Neden?
Yaratıcım Allah’ın indirdiği anayasaya ile
yönetmeyip seküler rejime bağlı bulunmasından! Dolayısıyla Allah’ın helal
kıldığını haram, haram kıldığını helal kabul eden yasalarla iktidarlığı yürüten
bir meclisi ve hükümeti destekleyebilmem söz konusu değildir.
Nasıl ki kimi Kemalist, kimi solcu, kimi
laik, kimi milli görüşçü, kimi Türk yahut Kürt milliyetçisi, kimi gülenist, kimi
Zerdüşt, kimi PKK’lı, kimi Marksist, kimi İsrail yanlısı, kimi LBGT’ci olmasından
Ak Partiye karşılar ise, ben de şeriatçı olmamdan karşıyım.
Tamamı hümanist maskesiyle dolaşan
politikacılar ve sesi çıkanlar ne derler; aman kutuplaşmayalım, saflara ayrılarak
bölücülük yapmayalım! Böylesine köklü bir farklılığın yaşandığı bir düşünce ve
inanç düzeyinde tek yürek olabilmek mümkün müdür? Allah, Kur’an’da insanları
saflara ayırmış; mümin, kafir, münafık ve fasık yaftalarıyla birbirlerine
düşman kılmıştır. Öyleyse geriye ne kalıyor, herkesin içinde yaşadığı Türkiye!
Eğer öncelik, her kesimin yaşadığı Türkiye
ise, vatanın yitirilmemesi ve ülkeye hiçbir açıdan halel gelmemesi adına Türkiye
için fedakarlıkta bulunmaktır. İşte bu
sebeple Başbakan Erdoğan ve Ak Partiyi desteklemekle yükümlüyüm!
Her ne kadar diğerleri gibi çıkarsı bir
nefis arayışı gütmeyip tamamen Allah’ın hükümlerinden yana bir talebim var ise
de, sırf ülkemin istikrarı, sosyal, siyasi ve ekonomik krizleri yaşayıp haçlı-siyonist
avcıların iştahlarını kabartmamak adına Başbakan Erdoğan diyorum!
Haydi, Başbakan Erdoğan değil de
Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kamalak veya Öcalan diyeyim.
Türkiye ve içindeki 75 milyonun refahı,
huzur ve güveni; umut bekleyen din kardeşlerimiz; soydaşlarımız ve zulüm
altında inleyen insanların durumu ne olacak? Acaba haksızlıkların karşısında
Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kamalak veya Öcalan’ın sesleri çıkıp hiçbir nefsi çıkar
gözetmeksizin hakkı ve adaleti savunabilecekler mi? Uluslararası siyasi ve
ekonomik arenada söz sahibi olabilecekler mi? İstikrarı sağlayıp düzeni
muhafaza edebilecekler mi? Ekonomik kalkınmayı ve yatırımları devam
ettirebilecek, krizlerle baş edebilecek ve devleti işletebilecekler mi?
Yatırımcılara ve sağlanan kaynaklara güvence verebilecekler mi? Milletin
tamamını kucaklayabilecek ve ayırım yapmaksızın hizmet götürebilecekler mi? En
önemlisi dik durabilecekler mi?
Milletin tamamını kucaklayabilecekler mi
diye sormuştum; aslında seçim mitingleriyle kanıtlıdır. Başbakan Erdoğan
dışında illerin tamamına gidebilen bir lider var mı? Oysa Türkiye’de
iktidarlığa aday bir liderin milletin tamamına sarılması gerekmez mi? Gitmekten
sakınan bir lider, Türkiye’yi yönetebilir mi? Dolayısıyla yolsuzluk ve
hırsızlıkla suçlanan bir lider meydanlara çıkıp yüzbinlerce insan tarafından
karşılanmaz ve namusluyum diyenlerde birkaç yerde yaptıkları mitinglere mahkûm
kalmazlardı!
Türkiye’yi
dünya güçleri arasına sokarak milletine onur kazandıran, cumhuriyet tarihi
boyunca hayali bile kabil olmayan kalkınma ve ilerlemelerle Türkiye’yi gündeme
oturtup hayran bıraktıran, dünya ekonomik krizle boğuşurken halkına
yansıttırmayan, duraksama yapmadan yatırımlara devam eden, ezilenin yanında
durarak hem ecdadını sevindiren hem de insanlığı yücelten, atılan her adımda eserlerinden yürünen ve
faydalanılan, ekonomik kalkınma için girmediği tek bir yer bırakmayan, halkının
refah yaşayabilmesi ve onurlu bir kimliğe sahip olabilmesi için dur durak
bilmeden çalışan, devlet ve milleti adına şantaj ve tehditlere göğüs geren,
dahili ve harici hiçbir sömürücüyü hükümetine ortak kılmayan, ülkenin birlik ve
beraberliği için iktidarlığını riske atan, harici ve dâhili düşmanlara karşı
dik duran, hain emellere taviz vermeyen, nefsi adına hainsi pazarlıklara ve
işbirliklerine yeltenmeyen Başbakan Erdoğan’ı yolsuzluk ve hırsızlık yapmakla
suçlamak; en hafifinden nankörlük, alçaklık ve ihanettir.
Ki, aslında suçlanan sadece
hükümet değil, hükümeti iktidar yapan milletin yarısıdır, hatta tamamıdır.
Çünkü Başbakan, Türkiye’nin temsilcisi ve şerefidir!
Kendilerinin
olası bir iktidarlığında yolsuzluk ve hırsızlık yapmayacaklarına dair
teminatları nedir? Nefis taşıyan bir insanın hatadan ve yanlıştan münezzeh
olabilmesi mümkün müdür? Her biri geçmiş yıllarda iktidar olmuş ve ülkeyi Ak
Parti dönemindeki gibi ne kalkındırabilmişler, ne dünya piyasalarına güvence
verebilmişler, ne yatırımcıları teşvik edebilmişler, ne de uluslar arası
zeminde söz sahibi yapabilmişlerdi. Madem namusluydular, yolsuzluk, rüşvet ve
hırsızlık gibi ahlaksız suçlara bulaşmamışlardı; neden ülkeyi
kalkındıramamışlar ve Ak Partinin kazandırdığı eserlerin onda birini dahi
başaramayıp, bir de milletin hazinesine on milyarlarca dolar borç
bırakmışlardı?
Muhalefetin durumu; ömründe ciddi bir para veya
iktidar ve vamp bir kadın görmemiş birinin “dürüstüm ve namusluyum” demesine
benzer.
İşin
en ilginç olanı da, Ak Parti 12 yıldır iktidarda olmasına rağmen, sadece Reza
Zarrab adlı bir işadamıyla konumlandırılarak yolsuzluk ve rüşvetle
suçlanmasıdır. Oysa yolsuzluk ve rüşvete bulaşmış bir iktidar, sadece bir
kişiyle mi yetinir? Ayrıca Reza Zarrab ile ilişkisi olduğu iddia edilen
bakanların, devleti zarara uğrattıklarına dair kanıtlar ortaya konmalıdır.
Sadece hediye, para alış verişi suçlaması yeterli değildir. Devlet zarar görmüş
mü görmemiş mi asıl üzerinde durulması gereken konudur. Bilmeyenlere diyeceğim
odur ki, hiçbir siyasi kimliğim ve devlet görevim olmadığı halde iş hayatım
sırasında ipek halılar hediye etmiş, yüz binlerce dolar değerinde saat dahil
hediyeler almış, özel uçaklarla alınarak söz konusu ülkelere girmiş, kral
dairelerinde ağırlanmış ve itibar görmüşümdür. İlişkilerin samimiyetini ve
cömertliğini bilmeyenlerin ulumaları, sokaklardaki köpekten farksızdır!
780.000
kilometre kareyi yatırımlarla donatmış bir iktidarın yolsuzluk yapabilmesi ve
kursağından haram lokma geçirebilmesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü haram
yani yolsuzluk, uyuşturucudan daha kuvvetli bir alışkanlıktır; azan nefsi
doyurabilmek ve sınır vurabilmek imkânsızdır. Dolayısıyla ortaya çıkan
eserlerin hiçbiri yapılamaz ve geçmiş hükümetlerde olduğu gibi hazinede tek
kuruş bırakmazdı!
Ancak
şu olmuş olabilir; şayet herhangi bir yatırımcı ve işadamının kazancından ki, o
kazançta hükümet üyelerinin hiçbir kayırımı mevzubahis değil ise, hizmet adına
cüz’i bir pay alınmış olmaları ve nefisleri için harcanmadıkları müddetçe
meşrudur ve helaldir. Öyle olmasaydı para toplayan tüm hizmet kuruluşlarını
hırsızlıkla suçlamak gerekmez mi? Örneğin F.Gülen’in yoksul talebelere eğitim
vermek amacıyla zekât, sadaka ve kurban adına topladığı paralarla kiliseleri
tadilat ettirmesi, papaz okullarına yardım yapması, hükümetleri devirebilmek,
şantajda bulunmak, siyasi nüfuz elde edebilmek için kurduğu istihbarat örgütü ve
hakkında olumlu haberler çıkartabilmek için savurduğu paralar sorgulandığında,
yeryüzünün en büyük hırsızı, yolsuzu ve rüşvetçisi olduğu ortaya çıkacaktır.
Sadece
Saadet Partisine bir sorum var! Arkadaş, siz de seküler rejimin bir partisi
değil misiniz? Öyleyse dinen Ak Partiden ne ayrıcalığınız ya da üstünlüğünüz
var ki, Müslümanlar sizi tercih etsin? İktidarlığınız ancak 1 yıl sürmedi mi;
iktidarda kaldığınız sürece müspet ne yaptınız; dik durabildiniz mi;
haksızlıklar karşısında dilsiz şeytana dönüşmediniz mi? Detaya girmeyecek ve Ak
Partiden üstün olduğunuzu kanıtlayan tek bir neden gösterin, size oy vereceğim.
Aksi takdirde içinde bulunduğumuz hayati seçimlerde hırsınıza, hasedinize ve
nefsinize soluk verin ki, ihanet edenlerden olmayınız!
Türkiye
için her vatandaşın yapması gereken, dik duranı ve çalışanı desteklemesidir. Eğer
düşünce ve ideoloji açısından tercihe kalkarsak, bataklıktan çıkabilmemiz ve
dalaşmaktan sıyrılabilmemiz söz konusu değildir. Çalışan dururken neden
başkasını tercih edelim? Unutmayınız ki nankörlük ve ihanet, izzetli Müslüman
milletimize yaraşmaz!
Nankörlük ya da ihanet etme
ki, ne nankörlükle ne de ihanetle karşılaşasın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder