Allah
ve Resulünün hükümleri yorumlarla ve rivayetlerle öyle doğranmış ki, İslam’ın
ne olduğu anlaşılamamıştır. Nefislere peşkeş çekilen ayetler kitaplara
hapsedilmiş, Kur’an’a muvafık olmayıp hurafelere
dayalı sözde hadisler, İslam olmuştur.
Özellikle şeriat düzeni ve cihada karşı
öyle bir cephe oluşturulmuş ki, kalkışan tekfirlikle suçlanmış, batıl düzeni
bozmaktan dolayı teröristlikle yaftalanmıştır. Güya İslam’ı destekleyip hizmet
adına mücadele edenlerin dünyalık çıkarları vahyi altüst etmiş, İslam,
hümanistlikle özdeşleştirilerek beşer tanrılaştırılmıştır.
Allah ve hükümlerinin değil beşer ve
yasalarının Rahman’dan üstün tutulması, Allah, Resul ve Kur’an’a inancının sözden
öteye geçmemesine sebep olmuştur. Düşünce ve ifade özgürlüğü öyle hadde
dayanmış ki, Allah’a, Resulüne ve ayetlerine saldırı meşru hale gelmiş, savunma
ise kabahat ve suç teşkil etmiştir.
İş hayatından dolayı yaşadığım çok ciddi
tecrübeler akabinde Kur’an’la tanışmamla birlikte Müslüman olmadığımı fark
etmiş ve çok başarılı olduğum iş hayatından emekliye ayırarak, kendimi 35
yaşından itibaren ilme adadım.
Rahmetli babamdan dolayı İsmailağa Camisine
gidiyor ve Mahmud efendi ile sıkı bir birlikteliğim oluyordu. Bir taraftan
Allah’ın son derece açık ve seçik indirdiği Kur’an’ı inceleyerek ayetleri idrak
etmeye çalışıyor, diğer taraftan Mahmut efendi ve İsmailağa cemaatinin Kur’an’a
uymayan İslam anlayışları karşısında şaşırıp kalıyordum.
Hatta bir gün, acaba ayetleri mi
bilmiyorlar düşüncesiyle cihad ile ilgili bir ayetin mealini bilinçli olarak
yanlış okuyarak Mahmut efendiye ifade ettiğimde, hemen yanlışımı düzelterek
doğrusunu söylemesi üzerine, neden ayetlere itaat etmedikleri karşısında bayağı
sarsılmıştım. Acaba kendilerine benim bilmediğim özel vahiyler mi geliyordu?
Ertesi gün, Mahmut efendiye ayetler
ışığında bir mektup yazarak, Kur’an ile ilgisi olmayan İslami anlayışlarından
dolayı eleştirilerde bulunduğumda, cemaatin ileri gelen hocaları beni Lawrence
olmakla suçlamış ve açıkça tekfir etmişlerdi. Hatta rahmetli babam dahi kızmış,
cemaati hangi ilmimle suçlayabildiğim konusunda tepki göstermişti. Lakin
ortalık karışmış ve haberi olan herkes bana saldırırken; Mahmut efendi, “Şadoğlu’na kızmayın, söyledikleri doğrudur”
demesi üzerine sükûnet doğmuştu.
Türkiye nüfusunun % 99’unun Müslüman olduğu
düşüncesiyle “Gerçek” adlı bir kitap yazıp 50 000 adet bastırarak posta
ücretini de karşılamak üzere devletin her politikacısı, komutanı, hâkimi,
savcısı, bürokratı ve talep eden insanlara gönderdim. Düşüncem; ayetler son
derece açık olmasına rağmen kimsenin bilmediğini, uyarmam ile birlikte şeriat
yönetimine geçilebileceği heyecanımdı. Öyle bir etki oluşturmuştu ki, kimi
gazeteler “Şeriatın Donkişotu” olarak beni lanse etmiş ve Türkiye’de şeriat
isteyen bir işadamı olarak kamuoyuna duyurmuşlardı.
Birde baktım ki, herkes her şeyi benden iyi
biliyor ama öyle mühürlenmişler ki, İslam karşıtlarından çok cemaat ve
tarikatlardan aleyhte tepkiler aldım. Hatta aradan birkaç ay sonra yazdığım ve
yine ücretsiz dağıttığım “Sayın Türk milletvekilleri” adlı kitapçığımdan dolayı
Refah Partililerin gazabına uğradım ve kitabımdan dolayı seçim kaybettikleri
iddialarıyla karşılaştım.
Lakin hiç durmuyor ve şeriat lehine
mücadelemi sürdürüyordum. Ne yasak, ne ceza ne de hapis korkusu hissetmiyor,
dışlanma kaygısı dahi taşımıyordum. Hakkımda soruşturmalar açılıyor ama kimse
yıldıramıyordu. Sık sık yollara dökülen küfür ehli “Kahrolsun Şeriat”
sloganları atarlarken, “kahrolsun laiklik, kahrolsun Kemalizm” diye yazılar
yazıyordum. Bununla ilgili istihbarat birimleri evime gelerek ifademi alıp
arama yapıyorlardı. Yaratıcısı Allah’a iman etmiş birinin tüm dünya karşısına dikilse
ve yüzlerce kez ceza vermeye ve öldürmeye kalkışsa, zerre kadar yolundan döndürebilir
mi?
Ertesi yıl Aziz Nesin adlı bir kâfirin
Allah’a ve ayetlerine hoyratça savaş açması üzerine başına ödül koymamla, “aman
Yarabbi” kâfirlerden çok cemaat, tarikat ve Refah Partisinin direnişiyle
karşılaştım; rahmetli babamı aracı kılarak “sözümü geri almam ve yanlış
anlaşıldı” demem için öyle bir baskı uygulamışlardı ki, geri adım atmamak
mümkün değildi. Lakin Rabbimin yardım ve desteğiyle ahiretimi dünya için
satmadım.
Öyle korkmuşlardı ki, beni CIA ve MİT ajanı
olmakla suçlamışlar, İslam’a zarar vermek için görevlendirildiğimi, cemaat ve
partililerine desteklememelerini, benden uzak durmalarını, görüşmemelerini,
mahkemelerime katılmamalarını ve izlenerek mimleneceklerini, arkamda ABD ve
İsrail’in olduğunu, v,s gibi karalamaların hep Müslüman maskelilerden çıkması,
amaçlarının vahiy olmadığını ortaya koymaktaydı. Ancak hiçbir cemaat, tarikat
ve partiye üye olmayan Müslümanlar, Kars’tan Edirne’ye kadar Allah için desteklerini
esirgememişler, devletin kaosu ve korkunç yıkımı engelleyebilmek maksadıyla durduramadığı
kâfiri ölümüne dek hapsetmek suretiyle ülkeyi felaketten kurtarma aracılığımdan
şükranlarını bildirmişlerdi. Ancak ben kimim ki övgülerine mazhar olabileyim?
Her şeyi yapan Allah’tı!
İşte bu günde aynı ihanetler yaşanmakta,
IŞİD’de münafıkların karalamalarıyla dışlanmaya çalışılmaktadır. Amaç; aman
dünyalıklarımıza zarar gelmesin, aman ittifak içinde olduğumuz haçlılarla
aramız bozulmasın, aman ekonomimiz sıkıntıya düşmesin, ben varken neden IŞİD, biz
daha iyi biliyoruz, asıl İslam bizimle yücelir, IŞİD katliamcı, Müslümanları
öldürüyor, kafa kesiyor, tekfir ediyor, ABD, İran, Esed veya İsrail güdümlü, vesaire!
Kim Allah’ın hükmünü yerine getiriyorsa, zannetmeyin
ki düşman kâfirlerdir; asıl düşman münafıklardır. Bir bakın bakalım, IŞİD
aleyhine propaganda yapan haçlılar mı, yoksa İslam maskeli münafıklar mıdır? Öyle
alçak bir çıkar düzeni kurulmuş ki, inananların zihin ve kalplerini iğfal
edebilmek için şeytanın dahi akil edemediği argümanları kullanmakta,
uydurdukları dehşetsi spekülasyonlarla cihad ehlini püskürtmeye
çalışmaktadırlar. İran ya da Şiiler, ABD ve İsrail’den ne denli daha zalim İslam
düşmanıdırlar ki, IŞİD’e savaş açmakla kalmamış, sözde azılı düşmanı ABD’ye
mücahidlere karşı savaşabilmek için ittifaklık dahi teklif edebilmiştir.
Nefis ve batıl dünya için savaşmak,
öldürmek, parçalamak, yurtlardan çıkarmak, tecavüz etmek, açlığa mahkûm kılmak,
sömürmek, işkence ve işgal etmek meşru; Allah adına hak ve adaleti tesis etmek ise
gayrimeşru! Öyleyse tanrı kimdir?
Allah yolunda savaşarak tek ve hak din İslam’ı egemen kılmaya
çalışan mücahidlere terörist diyen ya da kınayan kâfirdir. Asıl terörist
onlardır ki, nefsi ve dünya için mücadele edenlerdir!
“Sonra da seni din konusunda bir şeriat
sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” Casiye 18
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder