İnandıkları halde kalplerindeki şüphe ve
tereddütten dolayı iman edemeyen Müslüman kimlikler, Allah ve Resulünün önüne
geçmek suretiyle çıkardıkları fitnelerle İslam’ı vahiy olmaktan çıkartıp beşerin
hükmüne odaklatmışlardır.
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan
korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”
Hucurat 1
İslam’ın tek kaynağı olarak Kur’an’a itaati
yanlış bulup, hatta Kur’an Müslümanlığının sapkınlık olduğu hezeyanında
bulunabilecek kadar vahye savaş açmış “Ehli
Sünnet Velcemaat Fıkrası”, nifakın
ta kendisidir.
Ehli Sünnet Velcemaat itikadı, doğrudan
mezheplere tabi ve bütün fikirlerin hayat ölçülerini mezhep imamlarından
almaktadır. Her ne kadar imam görüşlerinin ayet ve hadis dışına çıkmadığı sanılsa
da, aralarında ittifak bulunmayıp aykırı hükümler ihtiva etmeleri yorumlarının
bir sonucudur. Güya ayetlere, hadis adı altında rivayetlere dayalı tefsir getirmelerinden
ötürü açık ve seçik ayetlerde dahi ihtilaf oluşturabilmekte, Kur’an’da yer
almayan birçok konuda ”Peygamber yapmıştır” hezeyansı fetvalarından Allah ile
Peygamberi karşı karşıya getirebilmişlerdir. Ki, hadis nakledicilerde bile uzlaşma
bulunmamaktadır.
Oysa Peygamber, Allah’ın indirdiği vahyi
tebliğ eden bir elçi olması hasebiyle hiçbir hükme zerre kadar lehte yahut
aleyhte katkı sunma inisiyatifine sahip değildir. Sadece fiziki ibadetleri
uygulatma istisna! Ki, onda dahi mezhepler arasında aykırılıklar mevcuttur
hatta mezhebinden farklı bir imamın arkasından cemaatle namaz kılarlarken, aynı
namazı kendi mezhep itikadına göre tekrarlamaları, Ehli Sünnet Velcemaat
itikatlarındaki çelişkiyi ve güvensizliği ortaya koymaktadır.
İslam olabilmek için Kur’an’ın yeterli
olmadığı, Peygamberin sünneti yani sözleri, fillileri ve takriratı; icmail
ümmet yani bir asır ulemasının, müçtehit âlimlerinin bir meselede ittifak
etmeleri; kıyası fukuhat, yani hem Kur’an’da hem sünnette yer almasıyla İslam
olunurmuş. Sadece Kur’an esas alınıp Peygamberin sünnet ve hadislerinin itibara
alınmaması ve ulemanın fetvaları önemsenmemesi inkârmış.
Peygamberi hayattan çıkarmak, dinden
soyutlamak, tevhit dışı bırakmak, peygambersiz bir din çizmek asla mümkün
değildir ve apaçık bir kâfirliktir.
“Allah'ı ve peygamberlerini inkâr
edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir
kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; İşte
gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır.“ Nisa 150-151
Şüphesiz indirilen vahiy, her ne kadar
Allah tarafından geldiğine iman edilmiş ise de, fiziki olarak Peygamber
Efendimiz tarafından tebliğ edilmiş olması hadis çerçevesindedir. Öyleyse ayet
ile hadis arasında koparılan fırtınanın ve küfre varan ithamların sebebi nedir?
Peygamber, Kur’an’a muhalif bir söz söylemiş, hüküm vermiş ve inisiyatif mi
kullanmıştır? Ya da Allah’ın anlaşılır bir açıklıkta ayetleri indirmediği
düşüncesiyle yorumlar mı getirmiştir? Veya “Allah bilmez ben mi bilirim”
demiştir? Yahut her ne kadar ümmi bir elçi isem de, Allah’ın indirdiğine değil
benim söylediklerime mi uyun demiştir? Yoksa vahiyle gelen ayetler gizli ve
anlaşılmaz ancak benim izahıma mı ihtiyaç var demiştir?
“İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik ayetler halinde indirdik. Gerçek şu
ki Allah dilediği kimseyi doğru yola sevkeder.” Hac 16
Allah, herhangi bir fitneye mahal vermemek için ümmi bir kulunu elçi
seçmesine rağmen müçtehid âlimleri, sadece Rabbinin hükümlerini duyurmakla
yükümlü Hz. Muhammed (s.a.v)’i Allah’ın önüne koyarak tahtına öyle yerleştirmişlerdir
ki, hıristiyanlar, yahudiler ve putperestlerden geri kalmamışlardır.
Allah’ın korumasında olan Kur’an’ı
Kerim’deki ayetlere müdahale edememişler ise de, Peygamberimizin sünneti ve
öğretilerinde dahi ittifak sağlayamayıp farklı yorumlara sapmaları sonucu mezhepler
ve bağlı tarikatlar doğmuş, böylece İslam’ın anlam ve hedefinin tahrip ve
Müslüman bütünlüğünün tarumar edilmesine yol açmışlardır.
Ayetlerle bildirilmeyip tamamen Peygamber
efendimizin uygulamasına bırakılan fiziki ibadetler de bile ittifak sağlayamayarak
mezhepsel aykırılıkların baş göstermesi; Allah muhafazasında olan Kur’an’ı
Kerim’i dahi İncil ve Tevrat misali tevhiden bozduklarını ortaya koymaktadır.
İslam Peygamberi, olabilecek fitneleri
kestirdiğinden ve ayetlerin eğdirilip bükülerek çarptırılmasını engelleyebilmek
için zatına isnat edilecek sözlerin doğruluğunu; “Bana nispet olan hadisi Kur’an ile
karşılaştırınız. Kur’an’a muvafık ise benimdir, ben söylemişimdir”
buyurarak, müminleri uyarmış ama maalesef fayda etmemiştir.
Peygambere itaat, Allah’a itaattir;
peygamberin hükmü Allah’ın hükmüdür ama fitneciler, Peygamberi Allah’tan ayrı
tutmaya kalkışarak Peygambere itaati istismar etmede öyle ileri gitmişlerdir
ki; hidayete ulaştırıcı, fayda yahut zarar verici, doğru yola getirici,
tefsirci, dilekleri karşılayıcı, af edici, bağışlayıcı, dilediğine şefaat edici,
rahmet dağıtıcı, bereket sağlayıcı gibi ulûhiyet sahibi kılmışlardır. Oysa ulûhiyet hakkı yalnız ve yalnız Allah’a
aittir!
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık
O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6
“(Resulüm!)
De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve
O'na kimseyi ortak koşmam. De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda
sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez,
O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam. (Benim
yaptığım) ancak Allah katından olanı,
O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse,
bilsin ki ona, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” Cin 20-21-22-23
“(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete
erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek
olanları en iyi O bilir.” Kasas 56
Allah’tan başkasına kulluk etmek yahut
ortak koşmak ne demektir biliyor musunuz; Allah’ın emirleri yerine, O’na aykırı da olsa bir
insanın, kuruluşun veya devletin nefsi ya da seküler iradesine tâbi olmaktır.
Diğer bir ifadeyle ALLAH’ın iradesine değil beşerin
iradesine tâbi olarak hareket etmektir. Dolayısıyla vahye
bağlı olmayan ve vahyi hükümlerle örtüşmeyen bir beşere imanın bedeli çok
çetindir.
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve
kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve
Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36
Ayetlerin karşılığı son derece açık, seçik
ve kolayca anlaşılabilir bir izah ve delillerle sabit olup, ne içtihada ne de
yoruma ihtiyaç vardır. Ancak istismarcılar, güya Allah ve Resulünün
anlatamadığı dini, anlaşılır hale getirme cüretinde bulunma hoyratlığıyla hak
yol üzerine olan Kur’an’ı nefislere peşkeş çekerek batıllaştırabilmişlerdir. Şüphesiz
insanoğlunca bilinemeyen terimler ve konular mevcut olup, peygamberlerin dahi
ahkâm kesemeyeceği Allah tarafından bildirilmiş ise de, haddi aşan ulema güruhu,
o konularda da hüküm verebilmişlerdir.
“İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz
konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin
tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” Al-i İmran 66
Muhkem ayetlerin gereğini yapmayanların
müteşabih ayetlere yorumlar getirerek Peygamber üstü bir konuma kalkışmaları,
asıl maksatlarının bir göstergesidir. Zaten müteşabih ayetler Allah’ın ilminde
saklı olup, çok az bilgi verilen insanoğlunun bilemeyeceği konulardır.
“Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı
ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de
müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek
için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Hâlbuki Onun tevilini ancak
Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz
tarafındandır, derler. (Bu inceliği)
ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” Al-i İmran 7
Allah, birçok ayetinde Kur’an’ı açık seçik
ayetler halinde indirdiğini ve itaatle ilgili anlaşılmaz hiçbir şey bırakmadığını
vurgulamasına rağmen; müçtehid âlimler, kendilerini Allah ve Resulünün önüne
koyarak, Kur’an’ı anlaşılır hale getirdikleri iddiasıyla verdikleri fetvalarla kendilerini
aydınlatıcı ve dolaylı olarak kurtarıcı konuma yükseltmişlerdir. Oysa Allah,
Kur’an’ı her ne kadar açık seçik ayetlerle indirdiğini buyurduysa da, Kur’an’ın
anlaşılmasındaki hidayet ve doğru yola iletmedeki iradenin doğrudan kendisinde
olduğunu belirterek, ancak doğru yola ilettiği kullarına kavramada yardımcı
olduğunu buyurmuştur. Daha açık bir ifadeyle, kişinin ayetleri okuduğu halde
anlayamayıp teslim olamamasındaki sebep Kur’an’ın anlaşılır olmadığından değil,
Allah dilemediği içindir.
“Andolsun biz (bilmediklerinizi size) açık seçik
bildiren ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Nur 46
Allah’ın açık seçik bildirdiği ayetlerin anlaşılmadığı
gerekçesiyle mezheb imamları ve şürekâsının tefsiri ve takdirine bırakmak ve fetvalarına
uymak, açıkça Allah’ı yalancıkla itham etmektir! Dolayısıyla Allah’ın izahta
başaramadığını ulema mı başarmış oluyor? Öyleyse neden ümmi bir elçi yerine bilgin
bir elçi göndermediğini hiç düşündünüz mü?
Kur’an’da herkesin her şeyi içinde
görememesi, şüphesiz Allah’ın hidayetiyle orantılıdır. İlimden yoksun dağdaki
bir çobanın gördüğü ve ulaştığı dereceyi, sözde ilmi ve alametleriyle insanları
ardına düşüren bir âlimin görememesi; ilimden mi, yoksa hidayetten midir?
Allah’ın sözü, doğruluk ve adalet
bakımından tamamlanmış bulunduğundan, değiştirmeye yahut ilaveye çalışanların
çabaları beyhudedir! Ancak kendileri gibi sapmışları ikna etmeleri istisna!
“Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet
bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O
işitendir, bilendir.” En’am 115
Ne Peygamber Efendimiz
ne de halifeler döneminde Ehli Sünnet Velcemaat Fıkrası ve itikadı diye bir yol yoktu
ve hiçbir ihtilaf mevzubahis değildi. Allah’tan
geleni tebliğle görevli peygamberlerin Allah’ın elçileri olma ayrıcalıklarına
rağmen sapkınları doğru yola getirememiş hatta eşleri, çocukları, babaları, hısım
ve akrabalarına dahi hidayette etkili olamamışlardı. Dolayısıyla Allah ve
Resulü adına ahkam kesenin şöhreti ve ilmi ne olursa olsun sözlerini mutlaka
Kur’an ile teyid ediniz ki, imandan sonra küfür bataklığına saplanmamış
olasınız.
Peygamber
Efendimiz ve gelen diğer peygamberlerin Allah’ın emrettiği hükümler dışında ne
hükümleri ne hadisleri ne fiiliyatları ne de takriratları yani ağızlarından
çıkan farklı sözleri vardır. Ki, dinde
düşülen ayrılıklar, bölünmeler ve düşmanlıkları sorguladığınız da, karşınızda “Ehli
Sünnet Velcemaat Fıkrasını bulacaksınız.
“(Resulüm!)
Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut
körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?” Zuhruf 40
“Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap
verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz
gizlilikleri hakkiyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.” Maide 109
“De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de
itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu
kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine
getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz,
doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.” Nur 54
“Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar
var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a
kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” En’am 159
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder