3 Şubat 2015 Salı

Küfre son vermenin tek yolu; savaştır!



Diyalog, müzakere, uzlaşma, barış, sükûnet ve pazarlık gibi yaklaşımlar küfrü durdurmaz, bilakis arttırıp azgınlaştırarak tutsaklığı ve mağlubiyeti mukim kılar.

Ancak İslam yani Allah’ın indirdiği hükümler egemenliğinde bir barış caizdir ki, dışındakilerin tamamı şerdir, batıldır ve şeytanidir! Dolayısıyla gerekçesi ya da şartları ne olursa olsun şeytan ve dostlarıyla ne diyaloga ne uzlaşmaya ne de barışa kalkışılamaz. Çünkü şeytanla işbirliği yapmanın ilk kuralı; “yapma”dır.

628 yılında Allah Resulünün Mekkeli Müşrikler ile Medineli Müslümanların arasında yaptığı Hudeybiye Barış Antlaşması, İslami esas ve kaidelere göre düzenlenerek imzalanmıştı. Müslümanların İslami kurallar dışındaki herhangi bir barış, diyalog, uzlaşma ve ittifak arayışına girmeleri caiz değildir; çünkü Allah, batıl egemenliğindeki bir barışı Müslümanlara haram kılmıştır.

Mısır’da iman etmiş ihvanın kazandıkları iktidarlarına karşı küfrün önderi firavunlar savaş açmış, meşru hakları olan savaşla karşılık verme yerine batılın temel argümanı olan demokrasiden yana tavır koyarak öyle zillete mahkûm olmuşlar ki, adeta bir paçavra gibi atılmakla kalmayıp firavunlara iktidarlık kazandırmışlardır. Oysa demokrasi kurallarıyla iktidar olmuş, yine demokrasi adına darbeyle indirilmişlerdi. Çünkü demokrasi, nefis kavrayamasa da tamamen seküler bir düşüncedir.

Bilir misiniz; Antik Yunan filozofu Sokrates, yaşamı boyunca demokrasi için mücadele vermiş ve demokrasinin bayraktarlığını yapmıştı. Kendisi “devrim partisinin” ve demokrasinin fikir önderiydi. Anitos ve Melatos’un başkanlık yaptığı devrim partisi iktidara geldiğinde ne yaptılar biliyor musunuz; fikir önderleri Sokrates’i çok konuşmaktan, devlet dinini bozmak ve gençliğe zarar vermekten suçlayarak idam etmişlerdi. Sokrates’in tek tanrıya inanması, devletin tanrılarını tanımaması, totaliter sistemin tamamen lağvedilip her düşünce ve inancın özgür kalabileceği bir yönetim talep ediyordu. Baskı ve zorbalıklarına karşı çıktığı ve muhalefet ettiği tiranların yapmadığını iktidara kavuşturduğu fikirdaşları yapmıştı. Böylece demokrasi de kazanmış olsa, despot rejim hükümranlığını sürdürdüğünden Sokrates’in idamına karar verilmişti.
   
İnsana tanınan seçme ve seçilme hakkı hiçbir şey ifade etmemektedir. Önemli olan seçtiklerini güden rejim ve o rejimin korumalığını üstlenmiş şövalyelerdir. Dolayısıyla gerek rejim gerekse şövalyelerle savaşılmadığı müddetçe halkın dileklerine göre bir yönetimi sergileyebilmek mümkün değildir. Demokrasi, her ne kadar halka dayandırılmış bir çoğunluk sistemi ise de, oy vermekten öte halkın hiçbir yaptırımı bulunmamakta, egemen rejimin koyduğu sınırların dışına çıkılmasına izin verilmemektedir. Zaten rejime bağlılığını dile getirmeyen, halkın seçimine rağmen devletin başına geçememektedir. 

Mısır Halk’ı da demokrasi düzmecesine aldanmış ve elde ettiği hakkı koparıp almışlardır. Batıla karşı hiçbir hak, öyle protestolarla, yürüyüşlerle, pankartlarla, mitinglerle, meydanları doldurarak bağırıp çığırtmakla elde edilemez. Edilebilmiş olsaydı; yaratıcı Allah savaşı emretmez, savaşsız çözüme hükmederdi. Çünkü akıl ve kalpleri yaratan Allah, o akıl ve kalplerde neler taşındığını yarattığı kuldan daha iyi bilmektedir. Bu sebeple Mısır’daki firavunların üstünlüğü, firavunların ve işbirlikçilerinin güçlerinden değil, kendi korkaklıklarından, zayıflıklarından ve imansızlıklarından dolayıdır!
         
Oysa Allah’ın tartışmasız hükmü olan; “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın” emrini yerine getirmiş olsalardı, hor ve hakir kalacak olan kendileri değil, firavunlar olacaktı! Lakin Allah’ın değil nefislerinin seslerine kulak vermelerinden gelişmeler aleyhlerine cereyan etmiş; dikilip savaşacaklarına boyun eğip tutsaklığa mahkûm olmuşlardır. Böylece savaş meydanlarında zorbalarla çarpışarak galebe çalmaktan kaçınmanın bedelini tagut mahkemelerinde aşağılanarak ödemektedirler. 

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” Tevbe 14

Artık Mısır Halk’ının savaşmaktan başka bir yolları yoktur. Ya firavunların köleleri olmayı sindirecek ya da bir saniye sonrası meçhul karanlık yeryüzünde ölmeyi göze alarak şeref, hak ve adalet uğruna savaşarak, Allah huzuruna aydınlık yüzlerle çıkacaklardır.

Ülkenin her sathına dağılmış ihvan için zafer çok yakındır ama iman, cesaret ve kararlılık şarttır. Ki, Allah, yardım ve destekte bulunacağını birçok ayette vaat etmiştir. Her nerede bir firavun yakalayıp Allah adına öldürmeleri kâfidir. Öyle teknolojik silahlara, tanklara, uçaklara, füzelere de ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaçları Allah yolunda ölecek ve öldürecek imana sahip olmalarıdır. Eğer dünya hayatını ahiret karşılığı satmaya yanaşmıyorlarsa, galip gelebilmeleri ve tutsaklıktan kurtulabilmeleri mümkün değildir. Velev ki firavunların safında babaları ve kardeşleri de olsa, Allah adına onlara merhamet duymamalı ve düşman muamelesi yapmaları kaçınılmaz olmalıdır ki, nefislerinden tamamen arındıkları ortaya çıkıp, hem Allah’ın yardımına layık olsunlar hem de umdukları zafere ulaşabilsinler.
    
“Ey iman edenler! Kâfirlerden (ve münafıklardan) yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.” Tevbe 123

Müslümanlar şu gerçeği çok açık bilmelidirler; kimi dinlerine fiyat etiketi koyup batıl güçler lehine fetva veren âlimler derler ki, “bireylerin ve grupların savaş ilan edemeyecekleri, devlet kararı olmaksızın yapılan cihad ya da savaş terördür.”

Peki, yaratıcımız Allah, ne buyuruyor!  

“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa 84

Hiç yorum yok: