Hakkı
süpürüp batılı öyle meşrulaştırmışlar ki, ortalık yürüyen ölülerden geçilemez
olmuştur.
Bilmediklerini öğreten, dillerini yaratan, üretim,
keşif, gelişim ve kalkınmalarını sağlayan yaratıcı Allah’a karşı kibirlenen
insan; rahatlığı ve kolaylığı için
yaptığı şeylerin yan etkileri altında kalarak öyle bedeller ödemeye mahkûm
olmuş ki, böbürlenerek lehine keşfettiğiyle gururlandığı şeylerin aleyhine
dönüşmesine mani olamamıştır.
Bilgisi, iradesi, bilim ve teknolojisine
güvenerek her aldığı tedbiri ve huzuru tarumar eden kadersi müdahalelerin önüne
geçememiş, mutlak bir denetim sağlayamamıştır. Bir deliği kaparken açılan
yüzlerce delikle mücadele etmiş, dolayısıyla ne bilim ne teknoloji ne de
güçleri, planlarını tumturaklı oturtmaya yetmemiştir.
Yapılan araştırmada özellikle
günümüz bilim adamlarının bilim-kurgu senaryolarına duydukları ilgi, gerçek
hayattaki başarısızlıklarının bir sonucudur.
İtalyan astronom Giovanni
Cassini, uzayın karşısında kendisini ne kadar
önemsiz hissettiğini, önemsiz bir gezegenin üstünde izole olmuş halde yaşayan insanoğlunun
olup biten her şeyi ölçebileceği sanısına yalnızca yersiz gururu yüzünden kapıldığını
söylemişti. Ancak bu gurur; bilim, demokrasi ve özgürlük adına giderek şiddetini
arttırmış ve her insan kendini tanrı gibi hissetmeye başlamıştır.
Çoğu
zaman olaylar karşısında, “Bu gerçek mi, şaka mı, sihir mi, düş mü, rüya mı,
yoksa bir sinema filmi mi” gibi şaşkınlık ifadeleri eksik olmamaktadır. Normal
gelişmeyip ani gerçekleşen olaylar, mutlak iradenin anlaşılabilmesi için her ne
kadar önemli deliller ihtiva etse de, gerekli sonuçlar çıkarılamamaktadır. Mantığın
kabul edemediği olaylar karşısında fevkalâde etkilenmemize, derin düşünce ve
duygulara kapılmamıza rağmen, yine de parlayan güneşin ışığını takip etme
yerine, dolunayın gece karanlığında ilerlemeye çalışılır. Neden?
Ağlarken
gülüyor, yoksulken doyuyor, alçalmışken yücelebiliyor, bitkisel hayattayken
dirilerek güç ve kuvvete kavuşabiliyor. Veya tam zıttı bir oluşumun gelişmesine
engel olunamıyor. Demek ki yeryüzünde vuku bulan tüm olaylar ve bu olaylarda
yer alan sebepler, etkiler, araçlar, yaratıcının çizdiği senaryo dâhilinde
uyarlanan iyi veya kötü görevler olup, her şartta hiç kimse bundan kaçıp
kurtulamamaktadır.
Fiiliyata
geçirilemeyen düşünce, tıpkı ranta çevrilemeyen ve gelir getirmeyen atıl mala
benzer. İnsanoğlu olumlu veya olumsuz her ne yaşarsa yaşasın gereğini
yapamamakta ve hiçbir şey olmamış gibi hakkında yazılmış olanları tatmaya devam
etmektedir. Ruhsal tepkimenin sonucu oluşan zihinsel ve duygusal etkileşme, fiziksel
olayları dürtmekte ve bir bütünlük içinde akış sürmektedir.
Lakin
gerçeğin açık perdelerini örtmeye çalışan vitrin mankenlerinin etkileri, her
alanda zihin ve kalpleri iğfal ederek insanları yığınlara dönüştürmüş, böylece
görünüşte insan biçiminde olsalar da fıtratları yürüyen ölüden farksız olmalarından
vitrin mankenlerini izlemekten öte insani bir vicdan ve değer taşımaktadırlar.
Ne
zaman ki, gerek dinsel gerek bilimsel gerek siyasal gerekse sosyal vitrinlerden
inmeyen mankenlere itibar edilmeyerek etkilerine kapılmaz; insan, insanlığına
kavuşur.
Vitrindekiler indirilmeden, insan olunamaz!
“Biz onlara birtakım arkadaşlar (vitrin mankenleri) musallat ettik
de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler.
Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz
onlar hüsrana düşenlerdi.” Fussilet 25
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder