Ya da dilediğini değil, dilenileni
yapmaktır!
İnsan,
hem yaratıcısı Allah’ın kulu olduğuna iman eder; hem de kulluğunu inkâr
edercesine hükümler getirerek Allah’ın önüne geçmeye çalışır. Diğer bir
ifadeyle hem Allah’ın yazdığı kadere iman eder; hem de özgürlük yani dilediğini
yapabileceği iddiasında bulunur.
“Allah bilmez ben
bilirim” hevasıyla
böbürlenen insan, hiçbir şey bilmediği gerçeği yaşamdaki tecrübeleriyle
ortadayken, çok şey bildiği iddiasında bulunarak düzen kurabilme ısrar ve inadı
çok daha beter karanlığa saplanmasına yegâne sebeptir.
“İnsan mı; yoksa Allah
mı bilir” diye
sorulduğunda ateistlerin dışındakiler “Allah bilir” derler. Öyleyse Allah’ın
bildiğinin üstüne nasıl çıkıyor ve düzeni ya da olayları bilmemekle itham edercesine
önüne geçebiliyorsunuz?
Tedbir
alınırken gidilen yol hak ise, batıl da işin nedir? Hak ise, Hakk’tan gayri
sapılan yolda ne işin vardır? Devlet batıl, halk hak ise; hüküm ya da hâkimiyet
kimdedir? Sen Müslüman isen, kâfir kimdir? Kâfir de Allah indirdiği hükümlere
itaat etmiyorsa, Müslüman olarak farkın nedir?
Böylece
ateistler gibi kararlı olmayan itikat sahipleri, hâlâ Allah ile beşer arasına
sıkışmış öyle bir karmaşa içindedirler ki, ancak her iki varlığa da paye vermek
suretiyle işin içinden çıkmaya çalışırlar. Dini siyasete karıştırmayarak inşa
ettikleri dinsiz seküler-laik devlet ve itikat sahibi halk! Yani sözde
Allah, eylemde insan!
Kulluğun
ana şartı hükme itaat etmektir; diğer bir ifadeyle Allah’ın indirdiklerine
kayıtsız-şartsız seçim yapmaksızın, yorum katmaksızın, özgürlük teranesi çekmeksizin,
irade hürriyetine kapılmaksızın, bilgelik iddiasında bulunmaksızın, dolaylı
yollardan Allah’ı bilmemekle aşağılamaksızın, nefse boyun eğmeksizin, hesap
vesveselerine girmeksizin, kendini öne çıkmaksızın…
“Allah ve
Resûlü bir işe hüküm verdiği
zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş
olur.” Ahzab 36
İnsan, düşünce ve
davranışlarıyla özgür müdür; değil midir? Allah, mutlak bir irade sahibi midir;
değil midir?
Oysa
Kur’an, bir kimsenin iman edebilmesi için öyle çeşitli misaller ve peygamber
hayatlarını ortaya koymuş ki, inkâr edebilmek yahut eğip bükebilmek için ancak
kişinin mühürlenmiş olması gerek! Bu sebeple hidayete erişememiş olanlara
hiçbir delil fayda vermemekte, mucizeler dahi öğütlerden nasiplendirmemektedir.
Onun için
önce hidayet; sonra ilim! Dolayısıyla hidayetsiz bir ilim ve ilimsiz bir amel,
sırtına binlerce cilt kitap yüklenmiş eşekten farksızdır.
Verdiği
mücadeleden dolayı karşısındakileri ıslah edemeyen yahut yola getiremediğinden
dolayı insan bazen çok sıkılarak inzivaya çekilmeye kalkışarak her şeyi bırakıp
kaçmak ister. Zaman zaman aynı hisleri taşıdığımı ikrar ediyorum ama Hz. Yunus
Peygamberi hatırladığımda derhal vazgeçiyorum.
Malumunuz
üzere Hz. Yunus Peygamber, Musul yakınlarındaki Nineve Halkına gönderilmişti. Putlara
tapan Nineve Halkını yıllarca Allah’a iman ve ibadet etmeye davet etti. Halkı
ona iman etmedikleri gibi birçok cefada bulundu ve alayda sınır tanımamışlardı.
Hz. Yunus, her ne kadar halkını Allah’ın azabıyla kokuttu ise de halkı; “tek bir kişinin hatırı için azap inip
herkesi yok edecekse, müsaade et, bu azap gelsin” diye meydan okuyarak alay
etmişlerdi.
Artık
daha fazla sabır gösteremeyen Hz. Yunus, halkının küfürdeki ısrarına pek üzülüp
aralarından ayrılmıştı. Bir tek kişiyi dahi imana getiremeyen Hz. Yunus,
rivayetlere göre Sahra Çölü tarafına yönelerek kendilerinden öyle uzaklaştı ki,
soluğu Dicle Nehri kenarında aldı.
Dicle
Nehri kenarındayken içi yolcularla dolu bir gemiye bindi ve gemi kıyıdan
uzaklaştı ama bir müddet sonra nehrin açıklarında durarak kımıldamaz oldu.
Başta kaptan olmak üzere herkes şaşırmış, ne kadar çalıştırmaya kalkışsalar da bir
türlü yürütememiştiler. Daha sonra aralarında bulunan bir suçlu yüzünden
geminin gitmediğine ve batabileceğine karar vererek, suçluyu aramaya
koyuldular. Kur’a ile suçluyu bulup
denize atmaya hükmettiler.
Çektikleri
kur’a Hz. Yunus’a çıkınca, Hz. Yunus itiraf ederek; “o asi kul benim” dedi. Bunun üzerine Hz. Yunus’u denize attılar ve
bir balık kendisini yuttu ve denizin derinliklerinde kayboldu. Allah, balığa
emrederek yememesini, yaralamamasını ve kemiklerini kırmamasını bildirdi.
Hz.
Yunus, aklı başında ve şuuru yerindeyken Allah’a yalvararak; “Ya Rabbi! Emir ve
hüküm senindir. Nineve’ye dönmeye ve halkımı imanlı bir şekilde görmeye ümidim
sonsuzdur. Takdirin ne ise ona razıyım” diyerek nedamet getirdi.
Balığın
karnında Allah’a zikreden Hz. Yunus, “Senden başka hiçbir İlah yoktur. Seni bütün noksanlıklardan
tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum” Enbiya
Süresi 87. Ayetini sürekli zikretti. Böylece bu duası ve tesbihi balığın
karnından kurtulmasına sebep oldu.
Balığın
Hz. Yunus’u sahile çıkarıp bırakmasıyla elde edilen öğüt; hüküm sahibinin
sadece Allah olduğu ve peygamberde olsa hiçbir insanın kendi istek ve
düşüncelerine göre karar alamayacağıdır.
İman
etmiş hiçbir insan, kendi adına değil Allah adına yükümlü olmasından nefsi
doğrultusunda karar alamaz ve hükmedilene boyun eğmekle zorunludur. Allah adına
yapılan bir iş, hizmet, tebliğ ya da mücadele de takdir Allah’ın olduğuna göre,
insan kimdir ki seçim hakkını kendinde görebilsin!
Dolayısıyla
hiçbir şey kişinin bilgisi, iradesi, yeteneği veya mücadelesiyle
gerçekleşmediğinden aranılan her ne hesap, plan, strateji ya da yol var ise
muzafferiyetin Allah’ın takdiriyle mukim kılındığı bilinmeli; Hz. Yunus
misalinde olduğu gibi her şey Allah’ın hükümleri doğrultusunda ifa edilmelidir.
Adına bir şeyi yapmıyorsan; sonuçla ilgi bir şeye de olumsuz düşünmeye veya hayıflanmaya
hakkın yoktur. Eğer çabalara rağmen sonuç alınamıyor ya da başka bir neticeyle
karşılanılıyorsa; Allah öyle hükmettiği içindir.
“Hani o,
dolu bir gemiye binip kaçmıştı.
Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu.
Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu.
Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.
Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık.
Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.
Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.
Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” Saffat 140-148
Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu.
Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu.
Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.
Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık.
Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.
Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.
Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” Saffat 140-148
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder