Semavi
olan siyaset ile semavi olmayan siyaset yani seküler politika; insanoğluna ne
getiriyor ne götürüyor?
Kötülüğü, yanlışı, sömürüyü, zalimliği,
savaşı, haksızlık ve adaletsizliği dünyada etkili kılan semavi siyaset mi, yoksa
seküler politika mı?
Laik, özgürlük, bilim ve demokrasi
maskesiyle nefsi egemenleştirip dünyada hüküm sürdüren seküler (din dışı)
rejimler, benliği yüceltmesinden insanı insan yapan değerleri tüketip
bitirmekle beraber yaratıcılarına karşı da asileşerek şeytanın safında yer
almanın bedelini ödemekte ve ödetmektedirler.
Allah, indirdiği vahiyle her ne kadar düzen
konusunda kurallar sıralasa da, yaratıcı Allah’a karşı kibirlenen ve böbürlenen
insanoğlu, kendini tanrı ilan ederek nefsi doğrultusunda siyaset adına
politikalar geliştirmek suretiyle devletleşmektedir.
Özellikle tek ve hak din İslam’a iman
ettiklerini ileri sürenlerin seküler rejim temelinde vahyi devletten kopararak batıl
olan küresel düzene ayak uydurmaları, kimlik karmaşası yaşamalarına neden
olmakta ve bocalamaktan kurtulamamaktadırlar.
Söz ve davranışlarındaki tenakuzu peygamberimize
iftira ettikleri uydurma hadislerle kamufleye kalkışarak vahyi kuralların
aksine nefisleri güdümünde hareket etme hoyratlıkları, nasıl sapık bir yolda
olduklarını da kanıtlamaktadır.
Allah’ın elçisi olma hasebiyle vahyi insanlara duyurmasından ötürü kendisine itaat ve ittibak zorunlu kılınmış, tüm insanların lideri olarak gönderildiğinden siyaseti ve kurduğu hukuk düzeni korunarak kıyamete kadar sürdürülmesi hükme bağlanmıştı.
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36
Dolayısıyla iman ettiğini iddia edip de hükümlere boyun eğmeyenlerle inkâr edenlerin hiçbir farkları bulunmamaktadır. Hiçbir gerekçe, Allah ve Resulünün emirlerini uygulamamakta mazeret sayılamaz. Çünkü “bana güvenip dayanın vekil ve destek olarak ben size yeterim” vaadiyle her türlü elem ve kederden korunulacağı, zilletin ve mağlubiyetin tadılmayacağını bildirmiştir.
Hz. Peygamberin asli görevi olan siyaseti değil de siyasetten soyutlanmış teolojik bir inancın ön plana çıkarılması da seküler rejimlerin dayattığı bir manipülasyondur. Çünkü din, siyasetin ta kendisidir.
Din nedir?
İtaat,
hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun
eğmek, ilkelere ve prensiplere kayıtsız bağlılık, kanun, ceza ve millettir.
Din, her ne kadar kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi tanımlanıp, fiziki
hayattan, bilimden ve devletten uzak tutulmak istense de, gerçekte sosyal,
ekonomik, ilmi, siyasi ve askeri yasaların bütünüdür. Hukuksal ve idaresel her
anlayış ve rejim, kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya
göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı güdülmekte, insanların itaat ve hizmeti
şart koşularak üstün addedilen iktidarın emri altında ve onun hükümleri
çerçevesinde tek hâkim güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple, düzenin
kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi, otomatikman tanrısal egemenlik hakkına
da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre egemen
kabul ettiği gücü veya güçlerin kuludurlar. Düşüncenin, rejimin ve düzenin adı
her ne olursa olsun, o mutlaka bir dindir.
Siyaset nedir?
Siyaset,
devlet yönetme sanatı olup, toplumun idaresi için yasalar çıkartan; insanları
yöneten; asayişi temin eden; kötüye karşı mücadele veren; insanlar arasında hak
ve adaleti, huzur ve güveni, birlik ve beraberliği, refah ve kalkınmayı sağlayan;
etnik ve dini, ekonomik ve sosyal durumu ne olursa olsun hiç kimseyi kayırmayıp
adaletle hükmeden; toplumun ve düzenin bekası için suçluya hak ettiği cezayı,
iyiye de mükâfatı veren; idaresi altındaki insanların her biri için aş, iş ve
barınak sağlamakla sorumlu olan; halkı tok, huzur ve güvende olmadan kendini
emniyette hissetmeyen; dürüstlükten ve vicdandan ödün vermeyen, sadece kendi
insanını değil insanoğlunu gözetip uğranılan haksızlıklara sessiz kalmayan
kutsal bir yapıdır. Siyaset, kısaca yaşamın bütünü, suyu, nefesi ve ruhudur.
Siyasetin olmadığı bir toplumda ne düzen, ne birlik, ne güç, ne adalet, ne de
dirlik olur.
Başta
Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere, tüm peygamberler en mükemmel devlet adamları olarak
siyasetin içinde yer alıp toplumları yönetmiş, hak ve adalet adına zalimlere
karşı mücadele ederek doğruluktan sapmamışlardır. Dolayısıyla Kur’an, düzenin
temel yapısı teşkil eden küresel bir anayasadır.
İnsanı
insan yaratmadığına, ne yapıp yapmayacağını, kalbinden ne sakladığını, ne zaman
ve nasıl ihanet ve nankörlüğe kalkışacağını ve geleceği bilmediğine göre;
yaptığı anayasa ve çıkardığı yasalara güven duyulabilir ve düzen sağlayabileceği
düşünülebilinir mi?
Ayrıca Tanrı nedir; kimdir; işlevi nedir;
kudretinin etki gücü nedir; her şeyi mi yönetiyor; izni olmaksızın herhangi bir
şey gerçekleşebilir mi; kurallarına riayet edilmeli mi; beşerce etkisiz
kılınabilir mi; mağlup edilebilinir mi; iradesi savsaklanabilir mi; yazgısı
bozulabilir mi; insan iradesinin Tanrı üzerinde yaptırımı var mı; gökyüzünde
Tanrı yeryüzünde insan mı egemen; Tanrı doğuşta ve ölümde mi mevcut; Tanrıya
inanılıp peygamberlerine inanmamalı mı; hükmettiği yasalara sırt mı çevrilmeli
gibi soruların irdelenmesi akabinde Allah ve elçilerine tumturaklı iman
edilebilecek, hata ve yanlışlardan sıyrılarak had aşılamayacaktır.Siyasette insan; din de Tanrı gibi bir anlayışa hayvanlar dahi güler ve kendilerinden üstün ve akıllı insanların gerçekte nasıl sefil oldukları karşısında ancak pes derler.
Ruhun bedenden ayrılması nasıl insanı cesede döndürüyor ise; siyasetsiz bir din de tıpkı ruhsuz beden misali ölüdür…
Tanrı’nın,
dinin ve siyasetin ne olduğunu bilmeyenlerin ahkâm kesişleri, tıpkı
Konfüçyüs’ün öğrencisine verdiği yanıtla özetlenebilir. Talebelerinden biri
Konfüçyüs’e; "Ölüm nedir?"
diye sorduğunda, Konfüçyüs; "Hayat
hakkında ne biliyorsun ki sana ölümden bahsedeyim." der.
Bir toplumun anayasası ne ise,
dini de odur. Bir toplum kurtarıcı ve anayasa yapıcı olarak kime inanıyor ise,
tanrısı da odur. Kimi sözde İslam âlimlilerinin siyaseti şeytanla özdeşleştirebilmeleri, ya cehaletlerinden yahut bilinçli olarak vahyi seküler politikaya peşkeş çekerek çerçöpe çevirmek istemelerindendir.
Kur’an’ın ancak yazdığı Risale-i Nur adlı eseriyle anlaşılabileceği iddiasında bulunup kitabullah’ın önüne geçme cesaretinde bulunan Said Nursi adlı şahıs, Mektubat adlı batıl kitabının 22. sayılı mektubunda; "Şeytandan ve siyasetende Allah’a sığınırım" vurgusu, vahyin emrettiği dinin değil kendi batıl dininin yolunda olduğunu kanıtlamıştır. Zaten birçok açıklamasında sapkınlığını itiraf etse de; Allah’ın, İslam’ın ve peygamber amacının bilinmemesinden güvenirliliği sürebilmektedir.
İslam’ı siyasetten arındıran müşrikin ta kendisidir…
Allah’tan aldığı mesaja hiçbir katkıda bulunmayarak doğrudan insanlara ulaştırmakla görevli elçi, ayetleri devlet yönetiminden ayrı tutabilir mi? Dolayısıyla Resule itaat emri, tümüyle siyasal otoritesine tâbi olmayı zaruri kılar.
Hz.
Muhammed (s.a.v)’in devlet yönetimindeki uygulamaları, özellikle günümüz Müslüman
iktidarlarına örnek teşkil etmesi gerekirken, sanki kudret batıl güçlerdeymiş
gibi umursanmamakta, böylece semavi siyaset reddedilmektedir. Oysa Allah
Resulünün izlediği siyaset de bütün fert ve toplumları kapsayan ve bütün
eğilimleriyle insan tabiatını göz önünde bulunduran bir genişlik ve derinlik
taşımaktaydı.
Allah’tan
başkasını koruyucu ve iktidar edinenleri Allah görüp gözettiğinden, görevi
vahiyle uyarmak olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in hiçbir sorumluluğu
bulunmamaktadır. Çünkü o, kendisine gelen
vahyin gereğini yapmış, din ve devlet işlerinin birliğini bozmamıştı.
“(İnsanlar) kendi aralarında (din
ve devlet) işlerinin birliğini bozdular.
Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93
Siyaseti Allah ve
Resulü mü bilir, yoksa nefsi galebe çalmış beşer mi?
Ayrıca kendini Allah ve Resulüne
adayarak gerçekleri haykıran Vakit Gazetesinin uğradığı elim saldırı, hak yolda
ilerlediğine bir kanıttır. Geçmiş olsun demeyecek, gazasını kutlamanın
sevincini paylaştığımı ifade ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder