23 Ocak 2016 Cumartesi

Ölmeme ya da öldürülmemenin güvencesi!

Her şeyi bilmek, dikkat kesilmek, tedbir almak, müdahalede bulunmak, sarp ve sağlam kalelerde yaşamak, güçlü olmak ile bir şey bilmemek, aldırmamak, umursamamak, korunmasız bulunmak, tehlikeyi küçümsemek, önlem almamak ve zayıf olmanın yaşam veya ölüm arasında mutlak bir etkisi var mıdır?

Yaşamın güvencesi ne ise, ölmeme veya öldürülmemenin güvencesi de odur!
 
Ömür ruhsal olarak değerlendirildiğinde ölümsüzlük, bedeni yani fiziki olarak ele alındığında ise ölüm vardır. Var oluş ile yok oluş yani doğum ile ölüm arasındaki süreci ruhsal mı yoksa fiziki mi incelemek gerektiği sorgulandığında; yaşam ve ölümün ruh ile beden misali ayrılmaz bir bütünlük içerdiği ve ruhun bedenden süresiz ayrılmasıyla fiziki ölümün gerçekleştiği sonucu tartışılmazdır.

Yaşam bir ölüm; ölümde bir yaşamdır. Uykunun bir ölüm olduğu gerçeği baz alındığında her an ölüp tekrar dirilmektedir. Zaten uykudayken bedenin durağan hal almasıyla ölüme alışık bir insanın ölme ya da öldürülme korkusu apaçık bir çelişkidir. Yaşamı sadece nefes alıp vermekten ibaret sanan bir düşünce ancak bitkisel hayattır. Ki, bitkiler dahi mevsimine göre ölüp tekrar dirilirler. Lakin onlarında insan yahut hayvanlar gibi temel ihtiyaçları olan bakıma muhtaç bulunmaları fiziki varlık oluşlarındandır.

 “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.” Zümer 42

Yaşayan her insan, bir gün muhakkak öleceğine ve ölümü durduracak bir alternatifin olmadığını bilir ama ölmemek için her türlü fiziki tedbirlere başvurur. Oysa ancak ruhi tedbirlerle ölümü durdurabileceğini bilir ama yaratıcı kudreti olmadığından başaramaz. Dolayısıyla elindeki bilimsel ve teknolojisel imkânlara rağmen çare üretemediğinden aciz ve zayıf kalır. Bedenin ruha değil ruhun bedene hükmettiği gerçeği çözümsüzlüğün başlıca sebebi olup, ruha kim hükmediyor ise, yaşam ve ölümü takdir eden de O olduğundan ölmekten veya öldürülmekten kaçıp sakınılamamaktadır.

Başta yaratıcı Allah olmak üzere melekler ve cinler ruhsaldır. Fiziki bir bedenleri olmadığı halde yaşayan varlık olmaları, canın bedende değil ruhta olduğuna kanıttır. Bedenin fiziki, ruhun gizli olması bedeni fani, ruhu ölümsüz yapmaktadır. Şu halde bunlardan her birine mahsus olmak üzere iki türlü hayatın varlığı anlaşılmaktadır. Bedeni temsilen fani olan dünya hayatı, ruhu temsilen sonsuz olan ahiret hayatının varlığı apaçık bir delildir ama ruhu çözmede ve denetim altına almada muktedirsiz insan, kuramlarla ruhun mutlak varlığını ya yok sayıp yahut mutlak hükmünü manipülasyonlarla etkisizleştirmeye çalışır.

Eğer insan, biyolojik bedenden ibaret canlılık vasfı taşısaydı, organ nakilleri yahut yapay organlarla ölümsüzlüğü gerçekleştirebilirdi. Lakin ruh, bedene hâkim olmasından insan öyle mahkûm yani kuldur ki, ne zaman, nerede ve nasıl yaşayacak veya öleceğine hükmedememektedir. Dolayısıyla ruhun emrinde olan beden ancak ruhun direktifiyle kabiliyet kazandığından beden sadece fiziki bir mazerettir. Dolayısıyla insanı insan yapan beden değil ruhtur! Ruh olmasaydı ne can ne akıl ne kalp ne beyin ne beden ne de insan olmazdı.

"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!" Hicr 29
 
İnsan, kendini her sorunun üstesinden gelebilecek ve her sırrı çözebilecek bilgelikte olduğunu sanarak böbürlenir ama çok az bilgiye haiz olduğunu şımarıklığından ve kibrinden kabul etmek istemez. Ki, ruh bir sırdır ve hakkında hiçbir bilgi verilmemesine rağmen bilimin ruh hakkında analiz yapabilmesi ve teşhis koyabilmesi tam bir saçmalık ve acizliğini örtbas edebilme aldatıcılığıdır. Ruh ve ruhun bedenle olan alakası öyle sırdır ki, bilinmiş olsaydı yaratıcılık Allah’ın elinden alınıp dilenildiği gibi hem mutlak bir güce ulaşılır hem insan yaratılır hem kâinatı idare edebilecek bir düzen kurulur hem iradeye sahip olunur hem de ölümsüzlük gerçekleştirilirdi.

“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” İsra 85  

Ölmemek ya da öldürülmemenin güvencesi eceldir. Eceli gelmeyen cehennem misali müthiş bir tehlikenin içinde de olsa ne ölür ne de öldürülür. Eceli gelen ise cennet misali bir güvenliğin ortasında olsa da ya ölür ya da öldürülür. Ki, şok yahut mucize olarak nitelendirilen nice olaylar apaçık kanıtlardır. Bu sebeple ecelin gelmemiş ise ölmekten yahut öldürülmekten asla korkma; ecelin gelmiş ise ne kadar güvenli bir yerde olsan da ölümün için sınırsız sebepler meydana gelir. Kimi vardır ölümle karşı karşıya gelerek saatlerce yardım beklemesine karşın ölmez; kimi vardır ölmemek için dünyayı seferber ederek onca önlem ve müdahalelere rağmen ölür. Demek ki iş bedende değil ruhtadır!    

Yine de ölmemek ya da öldürülmemek için kaygıya gerek yoktur; neden mi; gömülecek olanın beden olması ve ruhun ölümsüzlüğünü sürdürmesindendir.  


(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 16

Hiç yorum yok: