Çünkü ben de bir ölümlüyüm…
Aslında hayat,
gerçeğin idrak edilebilmesi için öyle bir laboratuardır ki, hiçbir beşerin
rehberliğine ihtiyaç duyulmayacak bir berraklıkta ve kanıttadır. Ancak
okunamadığından batıllık galebe çalmakta; dolayısıyla ölümlü, hâkimiyet narası
atabilmektedir.
Allah’ın
vahiyle indirdiği Kur’an, her ne kadar kâinat ve hayat ile ilgili kanıtlar
içerse de asıl amacı uyarı ve itaat edilmesi içindir. Kur’an’ın hiçbir kanıta gereksimi yoktur;
çünkü hayatın kendisi Kur’an’dır ve kanıt arayana yaşanılan yeterdir. Bu
sebeple yaşamda edinilen tecrübeler ve olaylar en ince ayrıntısına kadar
sebepleriyle ortaya konmuş; böylece fanilikle ebedilik arasındaki fark, kâinat
laboratuarıyla örtüştüğünden herhangi bir tereddüt kalmamıştır.
Kur’an
dışı diğer tüm düşünceler ölümlüyü öne çıkarıp mutlakıyete kavuşturmasından yani
bedenleştirmesinden özünü çözemeyip denetim altına alamadığı ruhun yok
sayılırcasına üstün örtülmesinden ne hayat, ne dünya, ne ahiret, ne ölüm, ne de
sonsuzluk kavranamamaktadır.
Eğer
insan, övündüğü ilim yani bilim ile ruhu ya da ruhunu yaratamıyor ise; bedeni
yani organlarıyla ilgili ne yaparsa yapsın beyhudedir! Ecel ancak ruhun
denetimiyle kontrol altına alınabilinir! İşte ölümlü insan, böylece hilkatteki
eşlerini nasıl manipüle ederek gözbağıyla kandırdığı fevkalade aşikâr ama
elinden bir şey gelmediğinden çocukların oyuncaklarla kandırılması misali aldatmaktan
öteye ilerleyememektedir.
Oysa
yeryüzünde hüküm süren kuvvetin ölümlü beşere ait olabilmesi mümkün değil ise, ölümlüye
aşk ve tazim nasıl sapkın bir düşünce ve duygunun ürünüdür?
Belirsizliklerle
çevrili fiziki hayatta kesin olan tek şey ölüm ve ruhsal diriliktir. Ama
hayatta sahiplik ya da egemenlik iddiasında bulunarak ruhaniyeti ya doğrudan ya
da kısmen reddeden seküler-laik hatta İslam kisvesi altındaki rivayetsi düşünceler,
ölüm gibi sonsuz güç olan Allah’ı ve kaderi
anlayamamaktadırlar. Çünkü önyargılar,
anlamaya değil anlamamaya odaklıdır!
Dünyadaki maddi
yani bedeni varlıkların hakikati, tamamının sonlu olmasıdır. Bütün sonlular
gelip geçici olduğundan baki kalan sadece ruhtur. Ölümle birlikte ruhun bedeni
terk etmesiyle ortaya çıkan sonuç, ruhun aletlerini kullanmaktan vazgeçmesidir.
Yani ruhun aletleri demek; madde, beden, organlardır. Diğer bir ifadeyle can
kattığı her şeydir!
Doğrusu beşerin,
yaratıcısı Allah’tan başka neden hiç kimsesi yoktur bilir misiniz; doğduğu
zaman nasıl dünyaya hiçbir şey getiremiyor ise, ölürken de hiçbir şey götürememesindendir.
Öyleyse daima diri ve hakim olan yerine ölümlüye rağbet duyulabilir ve umut
bağlanabilinir mi?
Ölümlü beşeri
güçlere bel bağlamış olanlar yalnızlığın dibine; sonsuz Allah’a sarılmış olanlar ise mutluluğun zirvesine
ulaşırlar. Ancak mutluluğu batıllıkla özdeşleştirip dünyadan ibaret sananlar, hayattan
önce ölüme hazırlanmayanlardır.
Hiç kimsenin canlı çıkamadığı dünyadaki ölümün bir son değil
sonsuzluğa bir başlangıç olduğu tartışılmaz bir hakikat ama asıl yaşamın
kaynağına olan idraksizlik, dünyadaki yaşamı da özsüz ve anlamsız kılmaktadır.
Ölümlülerin sözlerine, konuşmalarına veya vaatlerine olan güvenin ölümsüze
duyulmaması; aldatılmanın, hilelerin, yalanların, sömürülerin, abartıların,
esaretin ve ihanetlerin yegâne sebebidir.
Mezarda çürümüş bedenlere verilen değer gibi dünyadaki bedenlere
verilen namütenahi kıymet, dünyanın topyekûn bir mezar ve içindekilerin de
yürüyen ölüler yani zombiler misali ruhsuz oldukları anlayışı öyle muteberlik
kazanmış ki, neden ölümsüze değil ölümlüye güven duyulabildiği açığa çıkmıştır.
Mezarda
yatan bir ölüye inanılamıyor da; mezar üstünde dolaşan ölümlülere nasıl güvenilebiliniyor?
Sözde Allah deyip fiiliyatta ölümlüye olan ilgi ve itimat,
insanoğluna aydınlık diye dayatılmış seküler-laik düşüncelerin iğfaliyle
kanıtlıdır. Bu sebeple ölümsüz yani daima diri olan Allah’ın sözünden bir
başkasınınki kâle alınmamalı; unvanı, bilgisi, makamı ve kariyeri ne olursa
olsun ne üste geçirilmeli, ne gıpta edilmeli, ne idol yapılmalı, ne
sultalaştırmalı, ne de rehber kılınmalıdır.
Yeryüzündeki ölümlü hiçbir beşerin yaptırım uygulama iradesi yani
fayda ya da zarar verme gücü ve yetkisi bulunmamaktadır. Beşerin kaderi, yaratıcı Allah’ın
elinde ve vuku bulan olası gelişmeler, O’nun dilemesiyle gerçekleştiğinden; ruh
ebediyetini sürdürdüğü müddetçe bedenin yapabileceği hiçbir şey mümkün
değildir!
Dolayısıyla insan,
Kur’an dışı düşüncelere kanarak taşıdığı bedenden umutlanmamalı; yaşanılan
apaydın dünyayı mezar misali zifiri karanlığa dönüştürürcesine ölülerle aydınlığa
ulaşabileceği sanılmamalıdır.
Meyvede akıl olur mu
diye sorsam; ne saçma bir soru diye yanıt vereceksiniz. Peki, meyve içinde
taşıdığı çekirdeği bilir mi? Aklı yani muhakeme yeteneği yok, nereden
bilebilecek diyeceksiniz. Öyleyse insan, içinde taşıdığı ölümü bildiği halde
ameli umursamaması; kendisini meyveden farklı kılabilir mı? Kimi insanların
tatlı meyveler; kimi insanlarında zehirli meyveler gibi olabilmesi
düşünebilenler için önemli bir ipucudur!
“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne
sahibim.” Cin 21
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin
emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.”
Secde 85
“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da
onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. “
İsra 18
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu
hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter. “
Furkan 58
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder