Müslüman Halkın devlete hükmetmesinden
merkezi sinir sistemleri ağır şekilde tahrip olup kuduz hastalığına yakalanan din
karşıtları, yıllardır sürdürdükleri tiranlıklarıyla müstemlekeleri altına
aldıkları yargıdan sonra Genelkurmay’a da saldırmaları, karantina uygulanmasını
mecbur bırakmıştır.
Yargı ve Genelkurmay’ın milletle bütünleşmesi beyin felcine yakalanmalarına neden olmuş, Pasteur’un kuduz hastalığıyla ilgili keşfettiği aşı benzeri bir tedavileri bulunmadığından eriyerek yok olmalarına sayılı günler kalmıştır.
Hayvandan türediklerine inandıkları Darwinist felsefelerinden ötürü yakalandıkları kuduz hastalığı köpeklerden bulaşmış olmalı ki, kendileri gibi herkesi köpek sanan hayallerinden dolayı TSK’yı köpekle özdeşleştirerek huysuz, huzursuz ve saldırganlıkları sınır tanımamaktadır.
Rahmani ışıktan korkup ağzından salyalar akarak millete ve kurumlarına saldıran hain zorbaların iflah olabilmeleri söz konusu değildir. İnsan gibi düşünmek, kendini karşısındakinin yerine koymak, vicdan sahibi olmak, hak ve adalete yoğunlaşmak yerine garip davranışlar sergilemelerinden yola gelebilirler umudu taşımak, tıbben kuduz hastalığına yakalanıp beş gün içinde felç geçirerek ölmesi mutlak olan bir insanın kurtulabilme ihtimalinden farksızdır.
Bu sebeple kuduzlara sağlıklı ruha sahip insanlarmış gibi muamele edilmemesi ve sert önlemler alınarak müsamaha gösterilmemesi, hastalıklarını millete bulaştırmamaları maksadıyla tedbir alma zorunluluğu sadece iktidarın değil milletin de bir yükümlülüğüdür. Devletin dışında milletin vermesi gereken en hafif tepki, görüldükleri yerde suratlarına tükürmektir.
Diktatörlüğü yıkılan CHP, askeri kanadının millet adına hapislere atılarak tasmalar takılmalıyla başlattığı TSK düşmanlığını özellikle Kemalist ve sosyalist köklü İstanbul Barosu, Sivil Toplum Örgütleri ve kuduz yazarları da takip ederek paşalara en ağır hakaretlerle itham etmeleri; Ergenekon, Balyoz ve pkk öçlerinden kaynaklanmaktadır. Artık CHP’nin yargı ve TSK düşmanlığı, İslam düşmanlığını geride bıraktı.
İrtica adına Müslüman Halka ve hükümetlerine her türlü baskı ve zulmü silah-yargı gücüyle uygulayan terörist darbecileri alkışlayan haydutların milletin değerleriyle barışan yargı ve Genelkurmay’ı düşman edinmeleri, Müslüman millete olan ezeli kinlerindendir. Onlar için Müslüman vatandaşlar kendileriyle denk tutulmamalı ve güdülmeye mahkûm kölelikleri sonlandırılmamalıdır.
Özellikle namı değer “pislik Bekir” adlı dışkı, cesaretini fikir ve basın özgürlüğünden alan salvolarının arkasında duramayarak sözlerini İngiliz hikâyesi olarak saptırma çabası, teröristlerin kahpece vur-kaç taktiğinin bir manipülasyonudur. Zaten kuduzlara tanınan böylesi özgürlüklerle millet, fitnelerle parçalanmadı mı ve haçlılara boyun eğdirilmedi mi? Pkk’yı yaygınlaştırıp tehdit edici güce dönüştüren özgürlük teraneleri değil midir? Halka tanınmayan özgürlük ve dokunulmazlıkların asıl başı ezilmesi gereken haçlı gazetecilere sağlanması, neden toplumsal barış, birlik, huzur ve güvene kavuşamadığımızın tartışılmaz bir sebebidir. İnsani değerlerini yitirmiş kuduzlara tanınan özgürlük hakkı, bir ülkenin çöküşü için en etkili virüstür…
Halkı, hukuka saygıya ve yargıya güvene teşvik etmesi gereken bir baro, teröristlerin yargılandığı bir mahkemeyi lehte basıp hâkim ve savcıları tehdit ederek ültimatomlar verebilme cesaretini gösterebiliyor ve savunma hakkını gasp edebiliyor ise, o baronun terör örgütünden ne farkı vardır? İstanbul Barosuna bağlı direniş gösterebilecek avukatlar yok mu ki, terörist baro yönetimini alaşağı edebilecek bir mücadeleye girişilemiyor? Neden mahkemeyi basan baro yönetimi tutuklanmıyor? Aynı davranışı bir grup sıradan vatandaş yapsaydı, müsamaha gösterilir miydi?
Ne zaman ki suçlunun konum ve etiketi önemsenmeyip hukuk karşısında sokaktaki vatandaşla eşit tutulur; işte o zaman uluyanların ulumaları kesilir ve adaletin keskin ucu ses getirir.
Özellikle emniyet sorgulamalarında kişiye özel muamele adaletsizliğin ve sınıf ayırımcılığın ta kendisidir. Suçluların rütbe, makam ve ününün VİP muamelesi gerektiği bir anlayış, özde adalet duygusunu bitirmektedir. Eğer milletin her biri vatanı için canını verebiliyorsa; devletin seçkin addettiği kimselere VİP ayrıcalığı adaletsizlik değil midir? ABD’de dünyaca ünlü birinin alkollü araç kullanması dahi kelepçelenip nezarete atılmasına neden olabiliyor ama Türkiye’de teröristlikle yargılananlara bile VİP muamelesi yapılabiliyor! Devletin amacı adalet olmalı ve birini diğerinden üstün tutucu bir dengesizliğe sapmamalıdır. Görev esnasındaki makamsı ayrıcalığı adalet karşısında sürdürülebilen bir ülkede adaletten bahsedilemez. Ünlülere ve rütbelilere karşı duyulan aşağılık kompleksine son verilmelidir.
Adaletsizliğin nasıl sinsi bir felaket olduğu ve zaman içinde isyanları tetikleyici bir patlamaya dönüştüğünü idrak edemeyen yönetimler, sebep-sonuç ilişkisindeki gizemi algılayamamalarından sorunlardan asla kurtulamamaktadırlar. İnsanların refahı ve asayişi için en dehşetli tehlike, adalet fakirliğidir. “Adalet, insanların sürekli yiyeceğidir.” Chateubriand
Millet ve devletin gücünü zayıflatabilmek, provokasyonlarla içeride ve dışarıda yıkıma çalışan her kim var ise en ağır yaptırıma tabi tutulmalı ve hiçbir gerekçe perdelenmelerine ve aflarına neden olmamalıdır. Sokaktaki insanın muhalefetteki özgürlük sınırı ne ise, gazetecilerde öyle olmalıdır.
Sokaktaki insanın yasaların öngördüğü suçu ile gazetecilerin işlediği suçu birbirinden ayrı değerlendirerek farklı muamelede bulunmak, adil bir hukuk devletinin olmadığını ortaya koyar.
Yargı ve Genelkurmay’ın milletle bütünleşmesi beyin felcine yakalanmalarına neden olmuş, Pasteur’un kuduz hastalığıyla ilgili keşfettiği aşı benzeri bir tedavileri bulunmadığından eriyerek yok olmalarına sayılı günler kalmıştır.
Hayvandan türediklerine inandıkları Darwinist felsefelerinden ötürü yakalandıkları kuduz hastalığı köpeklerden bulaşmış olmalı ki, kendileri gibi herkesi köpek sanan hayallerinden dolayı TSK’yı köpekle özdeşleştirerek huysuz, huzursuz ve saldırganlıkları sınır tanımamaktadır.
Rahmani ışıktan korkup ağzından salyalar akarak millete ve kurumlarına saldıran hain zorbaların iflah olabilmeleri söz konusu değildir. İnsan gibi düşünmek, kendini karşısındakinin yerine koymak, vicdan sahibi olmak, hak ve adalete yoğunlaşmak yerine garip davranışlar sergilemelerinden yola gelebilirler umudu taşımak, tıbben kuduz hastalığına yakalanıp beş gün içinde felç geçirerek ölmesi mutlak olan bir insanın kurtulabilme ihtimalinden farksızdır.
Bu sebeple kuduzlara sağlıklı ruha sahip insanlarmış gibi muamele edilmemesi ve sert önlemler alınarak müsamaha gösterilmemesi, hastalıklarını millete bulaştırmamaları maksadıyla tedbir alma zorunluluğu sadece iktidarın değil milletin de bir yükümlülüğüdür. Devletin dışında milletin vermesi gereken en hafif tepki, görüldükleri yerde suratlarına tükürmektir.
Diktatörlüğü yıkılan CHP, askeri kanadının millet adına hapislere atılarak tasmalar takılmalıyla başlattığı TSK düşmanlığını özellikle Kemalist ve sosyalist köklü İstanbul Barosu, Sivil Toplum Örgütleri ve kuduz yazarları da takip ederek paşalara en ağır hakaretlerle itham etmeleri; Ergenekon, Balyoz ve pkk öçlerinden kaynaklanmaktadır. Artık CHP’nin yargı ve TSK düşmanlığı, İslam düşmanlığını geride bıraktı.
İrtica adına Müslüman Halka ve hükümetlerine her türlü baskı ve zulmü silah-yargı gücüyle uygulayan terörist darbecileri alkışlayan haydutların milletin değerleriyle barışan yargı ve Genelkurmay’ı düşman edinmeleri, Müslüman millete olan ezeli kinlerindendir. Onlar için Müslüman vatandaşlar kendileriyle denk tutulmamalı ve güdülmeye mahkûm kölelikleri sonlandırılmamalıdır.
Özellikle namı değer “pislik Bekir” adlı dışkı, cesaretini fikir ve basın özgürlüğünden alan salvolarının arkasında duramayarak sözlerini İngiliz hikâyesi olarak saptırma çabası, teröristlerin kahpece vur-kaç taktiğinin bir manipülasyonudur. Zaten kuduzlara tanınan böylesi özgürlüklerle millet, fitnelerle parçalanmadı mı ve haçlılara boyun eğdirilmedi mi? Pkk’yı yaygınlaştırıp tehdit edici güce dönüştüren özgürlük teraneleri değil midir? Halka tanınmayan özgürlük ve dokunulmazlıkların asıl başı ezilmesi gereken haçlı gazetecilere sağlanması, neden toplumsal barış, birlik, huzur ve güvene kavuşamadığımızın tartışılmaz bir sebebidir. İnsani değerlerini yitirmiş kuduzlara tanınan özgürlük hakkı, bir ülkenin çöküşü için en etkili virüstür…
Halkı, hukuka saygıya ve yargıya güvene teşvik etmesi gereken bir baro, teröristlerin yargılandığı bir mahkemeyi lehte basıp hâkim ve savcıları tehdit ederek ültimatomlar verebilme cesaretini gösterebiliyor ve savunma hakkını gasp edebiliyor ise, o baronun terör örgütünden ne farkı vardır? İstanbul Barosuna bağlı direniş gösterebilecek avukatlar yok mu ki, terörist baro yönetimini alaşağı edebilecek bir mücadeleye girişilemiyor? Neden mahkemeyi basan baro yönetimi tutuklanmıyor? Aynı davranışı bir grup sıradan vatandaş yapsaydı, müsamaha gösterilir miydi?
Ne zaman ki suçlunun konum ve etiketi önemsenmeyip hukuk karşısında sokaktaki vatandaşla eşit tutulur; işte o zaman uluyanların ulumaları kesilir ve adaletin keskin ucu ses getirir.
Özellikle emniyet sorgulamalarında kişiye özel muamele adaletsizliğin ve sınıf ayırımcılığın ta kendisidir. Suçluların rütbe, makam ve ününün VİP muamelesi gerektiği bir anlayış, özde adalet duygusunu bitirmektedir. Eğer milletin her biri vatanı için canını verebiliyorsa; devletin seçkin addettiği kimselere VİP ayrıcalığı adaletsizlik değil midir? ABD’de dünyaca ünlü birinin alkollü araç kullanması dahi kelepçelenip nezarete atılmasına neden olabiliyor ama Türkiye’de teröristlikle yargılananlara bile VİP muamelesi yapılabiliyor! Devletin amacı adalet olmalı ve birini diğerinden üstün tutucu bir dengesizliğe sapmamalıdır. Görev esnasındaki makamsı ayrıcalığı adalet karşısında sürdürülebilen bir ülkede adaletten bahsedilemez. Ünlülere ve rütbelilere karşı duyulan aşağılık kompleksine son verilmelidir.
Adaletsizliğin nasıl sinsi bir felaket olduğu ve zaman içinde isyanları tetikleyici bir patlamaya dönüştüğünü idrak edemeyen yönetimler, sebep-sonuç ilişkisindeki gizemi algılayamamalarından sorunlardan asla kurtulamamaktadırlar. İnsanların refahı ve asayişi için en dehşetli tehlike, adalet fakirliğidir. “Adalet, insanların sürekli yiyeceğidir.” Chateubriand
Millet ve devletin gücünü zayıflatabilmek, provokasyonlarla içeride ve dışarıda yıkıma çalışan her kim var ise en ağır yaptırıma tabi tutulmalı ve hiçbir gerekçe perdelenmelerine ve aflarına neden olmamalıdır. Sokaktaki insanın muhalefetteki özgürlük sınırı ne ise, gazetecilerde öyle olmalıdır.
Sokaktaki insanın yasaların öngördüğü suçu ile gazetecilerin işlediği suçu birbirinden ayrı değerlendirerek farklı muamelede bulunmak, adil bir hukuk devletinin olmadığını ortaya koyar.
Uğruna
binlerce onbaşının şehit düştüğü devlet, paşalara onbaşı benzetmesi yapan Vakit
Gazetesi ve yazarı Sayın Asım Yenihaber’e davalar açıp trilyonlarca tazminata
çarptırırken; Cumhuriyet Gazetesinin Pislik Bekir adlı yazarının generallere tasmalı
köpekler hakaretine sessiz kalması, Kemalist olma ayrıcalıklarından başka bir
şey değildir. Vahiy karşıtlarının
sindirilemez hakaretlerini iltifat, Müslümanların övgülerini hakaret karşılayan
bir anlayış insani değildir…
TSK’da okunması mecburi haline getirilen Cumhuriyet Gazetesi ve yazarına cezai davalar açılması hatta tutuklanması gerekirken, bu sessizliğin sebebi, adaleti doğrayan ideolojik tutkudur. Acaba sokaktaki bir vatandaş aynı hakarette bulunmuş olsaydı, sonu ne olurdu?
Oysa Asım Yenihaber, yazısında tarihsel içerikli eleştiri yaparak “onbaşı” ifadesini, darbeci nutuklar atan ve milletin değerlerine saldıran terörist Org. Çetin Doğan ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman için kullanmışken; diğer generaller de mal bulmuş mağribi kabilinden “bizi kastediyor” diyerek, topyekûn Vakit ve yazar hakkında dava açmamışlar mıydı? Hâlbuki gerek Vakit Gazetesi gerekse Asım Yenihaber, Pislik Bekir misali doğrudan aşağılayıcı hakarette bulunmamış ve TSK’den dolayı saygısını muhafaza ederek tarihsel bir eleştiri yapmışlardı. Ergenekon ve Balyoz davalarında teröristlikle yargılanan bir general olmak mı, yoksa şehit düşmüş bir onbaşı olmak mı daha üstün ve şereflidir?
Hukuk ve Genelkurmay nezdinde Cumhuriyet Gazetesi ile Pislik Bekir’in dokunulmazlıkları Kemalist olmalarından kaynaklanıyor ise, demek ki daha kırk fırın ekmek yememiz lazım…
Uzun ve meşakkatli süreci kısaltmanın yolu; daha cesur ve kararlı olmak, Allah’a ve millete tumturaklı güvenerek adaletten taviz vermemektir…
TSK’da okunması mecburi haline getirilen Cumhuriyet Gazetesi ve yazarına cezai davalar açılması hatta tutuklanması gerekirken, bu sessizliğin sebebi, adaleti doğrayan ideolojik tutkudur. Acaba sokaktaki bir vatandaş aynı hakarette bulunmuş olsaydı, sonu ne olurdu?
Oysa Asım Yenihaber, yazısında tarihsel içerikli eleştiri yaparak “onbaşı” ifadesini, darbeci nutuklar atan ve milletin değerlerine saldıran terörist Org. Çetin Doğan ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman için kullanmışken; diğer generaller de mal bulmuş mağribi kabilinden “bizi kastediyor” diyerek, topyekûn Vakit ve yazar hakkında dava açmamışlar mıydı? Hâlbuki gerek Vakit Gazetesi gerekse Asım Yenihaber, Pislik Bekir misali doğrudan aşağılayıcı hakarette bulunmamış ve TSK’den dolayı saygısını muhafaza ederek tarihsel bir eleştiri yapmışlardı. Ergenekon ve Balyoz davalarında teröristlikle yargılanan bir general olmak mı, yoksa şehit düşmüş bir onbaşı olmak mı daha üstün ve şereflidir?
Hukuk ve Genelkurmay nezdinde Cumhuriyet Gazetesi ile Pislik Bekir’in dokunulmazlıkları Kemalist olmalarından kaynaklanıyor ise, demek ki daha kırk fırın ekmek yememiz lazım…
Uzun ve meşakkatli süreci kısaltmanın yolu; daha cesur ve kararlı olmak, Allah’a ve millete tumturaklı güvenerek adaletten taviz vermemektir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder