Vahiy dışı güdümlü teorilerin
toplumları Allah’tan uzaklaştırabilmek için din, bilim ve siyaseti farklı kuvvetlermiş
gibi düşman saflara ayırıp, “Allah ya
yoktur ya da gökyüzüne yerleşip yeryüzünün egemenliği insanların iradesindedir”
dayatmaları seküler düzeni meşrulaştırmış, yeryüzü-gökyüzü tanrılarını doğurarak riyakârsı bir inanç ve düzen
karmaşası dünyayı sarmıştır.
Oysa her şey, Mutlak İrade doğrultusunda üremekte,
biçimlenmekte, düşünce ve eyleme dönüşmektedir.
İlahiyatçıların dahi seküler
felsefesinin etkisinde kalarak batılı meşrulaştıran yorumları toplumları
ikileme sevk etmiş, gerçek; ya bilinçli yahut bilinçsiz bir saptırmayla eğilip
bükülerek temel yapı tahrip edilmiştir.
Öncelikle
“Din nedir?”
sorusuna cevap bulabilirsek tuzaklarda açığa çıkabilecektir. Din, kavram
itibariyle itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü
kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak, ilkelere ve
prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din; her ne kadar
ilahsal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi manipüle edilip, siyasi
hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de; gerçekte sosyal, ekonomik,
siyasi ve askeri yasaların bütünü; bilim, düşünce ve iradelerin tamamıdır. Bilimsel
ve siyasal her anlayış ve rejim; kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu
dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı amaçlanır, insanların
itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen hâkim gücün emri altında ve
onun hükümleri çerçevesinde tek güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple
düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi; otomatikman tanrısal bir
egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği
düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri dolaylı yoldan tanrılaştırarak,
farkında olmadan tapınabilmektedir. Düşüncenin, rejimin ve düzenin adı ve tanımı her ne
olursa olsun o mutlaka bir dindir. Dolayısıyla ateizm de kural ve
kaideleriyle bir dindir!
Tüm
çaba, insanların kul olma yaratılmışlıklarını aşacak benliğin yüceltmesiyle Yaratıcıya
karşı güçlü ve irade sahibi bir egemenlik gütmek, Allah’ın koyduğu kuralları ve
mutlak iradesine rakip zafer kazanabilecek üstünlüğü pozitivist temelli argümanlarla
adı sekülerizm, laisizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasim, Marksizm ve
Kemalizm gibi doktrinlerin yasa belirleyici etkileriyle dinleştirilmeleri
akabinde insan tanrılaştırılmaktadır. Ancak teorilerindeki düşünceleri pratikte
gerçekleştirememeleri her ne kadar toplumları uyandırmasa da kader hükümlü akış,
mecrasında sürmektedir.
Yaratıcının
vahiysel dinini yani anayasasını sözde kutsallaştırıp siyasetten, devletten,
kamudan ve sosyal hayattan arındırarak kendi dinlerini hâkim kılanlar, oyun
içinde sayısız dalavereler tertipleyerek inananları şeytanca aldatmışlar ve
aldatmaya devam etmektedirler. Çünkü vahyi reddeden düşünce ve sistemler, mega
yalanlar zemininde empoze edilmiş abartılardır. Toplumların yaratıcıya karşı
olan duyarlılığını dikkate alarak öylesi hilelere girişmişler ki, dinin sadece
kişiye özel ilahsal ve ibadetsel bir ritüel olduğunu işleyerek saygı altında
Yaratıcıyı dokunulmaz kılıp, hapsedercesine yeryüzünden dışlamak suretiyle tüm
yetkiyi kendilerinde toplamış, insanların nefislerini okşayan seçme, seçilme,
özgürlük veya hâkimiyet adı altında suni payeler vererek, tanrısal gücün
otoritesine kavuşabileceklerini sanmışlardır. Sırf Yaratıcının düzenini kabul
etmemek ve egemenliği altına girmemek adına birbirlerinin köleliğine razı olmuş
ve boyun eğmeyi ayrıcalıklı bir onur vesilesi saymışlardır. Acaba böylesi bir
anlayışa sahip politikacı, ilahiyatçı veya devletlerin aydınlık ya da adalet
verebilmeleri mümkün müdür?
Lâik,
sosyalist veya demokratik düşünce temelinde yapılaşan devletlerin din ile
siyaseti düşman hatları misali birbirinden ayırarak insanı tanrılaştıran
hukuklarıyla ayakta kalabilme çabaları, semavi dine mensup politikacı, düşünür
ve ilahiyatçıların desteklerindendir. Halkı etkileyerek yanlışı meşrulaştıran
bu çıkarcı mihraklar; doğrunun, hakkın ve adaletin hâkim olmasına mani olmakta,
dolayısıyla Allah dini ve devlet dini gibi korkunç bir ikilem oluşturarak,
dolaylıda olsa çok tanrılı bir düzeni savunmaktadırlar. Ancak toplumlar böylesi
şeytani bir hileyi derinden sorgulamamalarından gerçeği kavrayamamış, böylece
çok tanrılı ve dinli inanışları özümseyebilmişlerdir.
Öyle
riyakârsı ve münafıksı bir paradoksu meşrulaştırmışlar ki, Allah’ın dini ile
devlet dininin sınırları çizmiş ve alansal müdahaleleri savaş nedeni sayarak,
kıyasıya mücadele etmişlerdir. Çağlar boyu süregelen çatışmalar ve bölünmeler ırktan
çok dinsel zeminde baş göstermiş, Allah ile insanın egemenlik haklarından ötürü
milyonlarca canlıyı ölüme sürükleyerek göz açtırmamışlardır. Bir tarafta
vahiysel anayasayı reddederek lâik zeminli demokratik veya sosyalist dinle kendini
tanrılaştıran insan, diğer tarafta Yaratıcı olma hasebiyle sadece hukukuna
uyulmasını emreden Allah.
Bu
durumda Allah’ın dinine iman etmiş bir Müslüman kime itaat etmeli ve hangi
tarafın dini bağlılığıyla huzuru, adaleti, mükâfat ve cezasını ciddiye almalıdır?
Ya Yaratıcı Allah’ı ya da kendi gibi yaratık olan insanı!
Türkiye Halkının dini, bağlı
olduğu seküler odaklı laik ve Atatürkçü anayasadır. İslam dini ve Allah’a olan
inançlar bir ritüel niteliğinde olup, tamamen ruhsal bir mastürbasyondur.
Aslında
sözü uzatmak yerine şu soruları cevaplayan her insan; gerçekte tanrısının kim
ve hangi dine mensup olduğunu ortaya çıkaracaktır
1-
Allah’ın dinine mi devletin dinine mi itaat
ediyorsun?
2-
Yaşamında devlet dinin kurallarına mı, Allah
dinin kurallarına mı boyun eğiyorsun?
3-
Kimin emri altındasın?
4-
Kimin üstünlüğünü kabul edip düşünce ve
iradesine kayıtsız teslim oluyorsun?
5-
Allah dinine mi, devlet dinine mi hizmet
ediyorsun?
6-
Kimin ilkeleri ve prensiplerine koşulsuz
bağlılık gösterip yaşamında uyguluyorsun?
7-
Allah’ın indirdiği hükümler mi, devletin
koyduğu hükümler mi bağlayıcıdır?
8-
Devletin anayasası mı, Allah’ın anayasası mı
zorunlu bir kanundur?
9-
Devletin milleti mi, Allah’ın milleti misin?
10-
Devletin cezaları mı, Allah’ın cezaları mı güçlü
ve caydırıcıdır?
11-
Her iki dini bir arada yaşamak meşru mudur ve
sindirilebilinir mi?
12-
Yasa yapıcı devlet mi, Allah mıdır?
13-
Kuralları belirleyici devlet ya da yaratık
vekiller ise, Yaratıcı Allah’a olan inanç ve iman yalan değil midir?
14-
Allah dinini reddeden seküler bir devlete
bağlılık, itaat ve hizmet; Allah’a küfür değil midir?
15-
İnsanların kaderlerine devlet değil de Allah
hükmediyorsa; eğer ateist değilsen devlet dinine itaati nasıl bir düşünce ve
duyguyla kabullenebiliyorsun?
16-
Allah’ın lütuflarının yanında devletin ya da
vekillerinin ne verdiğini hiç sorguladın mı?
17-
Sözü ve kararı Yaratıcı belirliyorsa; vahyi
dışlayan devlet kimdir, yaptırımı ve gücü nedir?
18-
Tek güç Allah mıdır, devlet midir?
Yeryüzünde ve siyasette ayrı
bir tanrı, gökyüzünde, doğada ve ölümde ayrı bir Tanrı’ya inananların dinleri apaçık
bir ikiyüzlülük yani münafıklıktır.
"Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat
ederseniz, herhalde ziyan edersiniz." Mü’minun 34
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin,
Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın. “ Muhammed 33
"Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat
ettik diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar
inanmış değillerdir.” Nur 47
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder