Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu, hemşerisi Konyalı işadamlarınca Yemen’de yaptırılan
Türk Okulu’nun açılış töreninde; “Şehitlerimizin kanı ne kadar aziz ve mübarek ise bu kampüsü inşa etmek için
ter döken kardeşlerimizin teri de o derece aziz ve mübarektir” sözleri; hem İslam’ın hem kötüye
karşı verilmesi gereken cezai mücadelenin hem de barış ve adaletin özünü tahrip
eden fevkalade vahim bir
hezeyandır.
Bu düşünce, hak
ve adaleti sonlandıracak ve şeytanı egemen kılacak öylesine materyalist köklü
bir anlayıştır ki, ancak kendini nefse adamış ve dünyaya meyletmiş mahlûkların
tamamen çıkara dayalı hilesel yönlendirmeleridir.
Bir tarafta
dünyayı ahret karşılığı satan iman ehli ile diğer tarafta hizmet
manipülasyonuyla nefsin peşinde koşanları müsavileştiren Davutoğlu’nun Allah
adına değil şeytan adına şahitlik yaptığı sözleriyle anlaşılmaktadır.
Davutoğlu,
Fetullah Gülen fıkhı doğrultusunda şehit kanı gibi yüce bir fedakârlığı nefsi terle
özdeşleştirerek, gerek Allah’ın şehitlerle ilgili ölümsüzlüğüne muhalefet etmiş
gerekse kötülüğe karşı denge sağlayıcı cihadı etkisizleştirme cihetine
gitmiştir. Zaten Gülen misyonu, haçlı istilası ve mezalimine tehdit olan cihadı
engelleyebilmek için İslam âlemini seküler eğitim ve kölesel barışla diz üstü
çöktürmektir.
Takvanın,
imanın ve cennetin ancak şeytana karşı mücadele sonrası şehitlik ya da
gazilikle kazanılabileceğini buyuran Allah’ın hükümlerini yok sayarak, Türkçe
Olimpiyatları çerçevesinde şarkıcı ve batıl düzene kul yetiştiren okulların
yapımında ter dökenleri aziz ve mübarek sayması, İslam inancı ve bilgisine
rağmen ya muhakemeden yoksun ya da şeytan misali doğru yoldan çıkmış olduğunu kanıtlamaktadır.
Dolayısıyla bilgisinin ezbere ve çıkara odaklı amelsiz ve samimiyetsiz bir
dolgu malzemesi olduğu ortadadır. Kafasını
teorilere ve hurafelere gömeni devekuşundan ayıran nedir?
Özellikle
İslam’ı kabul etmiş Müslümanların böylesi sapkınlıkları, iktidarsızlıklarını
doğuran yegâne sebeptir. Bu sebeple Allah’a değil de beşeri güçlere güvenip
dayanmaları, onlardan yardım, destek, izzet ve itibar beklemelerinin
mağlubiyetini anlayamamakta, Hakk’ın ve adaletin safında yer alarak iktidar
olmaktan ise şeytanın tarafını seçerek müstemlekeye dönüşmektedirler.
Göğsünü siper ederek inandığı dava uğruna
ölen ile ölmekten kaçınan bir hizmetli aynı olur mu?
“Körle, gören bir olmaz; Karanlıkla aydınlık da bir olmaz; Gölge ile
sıcak da bir olmaz”
Fatır 19-20-21
Şüphesiz nefsi
çıkarlardan arınmış gerek dinsel gerek bilimsel gerekse siyasal adil hizmet
ehline şükran duyulabilir ama onların huzur ve güvenlerini sağlamak maksadıyla
canlarını ortaya koyanlarla kıyas edilebilmeleri söz konusu olamaz.
Kadın
satıcılarından, fahişelerden, şarkıcılardan tutun da cumhurbaşkanına hatta
zalim işgal güçlerine kadar herkes insanlığa hizmet ettiklerini iddia ederler.
Zaten şeytanda aynı gerekçenin bayraktarı değil midir? Lakin o hizmetin kriteri,
Yaratıcı’nın kurallarına göre değil de nefsi arzulara göre ise; o hizmetin
rahmani olabilmesi, sağlık-huzur ve güven getirebilmesi, fayda veya yarar
sağlayabilmesi mümkün müdür?
Gülen
rehberliğinde açılan onca Türk Okullarının hafızalara yer edindirdiği hizmet,
yabancı çocuklara Türkçe şarkı ezberletmek ve solist olarak sahnelerde şov
yaptırmak olduğuna göre; nasıl olurda söz konusu okulların yapımında dökülen
terler, şehit kanı gibi aziz ve mübarek olabilir? O okulların, bugüne kadar
Allah ve Resulü aleyhine yapılan saldırılara karşı durmamaları, Müslümanların
uğradıkları zulümlere ses çıkartmamaları, İslam egemenliği adına Müslümanların
yanında saf tutmamaları ve Allah’ın ayetlerini hükümsüz bırakabilmek için
yarışırcasına uğraşmaları; batıl olduklarını ispatlamaktadır.
“Yoksa
Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete
gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 142
O okullar,
diğer uluslar arası okullar misali rant sağlayan ticari kuruluşlar değil midir?
Okullarda görev alan eğiticiler, maaş karşılığı çalışan gurbetçiler değil midir? Öyleyse nasıl oluyor da, dedelerimizin I.
Dünya Savaşında haçlı İngilizlere karşı Mekke ve Medine’yi müdafaa edebilmek
amacıyla Hicaz-Yemen Cephesinde verdikleri binlerce şehid; Yemen’de okul yapan
ve yaptıranlarla eş değer tutulabilir? Acaba o okullar, vahiy doğrultusunda
mukaddesatsı bir değere sahipler midir? Eğer terini dökenle kanını döken aynı
ise, din, vatan ve millet adına savaşarak geriye binlerce dul, yetim ve
sevdiklerini bırakanlar aptal mıdır? Neden Allah, terini dökenle şehit olanı
aynı seviyede değerlendirmiyor, sürekli hakkın ve adaletin baki kılınıp iyilik
ve barışın muhafazası için şeytana karşı savaşı emrediyor?
Davutoğlu,
ihanetsi ve riyakârsı konuşmasında yüz yıl önce Yemen’de şehit düşen imanlı
atalarımıza atıfta bulunarak, açılışını yaptığı ABD mandası altındaki Türk
Okulunu haddi aşarak arşa yükseltmesi, değerlere fiyat etiketi koyan pespaye
bir politikacıdan beklenebilecek bir açıklamaydı. Ne var ki o eşsiz imanı idrak
edememiş Davutoğlu’nun böylesi atıp tutması, seküler düzendeki çarkta öğütülmüş
olmasındandır.
1917 yılında
Hicaz Seferi Kuvvetleri’ne atanmak üzere Şam’a gelen Atatürk, Hicaz’ın boşuna
savunulmayıp boşaltılmasını istediği halde emrini dinlemeyen imanlı Türk
askerlerinin kendilerini Allah ve Resulüne adayarak şehid düşmelerini; o zaman
Atatürk nasıl idrak edemeyerek maddeden öte maneviyatın önemini kavrayamamış
ise, bugünde Fetullah Gülen ve Ahmet Davutoğlu akıl erdirememekte, dolayısıyla
maddeyle ve küfrün arzularına uymakla kazanabileceğini düşünmektedirler.
Oysa Davutoğlu, mukaddesatları uğruna
canlarını vermiş o kahraman ecdattan bahsederken, kendi ve Türk Okulların
haline bakıp utanması gerekmez miydi?
Acaba
dedelerimiz, kanlarını döktüreceğine neden kendileri gibi haçlılara teslim
olmayıp hizmet maskesiyle dinlerini ve şereflerini etiketlendirmediler?
Kaybetmişler mi yoksa kazanmışlar mıydı?
Allah ve
Resulüne karşı tumturaklı aşk ve tazimlerinden fevkalade zor şartlarda
Medine’yi, Yemen’i ve Asir’in kuzeyini I.Dünya savaşının sonuna kadar savunarak
topyekûn şehid düşen o kahramanlarla, Türk Okulunu yapan ve yaptıranları denk
tutan bakan; o zaman Atatürk’ün komutanlık ataması nasıl yapılmamış ise,
Davutoğlu’nun da bakanlıktan azli gerekmektedir. Ancak bunun için kendini
Allah’a, Resulüne ve adalete adamış bir başbakanın olması gerek…
İşte Haçlı
Kuvvetlerinin boyunduruğu altındaki iktidar, sanki 21. Yüzyılda şeytan
misyonunda bir değişiklik olmuş gibi Allah’ın emrettiği cihadı, din ve insanlık
dışı bulup maddeyle dinlerini ve insanlığı sağlayabilecekleri zannıyla hakkı,
adaleti ve barışı, şeytanla giriştikleri ortak paydada tesis edebilecekleri
çabalarının nasıl boşa çıktığı aşikârdır. Eğer Allah, mutlak doğru söyleyen
ise; direnmenin anlamı nedir?
Ey Davutoğlu! Başarabilirseniz, sizi otokritik yapmaya davet
ediyorum. Acaba sizin için; canını feda eden bir hizmetli mi, yoksa çıkarını
amaç edinmiş bir hizmetli mi daha muteberdir? Sizde mi terinizi şehit kanı gibi
aziz ve mübarek buluyorsunuz?
“Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi
Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” Zuhruf 5
1 yorum:
Allah için söylüyeyim ki, bu yazdıklarınızın bir kelimesi dahi yanlış içermemektedir. Bu kadar doğru ve dobradobr sözleri ve görüşlerinizi ayakta alkışlıyorum. Allah'a emanet olunuz kardeşim.
Yorum Gönder