Nefis başka ne istesin ki?
Ah birde, sahip olduklarını muhafaza
edebilse; ölümüne dek hiç kaybetmese; ölümü durdurup elindekileri bırakmasa;
diriyken kimse yanına yaklaşamayıp gıpta ile izlenirken, ölümüyle birlikte bir
çukura atılmasıyla etrafında haşereden başka kimsenin kalmamasını önleyebilse…
Makedonya
Kralı İskender, bir gün seferden dönerken yolu üzerinde bulunan bir yarım adaya
uğramış. Ada halkı öylesine akıllı, zeki, bilgili ve meziyet sahibiymiş ki,
İskender’in hayranlığını ve takdirini kazanmışlar. İskender, onlara, “Dileyin benden ne dilersiniz” demiş.
Ada halkı, İskender’in yüzüne bakarak, “Ya İskender!
Sen bize ne verebilirsin ki?” yanıtında bulunmuşlar. İskender de “Ben, dünyayı titreten ve önümde diz
çöktüren büyük Kralım, dilediğiniz her şeyi verebilecek güç ve kudrete sahip
tek hükümdarım!” diyerek, büyük bir üstünlük ve azamet içinde böbürlenmiş.
İnsanlar,
“Peki, senden üç şey isteyeceğiz; ilki, bize ölümsüzlük
verebilir misin?” diye sormuşlar. İskender, “Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin ölümüne engel
olamazken, sizinkini nasıl engelleyebilirim?” cevabını vermiş. İnsanlar, ikinci
talepte bulunarak; “Bize belli bir
süre yaşama garantisi verebilir misin, ecelimizi teminat altına alabilir misin?”
İskender, bu soruya da hiddetlenerek, “Ben
bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum, size nasıl sağlayabilirim?” diye yanıtlamış. Ve üçüncü olarak, “Peki senden son şey isteyeceğiz. Yaşamımız boyunca
hiç hasta olmayıp sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?”
İskender iyice hiddetlenerek, “Bunlar
nasıl istekler ki, hiç yapmaya kudretim olmayan şeyleri benden talep
ediyorsunuz!”
Bunun
üzerine insanlar; “Öyleyse ya İskender; madem bunları bize verebilecek
gücün yoktu, neden bize ‘Dileyin benden ne dilersiniz, dünyayı boyunduruğu
altında bulunduran, her şeye gücü yeten ve isteklere karşılık verebilen’ olarak
kendini tanrılaştırıyorsun? Eğer bize vermeyi düşündüğün yiyecek, içecek, giyim,
ilaç veya benzeri geçici şeyler ise, onları her halükarda azda, zorda olsa temin
edebilmekteyiz, ecelimiz gelmediği ve hayatta kaldığımız sürece zaruri
ihtiyaçlara bir şekilde ulaşabilmekteyiz.”
İskender,
duydukları bu gerçekler karşısında sanki
savaşta mağlup olup esir düşmüş bir komutanın haleti ruhiyesiyle bir hiç olduğunu anlamanın ezikliği ve
acziyeti içinde boynu bükük oradan
uzaklaşmış.
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı,
yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı
mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” Hud 6
İnsanoğlunun
gerçekler karşısındaki inanılmaz tavrı, tıpkı üzerine ölü toprağı serpilmiş
ruhsuz bir ceset gibidir. Geçici ve sürekliliği olmayan ve de benliğini azdıran
makam, başarı, kazanç, zenginlik, şöhret, iktidar ve zaferlere karşı müthiş
zaafı ve aleyhindeki oluşumları önleyememe dayanıksızlığı, akılsal ve mantıksal
teorileri darmadağın yapmaktadır.
Teoride
tarif edilen zihinsel fonksiyonların ve iddia edilen özgür iradenin olması
gereken yaptırımıyla eylem aşamasındaki aykırılığına bir açıklama ve çözüm
getirilememekte; mantıkla duyguların, özgür irade ile kaderin çatışması ne
giderilebilmekte ne de düşünülen ve dilenilen bilimsel savlar gerçekleştirilebilmektedir.
İnsanoğlunun
mutlak bir egemenliğe, fayda veya zarar sağlamasına, dilediğini yapabilecek
özgür bir iradeye kavuşamaması, ne kadar karşı çıksa da kulluğunun bir
sonucudur. Yaratıcıya karşı güdülen benlik, şeytanın misyonu gereği kadersel dürtüden kaynaklanmaktadır. Meleklere ve
peygamberlere dahi
verilmeyen iradesel başarı, kazanım, zafer ve iktidar gücünü insanoğlunun
sahiplenmek isteyerek hâkimiyet
kurma hırs ve ihtirası, nefsinin tanrılaştırma kışkırtmasındandır. Yaratıcıyı
değil de hilkatteki eşlerini güçlü ve egemen kabul edebilmeleri, şeytani bir
sapmadır.
İnsanın
başarısı, şöhreti, ilmi, zaferi ve gücü ne olursa olsun, sahip olduğu iktidarı
kendi yaratmadığı ve meydana getirmediği için muhafaza edememekte, yaratılan
canlı veya cansız her varlık gibi belirlenmiş süresi dolduğunda geldiği hiçliğe
geri dönmektedir. O süre zarfında ister bir karınca ya da aslan, ister bir köle
yahut kral, ister bir yoksul veya zengin, ister bir çakıl taşı ya da koca bir
dağ, ister küçücük bir örgüt ya da dünyanın en güçlü devleti olsun, her şey
gibi sonunda yok olmaya mahkûmdur. Geçici emanetsel bir başarı, zafer,
zenginlik veya iktidarlık, şeytanın aldatmada kullandığı en önemli nefsi araçlardır.
Makedonya
Kralı İskender, muhteşem hazinelere
sahip ve dünyayı titreten Pers Kralı Darius’u yenilgiye uğratmasıyla, kralın
savaş meydanından kaçarken kendi askerleri tarafından ihanete uğrayarak yaralanması
akabinde ölümüne ramak kalmışken söylediği son söz; “Yaşadığım gibi şanıma lâyık bir biçimde
ölemediğime ve bir pislikmiş gibi güvendiğim askerlerim tarafından öldürüldüğüme
kahrediyorum.”
Yaşarken sahip olduklarını bilgi ve iradesi ile elde
ettiğini sanan, neden ölürken başaramıyor?
“Yaşamanın sırlarını bileydin ölümün sırlarını
da çözerdin. Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok. Yarın, akılsız neyi
bileceksin.” Ömer Hayyam
“De ki: Ben de ancak sizin gibi
bir insanım. Bana ilahımızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık O’na
yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder