Ölçü, karar ve denge, kâinatın yaratılışındaki
temel hususiyetlerin başında gelir. Rahman suresinin hemen başlarında arka arkaya
üç yerde ‘mîzân’ yani ölçüden bahsedilmesi boşuna değildir. Her olay, her
hareket, her düşünce ve her eylem, karşı bir tavır ve tepkiyle dengelenir.
Böylece hiçbir güç süper ve sınırsız, iradelerde özgür ve başıboş değildir.
İyiyle
kötü, doğruyla yanlış, kayıpla kazanç, gaddarlıkla merhamet, huzurla sıkıntı, güvenle
korku, zenginlikle yoksulluk, yaşamla ölüm arasında oluşan değişimler, Yaratıcı’nın
denetimiyle dengelenmektedir.
Bir
şeyin biçim değiştirmesi, farklılaşması, artı veya ekside ivme kazanması,
küçülüp büyümesi mutlak olan dengeyi tahrip etmez. Büyük bir yanmamış kömür yığınındaki
kimyasal enerjiyi ölçün. Kömürü bir trenin buhar kazanında yakın. Sonra
harlayan ateşteki ve hızla ilerleyen lokomotifteki enerjiyi ölçün. Enerjinin
biçim değiştirdiği ve biçimlerinin birbirinden tamamen farklı göründüğü açıktır.
Ama toplam miktarı hep aynıdır. Eğer büyük bir çarklı saatin içinde yaşıyorsak,
bu saatin sürekli kurulması gerekir. Ama etrafınıza bir bakın! Evrendeki
enerjinin azalması ve yıllar geçtikçe enerji kıtlığından dolayı cisimlerin daha
az hareket etmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bu, yaşanan bir kanıttır.
Newton’a göre evrenin işlemeyi sürdürmesi, Yaratıcı’nın rahatlatıcı elinin
müdahale ettiğinin, bizi koruyup beslediğinin, desteklediğinin, yitirdiğimiz
güçleri yenilediğinin bir kanıtıdır.
Bütün
maddelerin ilk varolduğundaki toplam miktarı da aynıdır. Mesela, havada var
olan oksijenin daha sonra orada olmaması onun yok olmuş olması değildir.
Herhangi bir metale yapışmıştır. Çünkü soluduğumuz havada çeşitli gazlar vardır
ve bu gazlardan bir kısmı metale yapışmıştır. Havayı ölçerseniz biraz hafiflemiş
olduğunu, demir parçasını tartmanız halinde ise biraz ağırlaşmış olduğunu görürsünüz.
Havanın yitirdiği ağırlığa tamamen eşit miktardadır.
Kimya
biliminin kâşifi Fransız kimyacı Lavoisier’in bir kutu içinde yaptığı deney
sonrası paslanmış bir metalin yitirilen hava kadar öncekiden daha ağır olması,
gerçekte hiçbir şeyin yok olmadığı, sadece şekil değiştirdiğini ortaya çıkarmıştır.
Tıpkı enerji yani ruh gibi; Yaratıcı, yarattığı evrene gerekli olan sabit
miktarda madde koydu. Yıldızlar büyüyüp parladı, dağlar oluşup çarpıştı, rüzgâr
ve buzlarla aşındı, metaller paslanıp dağıldı. Ama bütün bunlar olurken
evrendeki toplam madde miktarı asla değişmedi, bir gramın milyonda biri kadar
bile değişmedi ve sonsuza dek değişmeden kalacak. Örneğin bir şehrin ağırlığı
hesaplansa, sonra bu şehir kuşatma altında kalıp binaları yıkılsa, bütün dumanlar,
küller, yıkılmış surlar ve tuğlalar toplanıp tartılsa, ilk ağırlıkta bir değişim
olmaz. Hiçbir şey kaybolmaz, en küçük toz zerreciğinin ağırlığı bile!
İnsanların
büyük bir çoğunluğu sıradan mazbut bir hayat yaşamasına, herhangi bir belâya
bulaşmak istememesine, musibetlerden korkup kaçınmasına, barış ve refah bir
hayat dilemesine rağmen; yine de belânın binbir türlüsüne muhatap olabiliyor, ahlâksız
ve bayağı bir yaşamla bütünleşebiliyor, en güvendiği aile bireylerinin veya
arkadaşlarının kurbanı olarak ya taciz ediliyor ya en ağır ihanetlere uğrayarak
hayatı kararabiliyor ya da canı dâhil tüm varlığını kaybedebiliyor. Sayısız
caniliğin, vahşet, entrika, öfke ve tuzakların varolduğu bir dünyada; her türlü
iyiliğin, sevginin, merhametin, yardımın, hoşgörünün ve sabrın varlığı dikkate
alınırsa, bu dengeyi sağlayan sebepleri ve araçları seçenin özgür iradeler mi,
yoksa Mutlak İrade mi olduğu sorgusu gerçeğin perdelerini açmaya yeterlidir.
İnsan
hayatının kendi elinde olduğu ve dilediğini seçebilme hakkı bulunduğu iddiası, gerçekçilikle
zerre kadar bağdaşmamaktadır. Acaba kişi, kendi yolunu kendi seçtiği için mi,
kendini yok edebilecek, acı verebilecek, zarara uğratabilecek ve öldürtebilecek
olayları önce plânlayıp sonra gerçekleştirmektedir? Akıl kurallarına göre hatasız
ve yanlışsız tek bir insan olamayacağı kuramı dikkate alınırsa; insanoğlunun her
şeyi bizzat iradesiyle yaptığı fikri doğmaktadır ki, bu da, insanın sapık bir
yaratık olduğu savını ortaya koymaktadır.
Her
türlü yasa, tedbir, eğitim, yaptırım ve telkinlere rağmen, yeryüzünde işlenen
bu kadar acımasız olayları, haksızlık ve adaletsizlikleri, muhakeme edebildiği
iddia edilen özgür bir insanın yapabilmesi mümkün müdür? Hem kendini hem de
çevresini mahvedebilen insanın huzur ve güven içinde yaşamak kadar akılcı bir
imkânı varken; neden acı ve dehşet dolu bir hayatı tercih etmektedir?
İnsanı
bu denli kör ve özürlü bir anlayışa sevk eden akıllar rahatsızsa, egemenlikleriyle
böbürlenen iktidarlar ve bilgileriyle övünen dehalar, neden suç imparatorluklarının
birer üyesi olabiliyor, bunlara son veremiyor, kötülük, olumsuzluk ve aykırılıkların
önüne geçemeyerek mutlak bir barışı ve refahı sağlayamıyorlar? Bu farklı akıllar
arasında varolan dengesizliği bertaraf ederek normal etkileşmeyi ve iletişimi
kurabilecek, hafızalardan kötüyü silip doğruyu nakşedebilecek bir keşfin ve
düzenlemenin yapılabilmesi, bilimsel verilere göre mümkün değil mi?
Dönmeye
devam eden kader çarkı öylesine hassas bir döngü içinde akışını sürdürmektedir
ki, hiç kimse hiçbir şeyin farkında olmadan sahnedeki rolünü oynamaya ve
oyuncaklarıyla oyalanmaya devam edip süresini doldurmaktadır. Bu süreç içinde
birbirine bağlı ve aykırı figüranların sürdürdükleri yarışın ne zaman, nerede biteceği
ve nasıl sonuçlanacağı bilinmemektedir. Her şey aniden gelişmekte, sebep ve
araçlar inanılmaz bir bütünlük ve denge içinde etkileşmektedir. Çok iyi şeyler
kadar çok kötü şeylerin de varolduğu bir dünyada tercih kullanabilecek hür
iradeler olsaydı, hiç kimse kötüden yana seçimini yapmaz, acı, dehşet, yokluk
ve felâket yaşamak istemezdi.
Bilgileri,
keşifleri ve farklı medeniyetleri yaratan Allah, aynı zamanda kontrolü de
iradesinde muhafaza ederek dengeyi sağlamaktadır. Atmosferde yaşayan ve görünmeyen
cinlerle, yerde yaşayan insanların yaratılış amaçları, akıl ve düşünce
sistemleri tamamen aynı olup, fiziksel nitelikleri farklıdır. İnanılmaz
bilgisiyle cinleri temsil eden şeytanla, insanları temsil eden azgınların pek
farkları yoktur. Birinin ateşten, diğerinin topraktan yaratılmasının dışında!
Her
şartta denge korunmakta ve olaylar çağlara göre düzeneği içinde
biçimlenmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle hava, kara ve deniz taşıtlarında
meydana gelen facialar, fizik, kimya, biyoloji ve matematiğin endüstriyi oluşturmasıyla
virüs, hastalık, uyuşturucu, radyasyon, atom, petrol, gaz, elektrik ve nükleer
silahların üretilmesi, iletişimsel kazanımla körüklenen fitne, karmaşa ve
ahlâksızlıklar çığ gibi büyüse de, aynı şekilde denge sağlayıcı oluşumlar
varlığını sürdürmektedir.
İyilerle
kötülerin, iman edenlerle inkâr edenlerin hak veya batıllık adına mücadeleleri,
yaratılışın temel unsurudur. Bir taraftan varoluş devam ederken, diğer taraftan
yok oluş sürmekte ve denge muhafaza edilmektedir.
“Ey insan! Seni yoktan yaratan,
düzgün yapılı ve endamlı kılan, sana ölçülü ve dengeli davranma imkânı veren (maddi ve aklı yapıda seni en üstün kılan), seni dilediği en güzel şekil ve biçimde
terkip eden ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” İnfitar 6-7-8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder