Yorumsuz!
Esselamu aleykum ve rahmetullah
Türk Modeli ve Erdoğan tecrübesi… Bu tecrübe,
Müslümanların, pozitif hukuka dayalı sistemlerde siyasete katılmasının doğru
olduğunu gösteren başarılı bir tecrübe midir?
Kardeşlerim, bu konuşma; Erdoğan’ı seviyor muyum yoksa
ondan nefret mi ediyorum diye görmek isteyen duygusal kişilere yönelik değil.
Bu sadece, ümmetin durumunu ıslah etmek isteyen bazılarının örnek aldığı,
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin metodunu tartışmak içindir.
Tartışmamızı maddeler halinde yapacağız:
İlk olarak: Türkiye tecrübesi başarılı mı?
Cevaplamadan önce şunu söyleyelim: Bu soruyu soran
başarıdan neyi kastediyor?
Eğer başarıdan kastettiği, yaşam standardının ekonomik olarak yükseltilmesi ise
bunun Erdoğan ve partisinin gölgesinde gerçekleştiğinden şüphe yok. Ki bu;
Budist, dinsiz ve Hıristiyanların liderliğinde Japonya, Çin ve Almanya’da da
gerçekleşmiştir.
O halde iktisadi refah, metodun doğruluğuna delil
teşkil etmiyor. Bununla beraber metottaki eksiklikleri ispat etmek için, bu
refahı inkâr etmeye çalışmamızı da gerek yok, çünkü bu ikisi arasında bir
ilişki olması şart değil.
Eğer başarıdan kasıt, kamu malları ve Müslüman kadının
başını örtme hakkı gibi bazı hakların sahiplerine geri verilmesi ise, evet…
Erdoğan ve partisi bunu gerçekleştirmiştir. Aynı şeyi Hıristiyan ve dinsiz
liderler de Avrupa’da gerçekleştirmiştir. Mesela engizisyon mahkemeleriyle
yıllarca yaşamış Endülüs’te bugün ibadetlerini aleni olarak yapabilen
Müslümanlar var.
O halde bazı dini hürriyetlerin verilmesi de metodun
doğruluğunu göstermiyor. Bununla beraber bu hürriyetlerin faydasını inkâr etmek
ve metottaki yanlışları ispat etmek için değerini düşürmek hakkımız olmadığı
gibi yine başlangıçta bu metoda bağlanmak ya da ona mecbur olmak da hakkımız
değil.
Kardeşlerim, ikinci olarak: Erdoğan’ın yaptığı icraatlardan bazıları, Allah Teâlâ’nın herhangi
bir projenin ilerlemesi için vesile kıldığı unsurların bir neticesidir. Bu
proje İslami olsun veya olmasın veya bu vesileleri Müslümanlar ya da diğerleri
yerine getirsin durum aynıdır. Bu vesilelerden bazıları ise; Müslümanların
ihtiyaç duyduğu Yerbilimleri’nde uzmanlık, yönetim, planlama, sıkı çalışma yine
kişisel liderlik özelliklerinden, dürüstlük, doğruluk, müsamaha, dirayet, alnın
ak olması ve diğer başka özelliklerdir.
Mevcut pozitif sistemlere katılmanın haram olduğunu
ifade etmek, Türkiye tecrübesinde bu bahsedilen güzel unsurların bulunduğunu
inkâr etmemiz demek değildir. Bununla beraber Türkiye tecrübesinin
icraatlarının hepsini, siyasete katılmaya dayandırmak da gerekmez. Yani
çıkarımımız şöyle olmamalı: “Erdoğan’ın partisinin “başarı” sebebi demokrasiyi
benimsemeleridir.” Aksine şöyle olmalıdır: “ Demokrasiyi benimseyen bu parti
herhangi bir proje için gerekli olan faydalı vesileleri kullandı, öyleyse
İslami bir projede de, zaten sebeplere sarılmayı emreden Allah’u Teâlâ’nın
emrine icabet ederek, bu vesileleri kullanmak gerekir.
Kardeşlerim, üçüncü olarak: Müslümanlar olarak bizler, dünyada bir vazife için bulunduğumuza iman
ediyoruz ve bu yüzden de başarıyı, inandığımıza inanmayanların tanımladığı gibi
tanımlamıyoruz. Bizler başarıyı, Allah Teâlâ’nın şu ayetinde tanımladığı gibi
tanımlıyoruz: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet
edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir.
İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder,
Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta
kendileridir.” (Nur-51-52)
Kurtuluş ve zafer ancak, Allah’a ve Resulü’ne mutlak
itaatle ve ümmetin ilerlemesi, ıslahı ve değişimi yolunda onları tam olarak
hakem kılmakla olur. O halde Türkiye tecrübesi başarılı mı değil mi bilmemiz
için, bu şartlar bu tecrübede tahakkuk etmiş mi etmemiş mi buna bakmalıyız.
Adalet ve Kalkınma Parti’si Türkiye’deki yönetim
sistemine katıldı ve bu uğurda da devletin laikliğini muhafaza edeceğine dair
teminatlar verdi. Aslında en doğrusu o, devleti laikleştirdi. Çünkü Türkiye
devleti, askerin yönetimi altındayken fiili olarak laik değildi. Aksine
özellikle İslam’a düşman ve başörtüsü gibi, Müslümanların kişisel dini
şiarlarını uygulamalarına engel durumundaydı. Erdoğan hükümeti İslam’a;
Türkiye’deki diğer dinler gibi muamele etmek ve Müslümanlara kişisel dini
şiarlarını uygulamalarına izin vermek üzere geldi. Yani devletin yasalarına
aykırı olmayan kişisel dini şiarları yasaklamaksızın, dini devletten ayırarak,
laikliği asıl mefhumuyla tahakkuk ettirmek üzere geldi. Ve bunda da
Müslümanlara nefes aldıran bir durum vardı.
Fakat bu ne İslami ne de İslamî’ye benzer bir
durumdur. Aksine bu; otoritenin tamamını Allah’a ait kılmaktan sapmanın
şekillerinden bir şekil olarak tamamen laik bir durumdur. Erdoğan, askeri
yönetimden daha az baskı içeren şer-i olmayan bu durumu sağlamlaştırıyor, onu
benimsiyor, yayıyor ve ideal ve nihai bir hedef gibi halkları ona teşvik
ediyor.
Bunu, Ocak olaylarından sonra, Kahire’de yaptığı
konuşmasında şöyle ifade etmişti: “Türkiye demokratik ve laik bir hukuk devleti
olarak, laiklik ilkesini uyguluyor ve bütün dinlere eşit mesafede duruyor.” Ve
yine Mısırda anayasayı yazmakla görevli olanları, bütün dinlere aynı mesafede
duran bir anayasa yapmaya teşvik etti. Yani Allah’ın buyruk ve hak olan dinini,
beşerin buyruğu ve batıl-münharif dinleri gibi yapmak…
Yine benzer bir vurguyu İslam Ortak Pazar’ı
kongresindeki bir açıklamasında da yapmış ve “Hangi proje dini veya etnik bir
esas üzereyse başarısızlığa mahkûmdur” demişti. Erdoğan gerçek laikliği hiçbir
zorlama olmadan, gönüllü olarak yayıyor, yine o ve partisi cüzî menfaatler için
şirk içeren batıl şeyleri onaylıyor ve yasama yetkisini Allah dışında, insana
ait kılan hükme iştirak ediyor… Yani şu kuralı reddeden hükme… : “Aralarında
hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü
ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa
erenlerdir.”
Erdoğan’ın değiştirme alanı davranışsaldır, değer
odaklı değil. Yani O, devletin temel değeri olan “ Laikliğe” dokunmuyor. Ve
bilinen bir şeydir ki değerler, siyasi sistemin en derininde yer alır ve
onların değiştirilmesi, sistemin gerçekten değiştirilmesi anlamına gelir. Ancak
Erdoğan şeriatı; sistemi değiştirecek ve ardından uluslar arası sistemin
çıkarlarına etki etmeye neden olacak, tam bir değerler manzumesi olarak
benimsemedi.
İşte bu da Amerika Stratejik Planlama Merkezleri’nin
çok iyi anladığı bir şey. Şöyle ki RAND( düşünce kuruluşu), Amerikan Savunma
Bakanlığı tarafından desteklenen ( The Rise of Political Islam in Turkey-) yani
“ Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” başlıklı araştırmasında Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin, Türkiye’de şeriatı ikame etmeye çalışmadığını yazdı. Bu
da Batı’nın; Asya’nın veya Afrika’nın en uzaklarında, fakir bir devlette bile
olsa uluslararası oyunun kurallarından kaçmaya çalışan hiçbir örneğe tahammül
edemezken ve Afganistan, Somali ve Mali’de olduğu gibi hemen çökertmeye
çabalarken; Türkiye gibi etkili bir devlette bu örneği nasıl kabul ettiğini
açıklıyor.
Erdoğan sadece en önemli ilkelerden vazgeçmedi. Aksine
icraatlarında dahi şeriattan ayrılan bir yol izledi. Türkiye’deki İktisadi
refahın bir kısmı; zikrettiğimiz gibi dürüstlük, yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetimin
sonucudur. Ama bu refah, fasit Kapitalist sistem üzerine kurulmuştur. Yani bu
refah, Erdoğan hükümetinin krediyle aldığı faizli borçlara, İslam’daki
şirketleşme şartlarına uymayan ve Türkiye sahillerini çıplak turizme kiralama
gibi de hiçbir yasaktan imtina etmeyen gayri şer-î anlaşmalara dayanıyor.
Yine birçoğunun bilmediği şey şu ki Türkiye İMF’e olan
borçlarını kapatmasaydı Türkiye’nin toplam borcu (Public Dept Management
Report)’ göre 367,343 milyar dolara ( yani yaklaşık 367 milyar dolar) ulaşmıştı.
Ki bu rakam Adalet ve Kalkınma hükümetinin öncesinden kat kat fazladır. Ancak
Kapitalist ölçekle Türkiye ekonomisi başarılı sayılıyor. Çünkü ekonomik
kalkınma ve gayri safi milli hasıla bu borçlar ve bunun neticesindeki faizlerle
beraber yürüyor. Güçlü bir ekonomi ama tamamıyla kapitalizmin temellerine
dayanmış bir durumda…
O halde bu açıklamaya göre de Erdoğan ve partisi
başarılı değil. Çünkü fürular (dallar-ayrıntılar) için asılları (temelleri)
zayii ediyor. Onu başarılı kabul etmek, Rasulullah’a Mekke’deki Dar’un Nedve’ye
katılması ve Kureyş’i bulunduğu hal üzere onaylaması teklif edilseydi, ona tabi
olan mustazafları rahatlatmak karşılığında bunu kabul ederdi demeyi gerektirir
ki, Rasulullah’ı bundan tenzih ederiz.
Bazılarının zannettiği gibi bizim sorunumuz;
Erdoğan’ın hala bazı bozukluklara son vermemesi ya da dini tam olarak ikame
etme mertebesine ulaşmamış olması değil. Sorunumuz; onun metodunun, yasama
yetkisini Allah’a ait kılmak, bu esas üzere ikame olmamış her nizamdan çekilmek
ve hatta onu değiştirmek için çabalamak gibi başlangıçta dinin en önemli
kaidelerini bozuyor olması. Yine onun araçları da, İslam’a muhalif olan
kapitalist sisteme bağlı bir durumdadır.
Kardeşlerim, hakikat şu ki bu sözleri, yüreğinde
tevhidin değeri çok yüce olanlar sadece idrak edeceklerdir. Ama kimi de
ekonomik refah ve Müslümanların şahsi işlerinin kolaylaştırılması fitneye
düşürdüyse o kimse bunları; yasamada ve hayatın her alanında Allah’ın emrine
başvurarak Allah’ı birlemeyi kurban etme karşılığında, mazeret görecektir.
Dördüncü olarak: “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sağladığı hürriyetler ve ekonomik kuvvet,
Allah’ın dinini ikame etmek için bir ön adımdır” denilecektir.
Bu soruya şu yaklaşımlarla cevap verilebilir:
İlk olarak: Bizler
itaatle ve güzel bir şekilde tabi olmakla mükellefiz, haram yolla da olsa
iktidar için çabalamakla değil. Allah Teala buyuruyor ki “Allah, içinizden iman
edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan
öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve
iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe
çevirecektir.”(Nur-55)
Bizler “iman edenler ve salih amellerde bulunanlar”
dan olmakla ve bunun dışında da iktidar için hiçbir yasak vesile kullanmamakla
görevliyiz. İşte o zaman iktidar Allah tarafından temin edilmiştir. Tabi ki
-Allah tarafından- bu muktedir kılınma, sadece cüzî bazı dini hürriyetlerle
değil, aksine ülkenin uluslar arası sisteme kulluktan kurtulacağı bir
iktidardır.
Yani Türkiye’nin; Kapitalist ekonomiye rehin
kalmadığı,“ teröre” karşı savaşta Afganistan’ı işgal eden NATO’ya ortak
olmadığı bir iktidar… Yine Batı Planlama Merkezleri’nin laiklik ve demokrasiyle
uyumlu, ılımlı İslam’a model olarak görmediği, desteklenmesi ve “radikal”
İslam’ın büyümesinin engellenmesi için Müslüman halkalara örnek olarak
sunmadığı bir iktidar. Tıpkı “Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” adlı
araştırmada zikredildiği gibi…
İktidar; bu iktidarda olan Müslümanların; mustazaflara
– Suriye’de olduğu gibi – gerçekten destek olmaya çabalamasıyla olur. Yıllar
geçerken, sınırın diğer tarafında Müslümanların katledilmesiyle değil.
Yine gerçek iktidarda, Marmaris’teki gibi çıplak
plajlar, İsrail diye isimlendirilen devletle medya açıklamalarına rağmen samimi
ekonomik alakalar da görmeyiz.
İkinci olarak; Erdoğan’ın
gerçekleştirdiği şeyin, Allah’ın (vâd ettiği) iktidara belli bir oranla da olsa
gerçekten zemin oluşturacağını farz etsek bile, bu onun demokratik yönteminin
doğru olduğunu göstermez. Ebu Talip’in Rasulullah’a destek olması, davetini
yaymaya imkân vermesi, müşriklerin eziyetlerini ondan savması. Bu; Ebu Talip’in
içinde bulunduğu şirkin doğru olduğu anlamına mı gelir? Ya da Rasulullah amcasını
şirki üzere kalmaya ve müşriklerin amcasını putlarına secde ederken görerek
kabul edip de böylece kendini saklayacak bir perde olmaya mı çağırdı? Yoksa
hayatının son lahzasına kadar onu İslam’a mı çağırdı?
Eğer Rasulullah amcasının şirki üzere kalmasının
daveti için daha faydalı olduğuna inansaydı, onun İslam’a girmesi talebinden
vaz mı geçerdi? Rasulullah buyurdu ki: “ Allah bu dini facir kimse eliyle veya
değersiz kavimlerle de destekler.”
Bu örnek; Erdoğan’ı facir ya da başka bir vasıfla
vasıflandırmak ya da Ebu Talib’i, İslam’a bağlı olduğunu beyan eden Erdoğan’la
bir tutmak için değil. Bu sadece şu kaideye işaret etmek için: Bir şeyde güzel
sonuçların olması, tutulan yolun doğru olduğu anlamına gelmez.
Üçüncü olarak kardeşlerim: Bazı şeylere belli ölçüde sevinebiliriz, ama şer-î olarak, ona sebep
olan şeyleri kabul edemeyiz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişi,
Müslümanların nefes almasına ve açıktan İslam’a düşman olan makamlara engel
olmaya neden oldu. Bu neticelere; tertemiz bir davet ve gelecekte gerçek bir
iktidara ortam hazırlamada rolü olabilir diye belli bir oranda seviniyoruz. Ama
bu; partinin pozitif hukuka (dayalı sisteme) katılmasını onaylamak ve ona bu
konuda yardımcı olmak demek değildir.
Son olarak kardeşlerim, birileri “Erdoğan,
Müslümanların diğer idarecilerinden daha iyi değil mi?” diye sorabilir.
Erdoğan için zikrettiğimiz bu olumsuzluklara,
biliyoruz ki diğer Müslüman toplumların İdarecileri; hıyanet, apaçık ajanlık,
zillet, açık zulüm, fesat, dinle savaş gibi başka olumsuzlukları da eklediler.
Bu yüzden de biz Erdoğan’a hidayet için dua ederken bunlara helak olmaları için
dua ediyoruz. Lakin biz Türkiye modelinden bahsediyoruz. Çünkü insanlar bununla
fitneye düştüler; İslam’a ulaşmak için bir merhale saydıkları İslam’a muhalif
olan metoduna, dilleri ve gönülleri razı oldu, böylece de akideleri kirlendi.
Yine onlardan bazıları; Erdoğan’ın metodunu,
demokrasisini ve laikliğini, Asil olan İslam nizamına göre “bu zamana daha
uygun”, “alternatif” ve “nihai bir hedef” olarak kabul ettiler!
O’ndan bahsediyoruz çünkü o, bu kimselere, Allah’ın ve
Resulü’nün buyruğundan ayrılan yolları, ıslah için kullanma gibi boş bir umut
veriyor.
Allah’tan bu kimselere, Erdoğan’a ve partisine hidayet
etmesini diliyoruz.
Vesselamu aleykum ve rahmetullah
Dr. İyad Kunaybi