Her
şeyi bilmek, dikkat kesilmek, tedbir almak, müdahalede bulunmak, sarp ve sağlam
kalelerde yaşamak, güçlü olmak ile bir şey bilmemek, aldırmamak, umursamamak,
korunmasız bulunmak, tehlikeyi küçümsemek, önlem almamak ve zayıf olmanın yaşam
veya ölüm arasında mutlak bir etkisi var mıdır?
Yaşamın güvencesi ne
ise, ölmeme veya öldürülmemenin güvencesi de odur!
Ömür ruhsal olarak değerlendirildiğinde ölümsüzlük,
bedeni yani fiziki olarak ele alındığında ise ölüm vardır. Var oluş ile yok
oluş yani doğum ile ölüm arasındaki süreci ruhsal mı yoksa fiziki mi incelemek
gerektiği sorgulandığında; yaşam ve ölümün ruh ile beden misali ayrılmaz bir
bütünlük içerdiği ve ruhun bedenden süresiz ayrılmasıyla fiziki ölümün gerçekleştiği
sonucu tartışılmazdır.
Yaşam bir ölüm; ölümde bir yaşamdır. Uykunun bir
ölüm olduğu gerçeği baz alındığında her an ölüp tekrar dirilmektedir. Zaten uykudayken
bedenin durağan hal almasıyla ölüme alışık bir insanın ölme ya da öldürülme
korkusu apaçık bir çelişkidir. Yaşamı sadece nefes alıp vermekten ibaret sanan bir
düşünce ancak bitkisel hayattır. Ki, bitkiler dahi mevsimine göre ölüp tekrar
dirilirler. Lakin onlarında insan yahut hayvanlar gibi temel ihtiyaçları olan
bakıma muhtaç bulunmaları fiziki varlık oluşlarındandır.
“Allah, ölenin ölüm zamanı
gelince, ölmeyenin de uykusunda
iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte
kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler
vardır.” Zümer
42
Yaşayan her insan,
bir gün muhakkak öleceğine ve ölümü durduracak bir alternatifin olmadığını
bilir ama ölmemek için her türlü fiziki tedbirlere başvurur. Oysa ancak ruhi
tedbirlerle ölümü durdurabileceğini bilir ama yaratıcı kudreti olmadığından
başaramaz. Dolayısıyla elindeki bilimsel ve teknolojisel imkânlara rağmen çare
üretemediğinden aciz ve zayıf kalır. Bedenin ruha değil ruhun bedene hükmettiği
gerçeği çözümsüzlüğün başlıca sebebi olup, ruha kim hükmediyor ise, yaşam ve
ölümü takdir eden de O olduğundan ölmekten veya öldürülmekten kaçıp
sakınılamamaktadır.
Başta yaratıcı Allah olmak
üzere melekler ve cinler ruhsaldır. Fiziki bir bedenleri olmadığı halde yaşayan
varlık olmaları, canın bedende değil ruhta olduğuna kanıttır. Bedenin fiziki, ruhun gizli olması bedeni
fani, ruhu ölümsüz yapmaktadır. Şu halde bunlardan her birine
mahsus olmak üzere iki türlü hayatın varlığı anlaşılmaktadır. Bedeni temsilen
fani olan dünya hayatı, ruhu temsilen sonsuz olan ahiret hayatının varlığı
apaçık bir delildir ama ruhu çözmede ve denetim altına almada muktedirsiz
insan, kuramlarla ruhun mutlak varlığını ya yok sayıp yahut mutlak hükmünü
manipülasyonlarla etkisizleştirmeye çalışır.
Eğer insan, biyolojik bedenden
ibaret canlılık vasfı taşısaydı, organ nakilleri yahut yapay organlarla
ölümsüzlüğü gerçekleştirebilirdi. Lakin ruh, bedene hâkim olmasından insan öyle
mahkûm yani kuldur ki, ne zaman, nerede ve nasıl yaşayacak veya öleceğine
hükmedememektedir. Dolayısıyla ruhun emrinde olan beden ancak ruhun
direktifiyle kabiliyet kazandığından beden sadece fiziki bir mazerettir.
Dolayısıyla insanı insan yapan beden değil ruhtur! Ruh olmasaydı ne can ne akıl
ne kalp ne beyin ne beden ne de insan olmazdı.
"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!" Hicr 29
İnsan, kendini her sorunun
üstesinden gelebilecek ve her sırrı çözebilecek bilgelikte olduğunu sanarak
böbürlenir ama çok az bilgiye haiz olduğunu şımarıklığından ve kibrinden kabul
etmek istemez. Ki, ruh bir sırdır ve hakkında hiçbir bilgi verilmemesine rağmen
bilimin ruh hakkında analiz yapabilmesi ve teşhis koyabilmesi tam bir saçmalık
ve acizliğini örtbas edebilme aldatıcılığıdır. Ruh ve ruhun bedenle olan
alakası öyle sırdır ki, bilinmiş olsaydı yaratıcılık Allah’ın elinden alınıp
dilenildiği gibi hem mutlak bir güce ulaşılır hem insan yaratılır hem kâinatı
idare edebilecek bir düzen kurulur hem iradeye sahip olunur hem de ölümsüzlük
gerçekleştirilirdi.
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh,
Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” İsra 85
Ölmemek
ya da öldürülmemenin güvencesi eceldir. Eceli gelmeyen cehennem misali müthiş
bir tehlikenin içinde de olsa ne ölür ne de öldürülür. Eceli gelen ise cennet
misali bir güvenliğin ortasında olsa da ya ölür ya da öldürülür. Ki, şok yahut
mucize olarak nitelendirilen nice olaylar apaçık kanıtlardır. Bu sebeple ecelin
gelmemiş ise ölmekten yahut öldürülmekten asla korkma; ecelin gelmiş ise ne
kadar güvenli bir yerde olsan da ölümün için sınırsız sebepler meydana gelir. Kimi
vardır ölümle karşı karşıya gelerek saatlerce yardım beklemesine karşın ölmez;
kimi vardır ölmemek için dünyayı seferber ederek onca önlem ve müdahalelere
rağmen ölür. Demek ki iş bedende değil ruhtadır!
Yine de ölmemek
ya da öldürülmemek için kaygıya gerek yoktur; neden mi; gömülecek olanın beden
olması ve ruhun ölümsüzlüğünü sürdürmesindendir.
“(Resulüm!) De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız,
kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok
değildir.” Ahzab 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder