İnsanoğlunun
sahip olduğu güç ile kendine zararlı her türlü menfi oluşumu aldığı tedbirlerle
engelleyebileceği güveni, kendine tapınma yani narsisizm’dir. Ki, narsisizmler,
kendilerini adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibi hisseder ve hiçbir
gücün kendileriyle baş edemeyeceklerini, yenemeyeceklerini ve ziyan
veremeyeceklerini düşünürler.
Narsisizmlerin en büyük korkuları; güçlerini kaybetmeleri, ölüm,
etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olma paranoyalarıdır. Güçlerinin bir
sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, herhangi bir zarar görecekleri
endişesine kapılmalarında sayısız insan öldürür, hatta Firavun misali tedbir
amaçlı yeni doğmuş bebekleri dahi katlederler.
Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye
çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı
için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz, algılayamaz; böylece korkuyla
yaşar, gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve ürkek olur.
İktidarı
bir güç ve kudret sanarak dilediklerini yapabileceklerini zanneden
narsisizmler, bunun asla mümkün olmadığı hem dün hem bugün kanıtlanmış, yarın
da farksız olmayacağı mutlaktır. Günümüz iktidarları, gerek siyasi ve askeri,
gerek sosyal ve ekonomi, gerekse ilmi, kültür ve sanatta geçmiştekilerin yanında
vızıltı kalabilecek kadar zayıf oldukları tartışılmaz bir gerçektir.
Dolayısıyla dünyadan nice Karunlar, Firavunlar, İmparatorlar, Krallar,
Sultanlar ve Komutanlar gelip geçti, tapındıkları güçleriyle kendilerini
kurtaramadıkları ve nasıl buharlaşarak uçup gittikleri, geride bıraktıkları
paha biçilmez eserlerinden, fikirlerinden, güçlerinden, zaferlerinden ve tarihsel
biyografilerinden anlaşılmaktadır.
Hz. Musa (a.s) ve Firavun ilişkisi, başka
bir kanıta ihtiyaç bırakmayacak ibret, güç ve tedbirin hiçbir yaptırımı
olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.
Kâhinler,
Firavuna, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini bildirmeleri
üzerine, Firavun, tedbir amaçlı o gün doğan bütün erkek çocukların
öldürülmesini emreder. Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları
öldürür. Ancak Hz. Musa’nın annesi, çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa
koyarak nehre terk eder. Suyun akıntısıyla Hz. Musa’yı taşıyan sandık, Firavun
sarayının önünde durur. O sırada nehrin kenarında dolaşmakta olan Firavunun karısı,
sandıktaki bebeği görünce çok sevinir ve saraya götürür. Firavundan saklı Hz. Musa’yı
evlat edinip büyüterek yetiştirir.
O
gün, doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz. Musa sağ kalmıştı. Firavunu
öldürecek olan çocuğun, karısı tarafından sarayında büyütülmesi, kaderin hiçbir
güç tarafından durdurulamayacağı ve değiştirilemeyeceği gerçeğini gözler önüne
seriyordu. Ayrıca, cennetle mükâfatlandırılan Firavunun karısı, bu davranış
sebep kılınarak hidayete erdirilmiş ve cennete lâyık görülmüştü.
Firavunu
öldürecek olan Hz. Musa için alınan inanılmaz önlemler ve işlenen katliamlar
dahi Mutlak İrade’nin takdirini engelleyememişti. Kader, herkes gibi Firavunun
da akıbetini belirlemiş, tüm güç ve aldığı kıyıcı tedbirlerine rağmen hakkında
yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla birlikte Kızıldeniz de boğularak ölmesine
mani olamamıştı.
Yaratıcı,
olabilecekleri kâhinlere hissettirmiş ve Firavuna duyurtarak tedbir almasına fırsat
tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp
takdiri önlemiş miydi? Örneklendirilen olayların tamamı yaşamın değişmez
gerçekleri olup, Mutlak İrade’yi kanıtlayan somut gelişmelerdir. Bir şeyi bilmek
ya da haberdar olmak; o şeyi etki altına alınıp lehte yahut aleyhte yönlendirme
iradesine sahip olmak demek değildir.
Firavun,
bütün çocukları öldürtmesine ve alınan tüm önlemlere karşın Hz. Musa’dan sakınamamış,
muhteşem kudreti ve ordusuyla, fizikken tek bir kişi olan Hz. Musa’ya mağlup
olmuştu. Herhangi bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda temin
edilebileceğini sanmak, lehte hiçbir kaçışa olanak sağlamamaktadır. Aksi
takdirde ne bir kayıp ne de bir ölüm gerçekleşirdi. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran da Yaratıcı Allah’tır.
Firavun,
azametli ve korkutucu ordusuyla Hz. Musa ile iman etmiş İsrailoğullarını
yakaladığı bir sırada, Allah’tan gelen bir emirle Hz. Musa asasını Kızıldeniz’e
vurmasıyla denizin koca bir dağ gibi yarılarak açılabilmesi; Allah’tan başka
dayanılıp güvenilecek, yardım ve destek bulunacak hiçbir gücün olmadığını
kanıtlamaktadır. Dolayısıyla emanetsi gücüne, gücüne güvenerek aldığı
tedbirlere inanların hazin sonu, Firavun gibi nice narsisizmlerin akıbetleriyle
aşikârdır.
Allah,
rüzgâra emretti ve rüzgâr yarılan yerlerin toprağını kuruttu. Yollar arasında
her bir kavim, diğerlerini görüp de helak olduklarını sanmasın diye sular
pencere şeklinde yarıldı. Hz. Musa ve kavmi denizden karşıya geçmişlerdi ki, Firavun
ve ordusu sahile ulaşmıştı. Denizin yarılıp İsrailoğullarının geçtiğini gören Firavun,
bir anda korkuya kapılarak gözlerine inanamamış ve durarak geri dönmek istemişti.
Koca deniz, nasıl olup da ortadan yarılarak ikiye bölünmüş, Hz. Musa ve kavmi
karşı tarafa geçebilmişti?
Firavun,
böyle bir şeyin olamayacağına inanıyor, bunun büyü veya sihir gibi bir gözbağı
olabileceğini düşünüyordu. Kesinlikle karşıya geçmemeye kararlıydı. Fakat artık
kaçacak yeri yoktu. Geçip geçmemesi gibi bir seçim hakkı onun özgür sandığı
iradesine bağlı değildi. Mutlak İrade’nin hükmü kesin ve uygulanacaktı.
Firavun,
her ne kadar denize girmek istemiyor ve korkuyorsa da, ordusuyla beraber orada
boğulacağı ve öleceği daha önceden yazılmış olduğundan, bir anda dönüşüme uğrayarak
fikrini değiştirip cesaretlenmiş, kumandanlarına ve askerlerine dönerek, “İsrailoğulları denize girip oradan geçmeye bizden
daha lâyık değillerdir, onlar geçmişse bizde geçeriz” diyerek hepsi
birden ileri atıldı.
Yaklaşık
yüz elli bin kişilik süvari ordusunun tamamı deniz içinde toplanıp, ilk giren
öndekiler denizden çıkmaya başlayacakları sırada Allah, denize onların üzerine
kapanmasını emretti. Deniz üzerlerine kapandıktan sonra bir teki dahi
kurtulamadı. Dalgalar onları bir bir altına almaya başladı. Dalgalar Firavun’un
üzerine tam toplanıp boğulacağı sırada, “İsrailoğullarının
iman ettiği tanrıya inanıyor ve bir tanrı olmadığımı kabul ediyorum. Artık ben
de müminim” dedi. İmanın fayda vermeyeceği bir yerde iman etmesinden
dolayı, bu tevbesi Yaratıcı tarafından kabul görmedi. Çünkü müşrik olarak
ölmesi kaderin gereğiydi.
“Şimdi mi inandın? Daha önce baş
kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun.” Yunus 91
Hz.
Musa (a.s)’in doğduğu gün, doğan erkek çocukların öldürülmesi için talimat
veren Firavun, tüm çocukları öldürmesine karşın, kendisini öldürecek olan düşmanı
Hz. Musa’yı öldürmeyi başaramaması, hatta sarayında kendi elleriyle besleyerek
büyütmesi nasıl bir bilgi ve iradenin sonucuydu? Hz. Musa’nın tek başına Firavunu
ve ordusunu yok etmesi kimin başarısıydı? Hz. Musa’nın Firavuna karşı verdiği mücadelede
çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı saldırılar ve gösterdiği mucizeler, hangi aklın
ve düşüncenin yapabileceği gelişmelerdi?
Onun
için ne gücün ne tedbirin ne de iradenin Allah karşısında hiçbir önem
taşımadığı; kim ne derse desin, karşındaki güç ne kadar korkutucu ve azametli
olursa olsun, Allah dilemedikten sonra hiçbir zarar veremeyeceği; ne kadar
güçsüz ve zayıf olursan ol, Allah diledikten sonra hiçbir gücün karşında
duramayacağı tevhidiyle; sadece Allah’a dayan güven, vekil ve destek olarak
Allah sana yeter! Hakikat üzere olanın Allah yanında olmaz mı?
“Allah'a güven. (dayanılacak) Vekil olarak Allah
yeter.” Ahzab 3
“De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O
bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51
“O halde sen Allah'a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık hakikat
üzeresin.” Neml 79
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder