolarla, yürüyüşlerle, pankartlarla, mitinglerle, meydanları
doldurarak bağırıp çığırtmakla elde edilemez. Edilebilmiş olsaydı; yaratıcı
Allah savaşı emretmez, savaşsız çözüme hükmederdi. Çünkü akıl ve kalpleri
yaratan Allah, o akıl ve kalplerde neler taşındığını yarattığı kuldan daha iyi
bilmektedir. Bu sebeple Mısır’daki firavunların üstünlüğü, firavunların ve
işbirlikçilerinin güçlerinden değil, kendi korkaklıklarından, zayıflıklarından
ve imansızlıklarından dolayıdır!
Oysa Allah’ın tartışmasız hükmü olan; “Size karşı savaş
açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın” emrini yerine getirmiş
olsalardı, hor ve hakir kalacak olan kendileri değil, firavunlar olacaktı! Lakin
Allah’ın değil nefislerinin seslerine kulak vermelerinden gelişmeler
aleyhlerine cereyan etmiş; dikilip savaşacaklarına boyun eğip tutsaklığa mahkûm
olmuşlardır. Böylece savaş meydanlarında zorbalarla çarpışarak galebe çalmaktan
kaçınmanın bedelini tagut mahkemelerinde aşağılanarak ödemektedirler.
“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın;
onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini
ferahlatsın.” Tevbe 14
Artık Mısır Halk’ının savaşmaktan başka bir
yolları yoktur. Ya firavunların köleleri olmayı sindirecek ya da bir saniye
sonrası meçhul karanlık yeryüzünde ölmeyi göze alarak şeref, hak ve adalet
uğruna savaşarak, Allah huzuruna aydınlık yüzlerle çıkacaklardır.
Ülkenin her sathına dağılmış ihvan için
zafer çok yakındır ama iman, cesaret ve kararlılık şarttır. Ki, Allah, yardım
ve destekte bulunacağını birçok ayette vaat etmiştir. Her nerede bir firavun
yakalayıp Allah adına öldürmeleri kâfidir. Öyle teknolojik silahlara, tanklara,
uçaklara, füzelere de ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaçları Allah yolunda ölecek ve
öldürecek imana sahip olmalarıdır. Eğer dünya hayatını ahiret karşılığı satmaya
yanaşmıyorlarsa, galip gelebilmeleri ve tutsaklıktan kurtulabilmeleri mümkün
değildir. Velev ki firavunların safında babaları ve kardeşleri de olsa, Allah
adına onlara merhamet duymamalı ve düşman muamelesi yapmaları kaçınılmaz
olmalıdır ki, nefislerinden tamamen arındıkları ortaya çıkıp, hem Allah’ın yardımına
layık olsunlar hem de umdukları zafere ulaşabilsinler.
“Ey iman edenler! Kâfirlerden (ve münafıklardan) yakınınızda olanlara
karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah
sakınanlarla beraberdir.” Tevbe 123
Müslümanlar şu
gerçeği çok açık bilmelidirler; kimi dinlerine fiyat etiketi koyup batıl güçler
lehine fetva veren âlimler derler ki, “bireylerin ve grupların savaş ilan edemeyecekleri,
devlet kararı olmaksızın yapılan cihad ya da savaş terördür.”
Peki, yaratıcımız Allah, ne buyuruyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder