Diyanet İşleri Başkanlığının vahyi temsil etme yerine, din adına laik odaklı karma bir kültürü Müslüman topluma dayatarak açıkça Kur’an’a muhalifliği, halkımızın neden İslam’ı anlayamadıklarını ve karmaşa yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Bu sebeple vahye aykırı fetvalar yayınlamakta, rejimle mutabakata giderek ucube bir din üretmekte, ayetleri rejim ve nefisleri memnun edebilecek yorumlarla bozarak Allah’ın hak dini İslam’ı; içeriği, bağlayıcılığı, amacı ve hedefi olmayan geleneksel bir kültüre dönüştürmektedir. Dolayısıyla Kur’an, başta Diyanet olmak üzere tefsircilerce tahrip edildiğinden çelişkilerden kafası karışmayan insan kalmamıştır.
Allah’ın değişmez ve değiştirilemez hükümlerini laik rejimin isteği doğrultusunda düzenleyerek vaazlar hazırlayıp görevlilerine empoze eden Diyanet, vahyin buyurduğu münderecatta vaaz veren hocaları derhal cezalandırarak istifaya zorlamakla kalmayıp, şeriat karşıtlığı da yapabilmektedir.
Geçenlerde Malatya’daki bir camide Cuma Hutbesini sunan imanlı bir hoca, Müftünün belirlediği laik hutbe yerine kendi hazırladığı vahiysel hutbeyi okuyup bir kısım şuursuz cahilin tepkisiyle karşılanması, Diyanetin Müslüman halkı ne hale getirdiğini de kanıtlamaktadır. Kime ve niçin namaz kıldığından bihaber yığınlar oluşturan Diyanet, söz konusu vaizin, “Kuran öğretilmedi, Diyanet de öğretmedi. Başka şeyler öğretildi. Kuran kanundur, başka kanun kabul etmiyoruz. 85 yıldır yapılan zulüm bitecek” sözleri tamamen Kur’an’a muvafık olmasına rağmen karşı çıkılması, eleştirilmesi ve tartışılması apaçık bir başkaldırıdır.
Yoksa Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an’ın bir anayasa, düzen kurucu ve Müslümanların itaat etmekle yükümlü olduklarını kabul etmiyor mu? Müslüman bir kimse, Kur’an’dan başka bir kanun ve düzene rıza gösterebilir mi ya da Kur’an’da böyle bir izin var mı? Müslümanlar, Allah’ın emrettiği doğrultuda dinlerini yaşayamayarak 85 yıldır baskı ve yasaklarla zulüm görmediler mi? Geçmişteki idamlar bir yana, daha düne kadar namaz kılan, oruç tutan ve örtünen insanlar fişlenip irtica gerekçesiyle görevlerinden atılarak ömür boyu kamu hizmetlerinden mahrum bırakılmadılar mı? Dindar referanslı siyasetçiler hakkında yaptırımlara gidilmedi mi? Kamu alanı diye duvarlar örülen yerlere türbanlı bayanlar, şehit ana, eş ve çocuklarının girişleri yasaklanmadı mı? Türbanlı oldukları gerekçesiyle oğullarının askeri yemin törenlerine girişleri engellenmedi mi? Türbanlı kız öğrencilerimiz kürsülerde darp edilerek aşağı atılmadı mı? Lise ve üniversitelerden kovulmadılar mı? Kur’an kursu öğrencilerinin Kutlu Doğum Haftasını kutladıkları gerekçesiyle hükümete muhtıra verilmedi mi? Daha sayayım mı?
Doğruları cesaretle açıklayan o imanlı hocaya tepki gösteren cemaat, sanırım günleri karıştırmış, kilise ya da havraya gideceklerine yanlışlıkla Cuma günü camiye gelmişlerdi. Gerçi rahip ve hahamlar da bozguncu münafık olmalarından onları kovarlardı ya!
Acaba Hacı Yusuf Gül adlı Malatya müftüsü, hangi din ve düşüncenin temsilcisidir? Yardımcısı Cengiz Yağcı ise açıklamasında; “Bizim belirlediğimiz hutbenin dışına çıkan imam arkadaş, kendi hutbesinde maksadı aşınca cemaatten bazı arkadaşlar tepki göstermiş. Bunun üzerine namaza geçilmiş. Biz konuyu araştırdık ve vekil imam arkadaşın istifasını alarak hemen işleme koyduk ve Valiliğe gönderdik” tepkisi, kendisinin tartışılmaz bir münafık olduğunu işaret etmektedir. Ama unutmasın ki, asıl haddi aşan kendisi olduğundan Ayetleri geçici bir dünya karşılığı satmasının nasıl bir sonuç doğuracağını ahrette tadacaktır.
Kalbi Kur’an aşkıyla yanan o hocanın maddi ve manevi her türlü arkasında olduğumu açıklıyor, gücü yetene hodri meydan diyorum…
O öyle bir Diyanet ki, diğer taraftan Allah’ın hükmüne açıkça karşı gelerek, ateist birinin cenaze namazını kıldırabilmektedir.
Allah, Resulü ve Kur’an’ı inkâr eden ve iman etmeyen kâfir, münafık, fasık ve müşriklerden hiçbirine öldükleri zaman cenaze namazlarının kılınmayacağı, af dilenilemeyeceği ve kabirlerinin başında bulunulmayacağı kesin bir buyrukla emredilmişken; Şişli Camii imamının adı Mihri Belli olan Marksist, komünist ve ateist birine, cenaze namazını kıldırma müsaadesi ve duada bulunması, Allah’a apaçık bir isyandır. Bu durumda Diyanetin ve Şişli Camii imamının şeytandan bir farkı var mıdır? Kıldan tüyden fetva veren diyanet, neden ayetlere aykırı olduğu beyanatıyla bir fetva yayınlamadı? İBB Başkanı Kadir Topbaş, yönetimini yaptığı şehirde her inançtan ve ateist insanlara dahi adil ve eşit bir hizmeti getirmekle yükümlü olduğu halde; neden ateistlerle ilgili cenaze işlerini ayrı tutmuyor da İslam’a meydan okurcasına Camileri işgal ettirip, imamları küfre zorluyor? Cenazelerin yakılmasını isteyenler için, neden krematoryum kurmuyor da açıkça dine ve ibadet yerlerine tecavüz ettiriyor?
Ancak her ne kadar Şişli Camii imamı Seydi Kahraman cenaze namazını kıldırmadıysa da, ayetlerle dalga geçercesine yaptığı açıklama; “Mihri Belli’nin cenaze namazını Büyükşehir Belediyesi’nin imamlarından biri kıldırdı. Biz cenaze namazında, şu kıldı, bu kıldı, diye bakmadık. Sadece camimize gelenlere yardımcı olur, işlemlerini yaparız. Cenaze namazını kıldırır, göndeririz.” Bu açıklaması apaçık bir küfür ve Allah’a isyandır. Dolayısıyla hiçbir Müslüman’ın, Şişli Camii memuru Seydi Kahraman’ın ardında namaz kılmama zorunluluğu kaçınılmazdır.
“Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” Tevbe 84
Şükürler olsun ki haram şehirleri olan Mekke ve Medine’nin yönetimi bizde değil. Eğer bizim yönetimizde olsaydı, kafirlerin girmesi yasak olan Kabe’yi ateistlerle doldurur, Mihri Belli’nin cenazesinin oradan kalkmasına Diyanet izin verirdi.
Dinin kurallarını Diyanet İşleri Başkanlığı mı, yoksa Allah mı koyuyor?
Hz. İbrahim (AS)’ın kâfir olan babası ile Hz. Muhammed (S.A.V)’nin kâfir olan amcaları için affedilebilmeleri maksadıyla Allah’a dualarına karşılık:
“ (Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah’a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.” Tevbe 113
“ İbrahim’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” Tevbe 114
Laik Diyanet’in ayetleri hiçe sayıp ayaklar altına alarak ateist kâfirlere dahi dini tören düzenlemesi, o diyanetin İslam’ı temsil etmediğini kanıtlamakta, bu sebeple Kur’an’ın bir kanun olduğunu söyleyen görevlisine tepkide bulunarak neden istifa ettirdiği de anlaşılmaktadır.
İslam olmayan Diyanet’e bağlı görev yapan namaz kıldırma memurları da Müslüman olamayacağından, ne fetvaları ne de peşlerinde namaz kılınmaları caizdir. Tıpkı rahipler gibi ömrü boyunca Allah’ı tanımayıp düşmanlık ederek öldüğünde cenazesini kılan ve günahını çıkartan Diyanet, şirkin merkezidir.
Dolaylı olarak İslam’ın bir kültür olduğunu deklare eden Diyanet, cenaze namazını kıldığı kâfir Mihri Belli’nin, “Halkımın gömüldüğü gibi gömülmek istiyorum” vasiyeti masum bir istek değil, yaşamı boyunca düşmanı olduğu İslam’ı aşağılamak ve yandaşlarınca camii işgal ettirmektir. Asıl amacı, hayattayken küfredip inkâr ederek mücadele ettiği Allah, Peygamber, Kur’an, cami ve imamlara; ölüsünün önünde kıyama vardırıp ve inanmadığı duaları yaptırtarak yandaşlarınca alaya aldırmaktı ve başardı da. Dirisinin yapamadığını ölüsü yapsa da; ilkesiz olduklarını, cenazelerini dahi kendi inançsızlıkları çerçevesinde kaldırmaktan aciz bulunduklarını ortaya koymaları, bunların devrimci değil, ancak goygoycu olduklarını kanıtlanmıştır. Ölüsünü bile kaldıramayarak hasmı olan dine teslim edenden devrimci mi olur?
Oysa Mihri Belli’nin camiden değil de cemevinden kalkması daha yakışır kalırdı. Çünkü Alevilerin bir kısmı kendisi gibi hem Marksist, hem solcu, hem komünist ve hem de ateist ama cenazeleri camiden değil cemevlerinde yapılan törenlerle kalkmaktadır. Ancak amaç İslam’a hakaret maksadı taşıdığı için, Türkiye’de ne kadar din düşmanı ve pkk’nın ileri geleni var ise, kılmadıkları cenaze töreni için camide gövde gösterisi yaptılar.
Laik Diyanet nezdinde bir insanın inanıp inanmamasının bir önemi olmayıp, bir inkârcının vasiyetiyle ilgili vahyen hiçbir mahsur görmemesi ne Hıristiyan ne de Yahudi âlemince kabul edilebilir. Ayrıca din adına gösterilen tolerans, o dine bir hakaret ve hükümlerini hiçe saymaktır. Üstelik söz konusu kâfir, halkı olarak düşman saydığı Müslüman Halk değil de kendisi gibi ateist halk mı olduğu sorusu da ayrı bir muammadır.
ÖDP Genel Başkanı ve gizli pkk’lı Alper Taş adlı bir başka ateistin şu sözleri, Diyanet sayesinde İslam’ın nasıl paçavraya çevrildiğine açık bir kanıttır. Diyor ki; “Bu halkın içerisindeyiz, bir parçasıyız. İnansak da inanmasak da kültürel olarak Müslüman’ız. Bu coğrafyanın devrimcisiyiz. İnançsız da olsa devrimciler halkın hassasiyetlerini, geleneğini anlamak durumunda. İnsanların inançları çerçevesinde gömülmesi gerekir. Başka türlü vasiyet olursa, o vasiyeti de yerine getirmek lazım. Vasiyet etmemiş arkadaşlarımızınsa ailesinin onayıyla camiden veya cemevinden defnedilmesi gerekir. Ama sosyalistlerin kendilerine ait bir anmayla da bunu pekiştirmesi bizim anladığımız yoldur. Mezarlığa geldiğimizde saygı duruşunda bulunur, konuşmalar yapar, görevimizi yerine getiririz. Bu yeterlidir. Arkadaşlarımızın aileleri de inanan aileler, onların da talepleri oluyor. O yüzden kalkıp kendimize uygun dini törenler geliştirelim diye gündem yaratmamızın manası yok. Ayrıca sosyalist hareketin durumu ortada. Her şey bitti de krematoryumu (cesedi yakma) tartışmamız mı kaldı?”
Doğru, nasıl olsa ateistin bile cenazesini kıldıran bir Diyanet varken, neden ölülerinin akıbeti için tartışsınlar ki? Allah’ın dinini Allah’a öğretmeye kalkışan Diyanet İşleri Başkanlığı, laik rejime mahkûm olduğundan öyle cehennemsi bir bataklıkta cebelleşiyor ki, kendilerine ne öğüt ne de ayet fayda sağlamaktadır. Dolayısıyla Allah’a secde etmek maksadıyla camiye namaz kılmaya gelen cemaat, Kur’an’ın bir kanun olduğu söyleminden bile ateistçe rahatsızlık duyarak hocaya tepki duyup polis çağırabilirken; diğer taraftan inkâr eden bir ateiste dini tören yapılıp, Allah’tan mağfiret dilenebilmektedir. Bütün bu çelişkiler, şüphesiz Diyanetin eserleridir…
Yazımı bir hikâye ile bitireyim. Zamanın birinde çeşme yaptıran bir adam, “Müslümanlar bu çeşmeden su içemez” diye bir tabela asmış. Bu durumu hemen valiye bildirmişler. Vali’ de, “Bulup getirin o densizi, hak ettiği cezayı vereceğim” demiş. Askerler adamı derdest edip valinin huzuruna getirmişler. Vali, “Bu yazıyı hangi cüretle asabiliyorsun” diye sormuş. Adam da, “Sayın Valim! Eğer yanıma bir manga asker verirseniz, ne demek istediğimi size kanıtlayacağım” demiş. Vali’de adamın yanına bir manga asker verip yola koyulmuşlar. Önce kiliseye uğrayıp cemaati önünde ayin çıkaran papazın tutuklanması için askerlere talimat vermiş. Hemen bütün cemaat ayağa kalkarak, “Ne olur papazımızı götürmeyin, onun yerine bizi alın” gibi ağıtlarla perişan olmuşlar. Oradan bir havraya gitmişler. Yahudilere vaaz veren hahamın tutuklanmasını istemesi üzerine havradaki Yahudiler yekvücut karşı koyarak, “Ne olur hahamımızı götürmeyin, onun yerine bizi alın” tepkilerinin ardından camiye gitmişler. Hoca cemaatini toplamış vaaz vermekteyken askerler kendisini tutuklamaları üzerine, cemaatten ses çıkmaması bir yana, “Zaten bunu tutuklayacakları belliydi, ileri geri konuşup duruyordu, sanki dünyayı o kurtaracaktı” gibi eleştirilerle kıllarını kıpırdatmayıp aksine sevinmişler. Doğruca vali’nin yanına gidip olanları bir bir anlatmaları üzerine, vali boynunu bükerek adamı salıvermiş. Ancak onlar Müslüman değil, günümüzdekiler gibi Müslüman kimlikli münafıktılar…
“Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir.” Hz. Muhammed (S.A.V)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder