Hem de öyle bir zehirdir ki, beşeri hiçbir bilgi ve irade şifaya
kavuşturamaz.
Kader çarkını
döndürüyor, çağlar ilerliyor ve uygar olarak nitelendirilen gelişmelerle bilim
ve teknoloji her alana giriyor, ancak güven ve korku, yaşam ve ölüm, sefalet ve
zenginlik, sıkıntı ve mutluluk, sağlık ve hastalık, sevgi ve nefret, dostluk ve
düşmanlık, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, doğru ve yalan hiç değişmiyor
hatta daha da artarak yerküreyi sarıyor.
Küresel bir düzenin
kurularak barış içinde yaşanılacak iddiası, silahların denetlenmesi, nükleer
bombaların azaltılması, hudutların çizilerek hakların korunması, suç, yoksulluk,
terör ve savaşın durdurulması, hak ve adaletin sağlanması, kardeşlik, dostluk,
eşitlik, hak, özgürlük, demokrasi ve sayısız işbirliği anlaşmaları…
Hiç çözülemeyen sorunlar, aşılamayan belirsizlikler, kurulamayan
düzenler ve gerçekleştirilemeyen vaatler!
“Öyle horozlar vardır ki, erken öttükleri için
güneşin doğduğunu sanırlar.” H.Dunant
Gelmiş geçmiş tüm
toplulukların savaş nedeni, esasen din ve ırk adınadır. Vatan, bu değerlerin
korunabilmesi için zaruri olan toprak bütünlüğüdür. Irkların ve dinlerin farklı
olduğu bir dünyada, ulus ya da çıkar bilincinde birleşilerek kardeşlik adına
bir işbirliği kurabilmek, aslında tatmin süresiyle orantılıdır. Ancak kurulduğu
zannedilir. Irk, bedeni; din ise ruhu temsil eder. Dolayısıyla bedenin yeri
mezar; ruhunki ise berzahtır.
Yalnızca din adına
yapılan birliktelikler bütünlüğü sağlar ve benliksiz her türlü işbirliğinden
istikrarlı sonuçlar doğar. İnanan ruhların mevcudiyet sebebi ‘Tanrı’ olduğundan
din adına; inanmayanların mantık olduğu için benlik yani beşer adına çalışılır,
savaşılır, öldürülür ve öldürürler.
İnsanoğlunun varoluş
sebebini oluşturan bu temel yapının yani fıtratın değiştirilebilmesi mümkün değildir.
Fıtratlarında düşmanlıkları kesinleşmiş toplumların zoraki işbirlikleri,
mastürbasyon süresinden öte hiçbir fayda getirmemektedir.
Farklı dinlerin ve ırkların
sahip oldukları ve uğruna canlarını feda ettikleri değerlerin biraraya
gelebilmesi ve kalıcı bir birliktelik oluşturabilmesinin muhakkak temel bir
dayanağı, diğer bir ifadeyle kaderle örtüşme zorunluluğu olmalıdır. Yaratıcıya
rağmen benliklerini tanrı edinerek fani övgüler ya da menfaatler uğruna fıtratta
düşmanı olduğu güçlerin kanatları altına sığınıp itibar ve izzet peşinde koşanlar,
geçmişte olduğu gibi gelecekte de aynı hüsrana uğramaktan asla kurtulamayacakları
tartışılmazdır. Tıpkı her türlü bilgi, güç ve araçlarla alınan tedbirlere rağmen
musibetlerden ve yıkımlardan kaçılamaması gibi! Çünkü bu, kaderin bir süreci, yaratıcı
Allah’ın bir vaadidir.
Varlıkları boyunca
para, iktidar, şöhret ve egemenlik adına mücadele veren birey, millet ve
devletler, büyük bedeller ödeyerek sahip olduklarını aniden kaybedip muhafaza
edememekte ve bir pislikmiş gibi ya kadavra masasına, ya sokağa, ya çöplüğe, ya
mezara ya da tarihin karanlıklarına atılmaktadırlar. Onca boşa giden çalışma ve
uğraşıların bir anda çerçöp olması her ne kadar tahammül edilemez bir sonuç olsa
da, karşılığını kimden ve nasıl alabilecekleri ise daha önemli bir sorundur.
Dün arşa çıkarılan
bir liderin, bir sanatçının veya bir kahramanın alkışlayanlar ve övülenlerce
yarın aşağılanarak beceriksizlik, hainlik veya namussuzlukla özdeşleştirilmeleri,
insan benliğinin gizlediği tüm kötü duyguları nasıl açığa çıkarabildiğini ve fıtratı
gereği hiçbir zaman güvenilmemesi ve inanılmaması gereken zayıf ve nankör yaratıklar
olduğunu ortaya koymaktadır. Böylesi dengesiz düşünce ve duygulara sahip
insanların övgüsüne, desteğine ve sevgisine nasıl güvenilebilinir?
Bir politikacının,
sanatçının, işadamının veya bilgenin çeşitli mazeretsel sebepler veya
musibetler sonrası düşüşleri, beraberinde değer kaybını getirmekte; böylelikle akıl
ile kaderi veya sanal ile gerçeği mukayese edebilme olanağını doğurmaktadır.
Geri sayımın başlayarak o güne kadar edinilen kazanım ve başarıların sanki hiç
olmamış gibi bir tarafa atılması, Mutlak İrade’nin anlaşılabilmesi için önemli
fırsatlardır. Geçici ödül, itibar ve şöhret yerine, kalıcı ve sürekli olanı
seçmekten aciz bir aklın üstün ve hür olabilmesi mümkün müdür?
Milletler ya da
devletler, adı her ne olursa olsun din, ırk, barış, özgürlük, vatan ve çeşitli
menfaatler uğruna yaptıkları savaşlarda birbirlerini katletmeleri ardından,
ölenlerin kimden ve nasıl bir karşılık alacağı hiç düşünülür mü? Eğer insan,
benliksel değerler ve başkaları adına ölerek, kendisi bundan hiçbir fayda temin
edemeyecekse, ölmesinin mantıklı bir amacı ve gelecekteki yararı nedir?
Dolayısıyla benlik nasıl bir felâket ise, vahiysiz bir
vatanseverlikte o kadar kötü bir erdemliktir.
İnsan, ne için mücadele
edip zorlukları göğüslediğini, öldürüp öldürüldüğünü ve kendisini nasıl bir
sonun beklediğini irdelemeden ve sağlam temellere dayanmadan canını ortaya
koyması, ölmeye veya öldürmeye koşması anormalce, sapıkça ve psikopatça bir
davranıştır.
Fayda veya zarar
verenin, sözüne ve güvenirliğine itibar edilenin, feda edilen malın ve canın
karşılığını ödeyecek olanın, her şart ve koşulda vaatlerini tutabilecek olan
mutlak ve ölümsüz varlığın kimliği önemli değil midir? Dünyada egemen olduğu düşünülen
iktidar ve devletlerden hangisi, öldükten sonra da sözde egemenliklerini devam ettirebiliyor
ve uğruna ölenleri mükâfatlandırabiliyor? Şayet başaramıyorlarsa, onlar için
mücadele etmenin, savaşmanın, intihar edercesine ölmenin veya cinayet işlemenin,
çeşitli risklere girerek korku ve endişe içinde yaşamanın zerre kadar bir değeri
var mıdır?
Benlik adına
vazgeçilen yaşam tahtı için alınan ve verilen canların faturası sonsuz olan
ahiret hayatını kökten etkilemekte, intikamı acı, sıkıntı ve dehşet olabilmektedir.
Yaratıcının rızası dışında yapılan savaşlar sonrası öyle bir tablo sergileniyor
ki, düşmanların sonradan dost olup menfaatleri adına akıtılan kanlar kadeh tokuşturarak
zevk ve sefa içinde kahkahalar atılabilmekte, rahat ve lüks bir yaşam için çıkar
ilişkileri ve hiçbir şey olmamış gibi masa üstünde yapılan anlaşmalar; maalesef
hayatın akıl almaz yanlışları ve vicdansız davranışları olarak
kanıtlanmaktadır.
“Kabul edilen bir yanlışlık, kazanılmış bir zehirdir.”
Gascoigne
“De ki:
Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun
için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.”
Tevbe 51
“Ey iman
edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım,
sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları
dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz
Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.
Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden
kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru
yoldan sapmış olur.” Mümtehine 1
“Kazanmakta
oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı.”
Hicr 84
“Ey
insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi
topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra)
belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş
bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı
çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden
kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse
olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir
halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır
ve her çeşitten (veya çiftten) iç
açıcı bitkiler verir. “ Hac 5
“(Resûlüm!)
Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah
dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek
olanları en iyi O bilir. “ Kasas 56
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder