Hakikat ışığına körelmiş insan, karanlığı
aydınlık sanarak öyle koşturuyor ki, fiziki körlerden daha karaltıda yaşadığını
dahi fark edememektedir. Bilimsel olarak da gözün hem fazla ışığı hem de
yıldızların çok zayıflamış ışığını aynı nitelikte görebildiği kanıtlanmıştır.
Bu uyum insanın beynindeki görme merkezine ve bütün bir görme sistemine
verilmiş olan uyum mekanizmalarıyla gerçekleştiği akademik olarak tespit
edilmiştir. Dolayısıyla karanlığa alışmış bir insan, aydınlığa ihtiyaç
duymadığından hakikat ışığına odaklanamamakta; böylece karanlıkta düşünen ve
dolaşan mahlûk olmayı özümseyerek batıl yoluna devam etmektedir.
Batılın aydınlık değil karanlık bir yol
olduğunu birçok ayetiyle bildiren Allah’ın doğru hükmünü bilimde, “gözün karanlıkta da aydınlık gibi
görebildiğini” itiraf etmiştir.
Kimi insan karanlıkta yaşamaya alışıktır;
kimi insana aydınlığı gösterdiğinde gözleri kamaştığından kaçar; kimi insan
karanlıktan ok gibi çıkarak aydınlığa kavuşur; kimi insan aydınlıktayken
karanlığın cazibesine kapılarak karanlığı aydınlık zanneder; kimi insan
biyolojik gözle değil gönül gözü ile gördüğünden aydınlıktan çıkmaz; kimi insan
hem aydınlık hem de karanlık içinde bir gölge gibi yaşar; kimi insan ise
yaşadığı karanlığa ışık huzmesi sızmasıyla aydınlığa ulaştığını sanır.
Her ne kadar hak ile batıl gibi karanlıkla
aydınlık eşit değilse de, karanlığı aydınlık, aydınlığı da karanlık bellemiş
milyarlarca insanın var olduğu âlemde bulunmaya çalışılan ışık nedir?
Oysa ışık, her insana şah damarından daha
yakın ve yanındadır ama insanın bitmek tükenmez ışık arayışı hiç sonlanmamış,
kendini karanlıkta hissetmenin paranoyasından ışığı bulabilme arayışından
vazgeçmemiştir.
İnsan, daha annesinin karnında üç katlı
karanlık içindeyken çeşitli safhalardan geçerek doğumu ile birlikte aydınlığa
kavuşuyor, ruhi karanlığa dönmemesi için yaratıcısı Allah’ın indirmiş olduğu
ayetlerle hem dünya hem de ahiret hayatında aydınlıkta kalabilmesi maksadıyla yol
gösteriliyor. Peki, kibirli ve gururlu insan ne yapıyor; benlik gütmeyi ve
böbürlenmeyi aydınlık sanarak içine düştüğü karanlıktan uluyarak meydan okuyor.
İnsan, öyle karanlığa batmış; muhakeme
yetisi, gözleri, kulakları ve kalbi mühürlenmiş ki, en basit bir sorgulamayı
dahi yapamaz hale gelmiştir. Kalbindeki ışığı karartan batıl ne varsa
kulaklarını kabartarak peşine düşmekte, onun doğru mu yoksa yalan mı olduğunu öğrenebilmek
için gerçeğin süzgecinden dahi geçirmeye lüzum hissetmemektedir. Böylece
sorgusunu ve düşüncesini engelleyen karanlık çıkmazlar, aydınlıktan daha da
uzaklaşmasını sağlamaktadır.
Hâlbuki gerçeğin süzgeci, en cahil ya da
ümmiyi dahi aydınlatabilecek aşikârlıktadır. Kendine
yol edindiği düşünce; rehber edindiği önder; vaatlerine güvendiği beşer; dileklerini
karşılayacağını umduğu lider; güce ve zenginliğe kavuşturacağını sandığı
devlet; ölüme son verip sonsuz bir yaşam verebiliyor mu? Yaşamın süresi ile
ilgili garanti tanıyabiliyor mu? Yaşam boyunca hiç hasta olunmayıp mutlak bir
sağlık sunabiliyor mu? Öyleyse yaratıcı Allah’ın Mutlak İrade’sini aşamıyorlar
ise ne işe yarıyorlar? Her insan için vazgeçilemez öncelik sağlıklı ve ölümsüz
bir yaşam; nerede ve nasıl öleceğini bilmektir.
Eğer ölümle nişanlı insanın nişanını atamıyorlar
ise, aydınlık diye bahsettikleri mezara çekecekleri ışık mıdır? Ölümden sonrası
için bilgisi ve vaadi olmayan her düşünce batıldır, yalandır ve şeytanidir. Dolayısıyla
başka bir sorguya gerek yoktur!
“(Resulüm!) De ki:
"Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O
halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne
sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu
hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı
gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi
göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç
sahibidir.” Rad 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder