Bunlar öyle vahşi hayvanlardır ki, balta
girmemiş ormanlarda bile rastlayamayacağınız yırtıcı sıfattan olup liderleri
uludukça, inlerinden çıkararak insanlara saldırırlar. Oysa Allah, insanoğlunun
menfaati adına hayvanlara akıl vermemiş ise de, insan hilkatindeki iki ayaklı
hayvanlara şeytani misyon gereği akıl vermesinin elem ve kederini ibretle yaşıyoruz.
Sakın
ha, bunlar nasıl hayvanlardır diye düşünüp araştırmaya kalkışarak vakit
kaybetmeyin.
Şüphesiz bu iflah olmaz kuduruk hayvanlar,
Enfal Süresi 22. Ayette de buyrulduğu üzere; “Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen
sağırlar ve dilsizlerdir.“ vurgusuyla insanoğlunun
sakınmalarını uyarmıştır.
Görünüşleri
insan ancak fıtratları hayvan hatta daha da gafil olan bu mahlûklar, kibirlenip
Yaratıcılarına sadakatle boyun eğmek yerine başkaldırmalarından aşağılık
maymunlara dönüştürülmeleriyle azgınlıklarında sınır tanımamaktadırlar.
İyilik
çağrısına kulak vermeyen bu hayvanların durumu, tıpkı çobanın bağırıp çağırmasını
işiten sürülerin durumu gibidir. Onlar sağırlar, dilsizler ve körler olup,
insanlar gibi düşünerek muhakeme edemezler.
Sapıklıklarından
ötürü sürekli boş kuruntularla cebelleşmekte ve her sesi aleyhlerine sanmakta olup,
yoldan çıkmış olmalarının bedelini sadece kendilerine değil hümanistlik adına
bertaraf etmeyen toplumlara da ödetmektedirler.
Yaratıcılarının
helal kıldığını haram, haram saydığını helal edinerek alenice
böbürlenebilmelerinin herhangi bir mantığı olmaması, idrak edebilen insan değil
hayvandan da aşağı olduklarını kanıtlamaktadır. Kendilerini yaratıp düzenlerini
kuran bir İlaha karşı gelebilenin insan aklı taşıyabilmesi mümkün müdür?
Kendileri gibi yeryüzünde yürüyen ya da
sürünen hayvanlar ile gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan daha şaşkın
oldukları, düşünce ve davranışlarıyla ortadadır.
Unutulmamalıdır ki göklerde ve yerde
olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlar Allah’a
secde eder ve tumturaklı teslim olurlarken; onlar isyanlarında doruğa çıkmakta,
dolayısıyla hor ve hakir kılınmayı hak etmektedirler. Bu sebeple insan
görünümündeki hayvanlara insan seviyesinde değer vermekten dolayı belalardan
kurtulamamakta, bozgunculuk sona ermemektedir.
İlişkilerindeki sevgi, düşmanlık, barış ve
savaşlarını Yaratıcıları Allah için değil de nefisleri adına yapmaları, onların
insan olmadığına bir delildir. Hele, nasıl olurda ırki veya sekülerlik lehine
kinle mücadele ederek insanları kıyabilmelerinin haklılığını savunmadaki
ısrarları, mühürlenmiş yaratıklar olmalarındandır.
Her ne kadar kadersel bir hüküm gereği
saptırılmışlar ise de, benliklerini tanrılaştıran heva ve heveslerini bilim ya
da özgürlük adına seküler düşüncelere dayatma sebeplerini de etkileyici kanıt
olarak almalıyız. Vahşi hayvanları özgürlük gerekçesiyle kafeslerinden çıkarıp
salıverilmeleri nasıl ürkütücü bir tehdit ise, insan kisvesindeki hayvanlarında
başıboş bırakılmaları çok daha korkunç bir süreci doğurmaktadır.
Vahiysel
din psikolojisinde; bir insan, yaşamı boyunca elde ettiği olumlu veya olumsuz
her türlü oluşumun Yaratıcı’dan geldiğine inanarak ya şükreder ya da sabreder. İnancı
gereği Allah’ın izni ve iradesi olmaksızın herhangi bir musibete uğraması, bir şeyi
başarma veya kaybetmesine olanak olmadığı imanıyla teslimiyetinde şüphe duymaz.
Çünkü her iş O’nun dilemesiyle gerçekleşir. Seküler psikolojide ise; bilim,
üstün ve özgür aklın zekâ seviyesine göre eğitsel, içgüdüsel, kalıtsal, rastgelesel,
yani tesadüfen kendiliğinden oluşan bilgileri işleyip sözde muhakeme ederek
iradesiyle ortaya çıkardığı bağımsız yargılar olarak kabul edilir. Aklın, doğruyu
yanlıştan, iyiyi kötüden ayıran bağımsız bir güç olmasıyla insanın egemenleşmesine
neden olan özgür irade; dilenileni yapabilen, kaderini yazabilen,
olumsuzlukları engelleyebilen ve seçme hakkı olabilen mutlak bir güç olarak tanımlanır.
Ancak hayattaki yığınla olumsuzlukların nasıl engellenemediği konusunda hiçbir
açıklama yapamamaktadırlar!
Örneğin
maymuncu Charles Darwin, özellikle koloniler halinde yaşamaları nedeniyle “sosyal
böcekler” olarak adlandırılan arılar ve karıncaların davranışlarını kendi
teorisinin mekanizmaları ile açıklamakta zorlandığını pek çok ifadesinde itiraf
etmiştir. Türlerin Kökeni adlı kitabında sorduğu bir soru ile Darvin,
teorisinin içgüdüler konusunda içine düştüğü çelişkiyi şöyle vurgulamaktadır: “İçgüdüler doğal seçmeyle kazanılabilir veya
değişikliğe uğratılabilir mi? Arıyı, -büyük matematikçilerin buluşlarından çok
önceden- petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?”
Darwin’in, neden kendi teorisini sorgulayacak kadar zor durumda kaldığı, arıların
petek yapımını incelemesi akabinde ortaya çıkmıştı.
Dolayısıyla
zekâ, inanç ve davranışları; bilinç, içgüdü, kalıtım ve mantık çerçevesinde değerlendirerek
özgür bir iradeye bağlamak, apaçık bilimsel bir felakettir. En vahim temel
hata; ruhla bedeni, akılla kalbi, mantıkla duyguyu, yaratıkla Yaratıcı’yı farklı
kuvvetlermiş gibi mütalâa ederek düşünce yürütülmesi ve bu bağlamda arayışlara
gidilmesidir.
"Ben hep gize baktım,
gerçekliğin gizine. Bütün yaşamım boyunca, herkesin karşılaştığı bir soru
aklımı kurcalamıştır: Yaşamın ve ölümün anlamı! Bu, aslında, başlangıçtan bu
yana her düşünen hayvanın takıldığı tek sorudur. Düşünen hayvanlar, ölülerini
gömen tek hayvandır, ölümü düşünen tek hayvandır. Karanlıklar içindeki yolunu
aydınlatmak, ölüme uyum sağlamak içinde, yaşamı boyunca uyum sağlayan bu
hayvanın elinde sadece iki ışık vardır. Birinin adı din, ötekinin adı
bilim". Jean Guitton
Örneğin,
ülkemizdeki saldırgan vahşi hayvanların toplandıkları yer; PKK, BDP, KCK, CHP,
ADD gibi yuvalar olup, savaşları ya ırki ya da dinidir…
Bu
çatılar altında toplananların söz dinlemeyecekleri ve düşünemeyecekleri ayetle
de sabittir.
“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi
sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da
sapıktırlar.”
Furkan 44
Her ırk, din, inanç, düşünce ve
kültür sahiplerinin eşit bir adaletin mukim kılınabilmesi adına işbirliği ve
mücadeleden yana tavır almak yerine, galebe çalan benlikleri peşinde koşarak
çıkarlarına odaklanmaları, insaniyetin yok edilip hayvanlaşmanın meşrulaşmasına
neden olmaktadır. PKK ya da BDP
katledince direniş, güvenlik güçleri savunma yapınca barbarlık! Yahut CHP baskı,
darbe ve yasak uygulayınca cumhuriyet ve çağdaşlık, millet veya yargı hesap sorunca
kanunsuzluk!
Kendi saflarında olmayanlara karşı
ırkçılık ve dinsizliklerini adalet gibi olmazsa olmaz kutsallığın içine katmak
suretiyle ezeli düşmanlıklarıyla insanlığı doğrayan ve hedefleri barış ve
adalet olmayanlarla insani çerçevede uzlaşılabilir mi? Nefsi üstün tutan bir
düşüncenin başkaları hakkında iyi niyet taşıyabilmesi ve adil davranabilmesi mümkün
müdür? Yarattığı ve rızıklandırdığı kulları arasında ırk ve güç ayırımı
yapmaksızın Yaratıcıdan bir başkasının adaletle hükmedebilmesi söz konusu mudur?
İnsan olmayanı zorla insan
statüsünde değerlendirerek merhamet güden anlayışların hakkı ve adaleti egemen
kılabilmeleri olası değildir.
İnsanlıkla şereflendirilmiş hiçbir
mahlûk, girdikleri çatılardaki hayvanların emrine uymamalı, vaatlerine kanmamalı,
destekleriyle cesaretlendirmemelidirler. Sonlarının o hayvanların vicdansızlıklarından
olacaklarını her daim, kalplerinde hissetmelidirler.
Kimi hayvanların evcilleştirilmeleri
gibi onların evcilleşebilmeleri fıtraten mümkün değildir…
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için
yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır,
onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar
gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” A’raf 179
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder